Kültür-Sanat

Emin Alper: 'Önemli olan orada birisinin olup olmadığı değil' demek istedik

Alper: Türkiye siyasetinin bir metaforu olarak düşünülmüş bir film, dolayısıyla Türkiye siyasetini yansıtıyor

14 Aralık 2012 20:12

Berlin Film Festivali'ndeki ödüllü dünya prömiyerinin ardından, 30'un üzerinde film festivalinde gösterilen, 'Tepenin Ardı' vizyona girdi. Filmin yönetmeni Emin Alper, "'Önemli olan orada birisinin olup olmadığı değil’ demek istedik" dedi. Alper, filmin Türkiye'nin genel siyaset resmini yansıttığını belirterek, bunun nedenini de, "onlar bizim insanımız ve onun genel hastalıkları" şeklinde ifade etti.

Hasan Cömert'in yönetmen Emin Alper ile yaptığı ntvmsnbc.com'da yer alan söyleşisi şöyle:

Ailesiyle ve çevresiyle yaşadığı sorunlarla yüzleşmek yerine, tüm sorunların sorumlusu ilan edilebilecek bir düşman yaratan maço erkek kültürünün trajedisini anlatan filmi Emin Alper anlattı.

\

Film boyunca Tepenin Ardı’ndakileri görmüyoruz. Asıl mesele önümüzde, yanı başımızda mı?

Tabii, düşmanı görünmez kılarak, düşman var mı yok mu şüphesini yaratmak nedenlerden birisi. Tepenin Ardı’nda birilerinin, Yörüklerin olduğuna dair somut işaretler var ama bunu filmde göstermeyerek hem tehdit duygusunu, paranoya hissini güçlendirmek istedik hem de önemli olan ‘orada birisinin olup olmadığı değil’ demek istedik.

Bir yandan ‘düşman yaratma’ süreci izliyoruz.

Evet, çatışma halinde oldukları bir grup var ancak bu çatışmadan bir düşman çıkması ve bu düşmanın işlevi önemli. Bu düşman içerideki meseleleri görmemenin, üstünü örtmenin bir mazereti oluyor. Problemler, failler içeride olduğu halde dışarıya bakılıyor. Bunu yapan ana karakter Faik. Diğerleri de kendi suçları ve kabahatlerini saklamak için bu sürece işbirlikçi olarak katılıyorlar. Ve hep birlikte, hem pragmatik nedenlerle hem de buna inanarak düşman yaratıyorlar ve kendi problemlerini görünmez kılmaya çalışıyorlar.

Ve bir günah keçisi gerekli değil mi?

Evet, günah keçisi diyebiliriz. Tarihe bakıldığında da günah keçileri benzer işlevi üstleniyor. Bu zamanında Yahudiler olmuş, bu coğrafyada Ermeniler olmuş. Bütün sıkıntıların kaynağı olarak birileri görülüyor. Yahudiler buna çok güzel bir örnektir. Avrupa’da ne zaman bir salgın olsa buna Yahudilerin neden olduğuna inanılır. Katliamlara kalkışılır. Modern zamanlarda bile başlarına gelenlerin sorumlusu olarak birilerini günah keçisi ilan etmek hep olagelmiş bir şeydir. Bu günah keçileri de genelde cemaati bir arada tutmaya yaramıştır.

Karakterlerin yüzleşmeden kaçındıklarını için bu sürece dahil olduklarını söyleyebilir miyiz?

Evet, dede karakteri bakışlarını hiçbir zaman kendi cemaatine çevirmiyor. Neler olup bittiğini sorgulamıyor bile. Oysa basit bir sorgulamayla pek ala farkına varabilir. Ama o hiç yüzünü cemaatine dönmüyor, yüzü dışa dönük. Diğerleri de tabii ki itiraf etmek, suçlarını kabul etmek yerine bunu bastırmayı seçiyorlar. Korktukları ve utandıkları için suçlarını gizleme yolunu tercih ediyorlar O yüzden de üç maymunu oynuyorlar.

Keçiler yüzünden başlayan bir sorun olsa da ortada nedensiz bir şiddet var, savaşın nedenini bilmiyoruz.

Aynen öyle. 20. yüzyıla baktığımızda, savaşlara, katliamlara, benzer bir süreci görüyoruz. Örneğin, Yahudi soykırımının nedenini biri söyleyebilir mi? Niye Yahudiler? Bu soruya nihai bir cevap vermek zor. Naziler onlara bir şeyler atfederek katletti. Genelde savaşlar böyle başlıyor, başkasının varlığını kendi varlığına bir tehdit olarak görmeye başlayınca. Genelde bu tehdit algısı gerçek olmaktan ziyade hayali oluyor. Gerçekleşebileceği algısından ve korkusundan inşa ediliyor. Gerçek hayatta böyle oluyor. Filmde de böyle. Basit bir çatışma büyük bir kan davasına dönüşüyor.

Filmde erkek egemen kültür var. Bu da savaşla, düşman koduyla birlikte mi okunmalı?

Tabii, burada bir erkek cemaati ve erkek cemaatinin eleştirisi söz konusu. Bu da tesadüf değil çünkü erkeklerin sorunlarıyla yüzleşmek konusunda daha çok problemleri olduğunu düşünüyorum. Erkek karakterler erkeklerini, otoriteye kendilerini ispatlamak için bu şeyi daha iyi uyguluyorlar, günahlarını bastırma, yüzleşememe hikayesini. Ve tabii ki şiddete, sorunları başka yere aktarmaya daha fazla eğilimliler.

Zafer’in savaş travması yaşayan bir karakter olmasına rağmen dede savaş istemeye devam ediyor. Bu da yakından tanıdığımız bir çelişki değil mi?

Evet, bu da cemaatin çelişkisi. Küçük kardeş ağabeyi gibi olmak istiyor. Ama herkes Zafer’in düştüğü durumdan herhangi bir ders çıkarmak yerine onun yaşadığı prosesi tekrar ediyor. Çok tanıdık ve temel çelişkilerden bir tanesi.

’Film ne kadar da Türkiye’ye benziyor’ cümlesini çok sık duymuşsunuzdur.

Türkiye siyasetinin bir metaforu olarak düşünülmüş bir film. Dolayısıyla Türkiye siyasetini yansıtıyor. Sadece genel çerçeve olarak değil karakterlerin tekil tutumlarıyla da insanlar bir Türkiye manzarası çizdiğini düşünüyorlar. Çünkü, bu ikiyüzlü, yüzleşme korkusu, bastırılmış duygular, kabahatlerini örtme bize özgü refleksler. Genel resim kesinlikle öyle çünkü onlar bizim insanımız ve onun genel hastalıkları.