CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, 28 Kasım’da Diyarbakır Suriçi’nde öldürülen arkadaşı Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’yi yazdı. Tanrıkulu, “Ölümün soluğu ensesinde yaşamak nedir bilseler” diye yazdı.
Evrensel’de yazan Tanrıkulu, Elçi için “Tahir’i o henüz çok genç bir avukat çıkmış iken tanıdım; en verimli çağında da aramızdan ayrıldı. Hâlâ inanması zor geliyor; gerçekten ensesine gelen bir kurşunla aramızdan alındı mı?” ifadelerini kullandı.
Tanrukulu’nun yazısı şöyle:
Tam bu yaz, o “Beyaz Toroslar” mevzusu açılmışken, adeta o Toroslardan birine itilip alınıp götürülürcesine yitti gitti. Bizlerde, yıllarca onunla Diyarbakır’da mesai arkadaşlığı yapmış birçok insanda bıraktığı his, aynı “Beyaz Toros döneminde” hissedilen o ürperti. Ve onulmaz bir acı… Tahir’in bizler için kıymeti ve kaybının bıraktığı o yeri doldurulmaz boşluk var bir yandan… Bununla yüzleşebilmek çok zor; ölümünü, hele bu şekilde aramızdan koparılmasını kabullenebilmek çok zor… Bana sorsanız, kendi cenazemi kaldırmış gibi oldum.
İnsanın gözünün önünden, bireysel ve beraber verdiğimiz mücadeleler bir bir geçiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava götürmek, hiç öyle kolay değildi bizler için. Bu yolu açmak, başvuruların reddedilmeyeceği, Büyük Daire’ye kadar yolunu bulabileceği biçimde eksiksiz, usulüne uygun biçimde hazırlanabilmesini sağlamak kolay değildi. Karşımıza, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en donanımlı hukukçu bürokratlarının hazırladığı savunmalar çıkıyordu. Bizler, önümüze sonsuz eğitim imkânları sunulmuş, tüm fırsatlar önüne serilmiş insanlar değildik; büyük özveri ve çabalarla, Türkiye’nin yoksun zamanlarında, yoksul bölgelerinden çıkıp, yalnız başına eğitimini tamamlamış kişilerdik. Yabancı dil öğrenerek, dünyayı gezip görerek büyümedik. Tahir, Cizre’nin, ben de Lice’nin bir köyünden çıkıp yetiştik. Ve Türkiye’ye odaklandık; bu ülkede daha iyi bir gelecek nasıl mümkün olabilir diye uğraştık hep. Bu çabamız, kendimiz için değildi. Öyle olsa, kişisel olarak kendi ikbalimize odaklanır; sağlığımız, bireysel hedef ve arzularımız ön planda olurdu. Tahir ve bizim gibiler, hep kendi hayatından, kendi keyfinden çaldı ki; zorluklar, adaletsizlikler, sorunlar geride kalsın. Tahir, avukat çıktığından beri yaşamını tehlikeye attı, kaygılar ve üzüntülerle yaşadıysa, bunun sebebi, bu ülkeye, bu topluma, insanlara olan inancı ve sevgisiydi.
Cinayet günü, Dört Ayaklı Minare’nin önünde, gelecek nesillere Diyarbakır kültür mirasını kusursuz biçimde devredebilmek için; bu miras, bu coğrafyada tüm Türkiye halklarını birleştiren ortak noktalardan olduğu için, o mirası koruyabilmek için basın toplantısı yapıyordu.
Düşündüğünü söylediği için nasıl tehdit edilir?
Tahir’in hayatının son dönemini de kaygı ve sıkıntılarla geçirmiş olduğunu bilmek beni kahrediyor. Medyanın oluşturduğu kamusal alanı, tüm toplumla diyalog kurmayı önemsediği için, gazetecilerle konuşarak ve tartışma programlarında yer alarak sesini duyurmaya çalışıyordu. Söylediği ters bulunmuş, hoşa gitmemiş, kızgınlık yaratmış olabilir. Bunun karşılığı, “düşman figürü” biçilip, sözle, manşetlerle, sosyal medya yoluyla saldırıya uğramak nasıl olabilir? Bir insan, düşündüğünü söylediği için nasıl tehdit edilir?
Hoyratlığın birçok utanmaz faili var
Dahası, sadece Tahir’in değil; Diyarbakır’ın 1990’larını yaşayanların, “Beyaz Toroslar”dan bahsedildiğinde nasıl rahatsız olduğunu çok iyi biliyorum. Ve bu yaz, çok da fütursuzca, bizlerin algıları, duyguları hiçe sayılarak, çok basit ve ehemmiyetsiz bir şeymiş gibi Beyaz Toroslardan bahsedildi seçim meydanlarında. Yaşamayan bilemez; yaşam ve ölümün bu kadar iç içe geçtiği zamanlara tanık olmayanlar bilemez. Zaten bu kadar duyarsızca konuşamazlar ölümün soluğu ensesinde yaşamak nedir bilseler…Tahir gibi, ağır işkenceden geçip de, hayata gülerek bakabilmenin nasıl bir başarı olduğunu anlayabilseler…
Tahir, hayatı güzelleştirmeye, Cizre’sine, Diyarbakır’ına ve ülkesine özendi. Ama ona çok hoyrat davranıldı. Bu hoyratlığın da, çok sayıda utanmaz faili var.