Millî Eğitim Bakanlığı’nın, AKP’nin 2023 yılında yapılan genel seçimlerdeki sloganının adını taşıyan "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli"ni kamuoyuyla paylaşmasının ardından tartışmalar sürerken; eğitimciler, öğretim programının dini bir modellemenin üzerinde şekillendiğini, bilimsel gerçeklikler ve çağdaşlıktan uzaklaşıldığını dile getirdi. Eğitimci Özgür Bozdağan, "Derslerin hemen hemen hepsinde dini içerikler, müfredatın geneline serpiştirilmiş. Biyoloji, tarih ya da herhangi bir dersin farklı ünitelerine baktığınızda her bölümün bir değer ve bir dini motifle ilişkilendirildiğini görüyorsunuz" dedi. Eğitim uzmanı Ali Taştan da "Ders bazında baktığınızda laikliği görmüyorsunuz, Arapçalaşmış, Arapça kelimelerle donatılmış bir öğretim kuramı görüyorsunuz" diyerek, inkılap tarihi programında "laiklik" kelimesinin yalnızca bir kez geçtiğine vurgu yaptı.
MEB, tüm öğretim kademelerindeki zorunlu derslere ait "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" yeni öğretim programı taslağını, kamuoyunun görüşüne sundu. Yeni müfredat taslağı için internet sitesi üzerinden görüş bildirme süresi olarak bir hafta belirlendi. Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in "kendi değerlerimiz" vurgusu yaparak sunduğu yeni öğretim programı; dinin, ön plana çıkarıldığı gerekçesiyle eğitimcilerin tepkisini çekti.
Eğitimci Özgür Bozdoğan, T24’e yaptığı değerlendirmede, "Türkiye Yüzyılı" ifadesinin AKP’nin seçim sloganı olduğuna da dikkat çekerek, "’Eğitim’ kavramından kaçınılarak ‘maarif’ kavramının kullanılması içerikle ilgili de mesaj veriyor. Bu tercihle, daha tutucu, daha muhafazakâr bir içeriğe işaret ediliyor ve bu bilinçli bir şekilde yapılıyor" dedi.
Eğitim uzmanı Ali Taştan da modellemenin isminde kasıtlı olarak Arapça bir kelime kullanıldığı görüşünü dile getirerek, "Türkiye’de ‘maarif bakanlığı’ diye bir şey yok, Eğitim Bakanlığı var" ifadesini kullandı.
Bozdoğan: Siyasi saiklerle oluşturulmuş bir model
Bozdoğan, modelin içeriğini şöyle değerlendirdi:
"Bu modelle ilgili kamuoyunun, akademinin bir bilgisi yok. Üzerinde uzlaşı olan bir modelden bahsetmiyoruz. Siyasi saiklerle oluşturulmuş bir modelden bahsediyoruz.
Değerler eğitiminin, bu değerlerin de dini içeriklerle doldurularak müfredatın tamamına serpiştirildiğini görüyoruz. Müfredatın üzerine bastığı zemin, dini ve manevi değerlerin çocuklara öğretilmesi üzerine kurgulanıyor ve derslerin hemen hemen hepsinde aynı içerikler, benzer örüntülerle öğrencilere kazandırılmaya çalışılıyor. Biyoloji, tarih ya da herhangi bir dersin farklı ünitelerine baktığınızda her bölümün bir değer ve bir dini motifle ilişkilendirildiğini görüyorsunuz.
"Sübjektif bir müfredat"
Sübjektif bir müfredatla karşı karşıyayız. Bilimsel gerçeklik ve çağdaşlıktan ziyade, dini içeriklerle doldurulmuş bu değerler eğitimi öğrencilere işlenmek isteniyor.
Önceki Milli Eğitim Bakanlarının döneminde de çıkartılan eğitim ve vizyon belgesi, müfredat değişiklikleri aynı zemin ve aynı bakış açısına oturuyor: Ortak nokta şu: ‘Birey iki taraflıdır. Madde ve manadan oluşur. Sadece maddi yani bilimsel bilgilerle eğitim aldığında manevi yanı eksik kalır’ yaklaşımı söz konusu. Akıldan, bilimden, çağdaşlaşmadan uzaklaştıkça toplumların gelişmişlik düzeyi geriye gider."
"Bu müfredat değişikliği hangi gereksinim üzerine yapıldı?"
Bozdoğan, modeldeki yüzde 35 seyreltme hakkında da şu yorumu yaptı:
"Seyreltmenin bilimsel bir dayanağı var mı? Hangi konu, hangi amaçla çıkartılmış bunun açıklaması yok. Bu, müfredat hangi gereksinim üzerinden, hangi taleplerle gerçekleştirildi? MEB yetkilileri müfredattaki seyreltmeyle neyi göz önüne aldılar biz anlamış değiliz. Sınav sistemiyle ilgili bir değişiklik mi yaşanacak? Bu müfredat değişikliği hangi gereksinim üzerinden yapıldı?
Bu müfredat taslağı, sadece seyreltme için hazırlanmış olsaydı, değerler eğitimi ile bütün derslerin içeriği doldurulmazdı, ‘milli ve manevi değerler’ vurgusu bu kadar ön plana çıkmazdı.
Eğitim alanında müfredat tartışması gündemde olan bir konu değildi. Bine yakın arkadaşla çalıştık diyorlar; kimlerle yaptınız bu müfredatı, bununla ilgili açıklama yapmalarını bekliyoruz. Amaç belli olmadığı için bu seyreltme neden yapıldı, ortada kalan bir soru…"
"Eğitimi, siyasetin gereksinimleri şekillendiriyor"
Bozdoğan, müfredatın sıklıkla değişmesi konusunda da şu yorumu yaptı:
"Kurumsallaşmış bir eğitim sisteminde bu kadar yoğun değişiklikler -müfredat, sistem, ders kitapları- yaşanmaz.
Kamusal bir hizmet olan eğitimde çocuğun üstün yararının gözetilerek en yüksek faydanın üretilmesi gerekir. Ama eğitim sistemi siyasetle o kadar iç içe ki, siyasetin gereksinimleri, eğitimin içeriğini, şeklini, süresini belirliyor.
Eğitim hizmetini, yeni bir rejim inşasının aracı olarak düşündüğünüzde ortaya böyle garip durumlar çıkıyor. Okullaşma politikası, öğretmen yetiştirme politikası, müfredatlar, ders içerikleri… Eğitimde sorun olmayan tek bir alan dahi yok. Bir sistemden söz edebilir miyiz, o da tartışmalı.
Eğitim, siyasetin etki alanından bağımsızlaştırıp, çocuğun üstün yararını gözeten bir alan olarak bakılmalı. Akla, bilime, özgürlüklere, eleştirel akla dayalı bir sistemle işletmek durumundayız. Bunun dışındaki tüm yaklaşımlar eğitimi geriye götürüyor ve sorun haline getiriyor."
Ali Taştan: Din öğretim kuramları toplamı 572 sayfadan oluşuyor
Eğitim uzmanı Ali Taştan da dinselleşmenin öne çıktığını belirterek şu tespitleri yaptı:
"Eğitim kuramlarının içeriğinde bir dinselleşme görüyoruz. Ders bazında baktığınızda laikliği görmüyorsunuz, Atatürkçülük’ü görmüyorsunuz, çağdaş ve bilimsel temelli ifadeleri görmüyorsunuz. Arapçalaşmış, Arapça kelimelerle donatılmış bir öğretim kuramı görüyorsunuz. Mesela, İnkılap Tarihi (12.sınıf) dersinde laiklik kelimesi bir kere geçiyor. Yine İnkılap Tarihi’nde, Osmanlı seviciliği dikkat çekiyor.
Program bazında bakınca fizik programı 114 sayfa, kimya programı 113 sayfa, din öğretim kuramları toplamı 572 sayfadan oluşuyor. Laik bir eğitim sistemi olması gerekirken, din ve ahlâk bilgisi dersinde sadece İslam dini benimsenmiş durumda.
Öğretim kuramlarında "değer" kelimesi 417 kez geçiyor, "bilim", "bilimsel" sözcüğü 54 kere geçiyor, bunun 33 tanesi fen bilimleri dersinde.
"Cinsiyet ya da sınıfsal eşitsizlikten bahsedilmiyor"
İnsan hakları, vatandaşlık ve demokrasi dersi (4. Sınıf) müfredatında eşitlik ve fırsat eşitliği başlıkları olmasına rağmen cinsiyet eşitsizliği, sınıfsal eşitsizlik ya da gerçekten eşitsizliğin ne olduğu konusunda bir öğrenme çıktısına rastlanmıyor.
"Sadeleşme gerekiyordu, dinselleşme değil"
Taştan, sadeleşmeye ilişkin olarak ise şu değerlendirmede bulundu:
"Eğitim kuramlarının sadeleştirilmesi gerekiyordu ancak sadeleşme dinselleşme anlamına gelmiyor.
Çocuklara yüklenen akademik bilgilerin sadeleştirilmesi anlamında olmalıydı. Örneğin, ikinci sınıftaki kesirler, bölme işlemi gibi işlemlerin daha sade hale getirilmesi gerekiyordu, diğer sınıflarda da benzer bir amaç olmalıydı. İlkokul ve orta okulda çocuklara ağır bir yük bindiriliyor. İkinci sınıftan itibaren testlerle sıralama sınavına hazırlanıyor çocuklar. Sadeleştirilmeye gerek vardı ama MEB bunu dinselleşme olarak yaptı. Yusuf Tekin, geldiği günden beri tarikatlarla protokol yapmaya devam edeceğine yönelik söylemlerde bulunuyordu. Niyetini zaten belli eden bir yapısı vardı.
"Bu metnin geri çekilmesi gerekiyor"
"Bu öğretim programı, kimlerle ve hangi yöntemlerle yapıldı? Bilimsel temelinin olmadığı, program okunduğunda belli oluyor.
10 yılda, bin kişiyle hazırladıklarını söylüyorlar. 10 yılda hazırlanan bir metnin 1 haftada değerlendirilmesi mümkün değil. Bu metnin geri çekilmesi gerekiyor. Tarafsız ve bilimsel temelli bir model için eğitimin tüm paydaşlarıyla birlikte yeniden ele alınması gerekiyor."