Kültür-Sanat

'Edebiyat bir silahtır'

Yaşar Kemal, 'Der Spiegel'in Türkiye özel sayısı için yazdığı yazıda efsanelerin gücü ve yapıtlarında Avrupa'nın etkisini anlattı.

24 Ekim 2008 03:00

Yaşar Kemal 'Der Spiegel'in Türkiye özel sayısı için yazdığı yazıda efsanelerin gücü ve yapıtlarında Avrupa'nın etkisini kaleme aldı.

***

Edebiyat aynı zamanda bir silahtır

Onbir sene önce Frankfurt Kitap Fuarı'nda Alman Kitapcıları Barış Ödülü'ne layık görüldüm. Teşekkür konuşmam "Ben şiir sanatı insanıyım, ve bu sanat ile uğraştığımdan beri elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım" şeklinde olmuştu. "Şiir sanatı ile uğraştığımdan beri" dedim, "yazdığımdan beri" değil. Ben yazmaya şiir yazarak başlamadım. İki çok farklı dünya var ortada. Roman yazmaya başlamadan çok önce şiir yazardım. Bizlerde eskiden çok önemli olan ve ilgi çeken halk şiirleri ile büyüdüm, onlardan çok etkilendim. 17, 18 yaşıma dek bu tür efsaneleri topladım ve anlattım.

1923'de Mustafa Kemal yani Atatürk, Türklerin atası, Cumhuriyet'i kurduğunda biz sanatçılar kendi kültürümüzü ve dilimizi hatırladık. Bu süreçte yeni kurulan halkevleri ve köy enstitüleri çok yardımcı oldu. Bu eğitim kurumları ve resmi tercümler sayesinde dünya edebiyatının klasikleriyle tanıştık. Goethe, Schiller, Grimm kardeşler, Stendhal, Balzac, Tolstoi, Dostojevski, Faulkner öğretmenlerimiz oldu.

Dünya çapındaki tüm kültürlere yanaşmak, yakınlaşmak gerekir, ama bunu yaparken kendi kültürümüzün sağlam temeline dayanmalıyız.

Kanımca güncel edebiyatımız Nazım Hikmet ile başlar. 1902'de zamanının Osmanlı kenti, şimdiki Yunanistan şehri Selanik de doğan şair Türk şiirinin babasıdır. Dilimizin güzelliğini keşfetmiştir. Ama aslında o da sadece halk şiiri zincirinin bir halkasıdır. Son büyük halk şairi Dadaloğlu'nun halkasına kendi halkasını eklemiştir.

Güncel Türk romanı, şiiri ve plastik sanatları gurur duyabileceğimiz dünya çapında birer değer haline geldi. Anadolu'yu coğrafik konumundan dolayı birçok medeniyetinin çıktığı yeri, dünya kültürünün beşiği olarak görebiliriz. Bu yörenin kültür yaratanlarının üzerindeki baskılar kalkarsa eskiden olduğu gibi tüm dünya kültürlerini etkileriz.

Edebiyatımız kendi köklerinden gelişti. Yine de yabancı kültürlerden öncülere ihtiyacımız var. Örneğin Fransız edebiyatının kökleri Latince ve eski Yunancaya kadar dayanıyor, ancak buna rağmen kendisine özgü bir edebiyatları var. Stendhal da Homeros'un izlerine rastlamak mümkün: Efsaneye karşı anlayış. Stendhal demiştir ki: "Bir sokak yazarı gibi yazıyorum". Homeros ise bir sokak kahvesinde otururmuşcasına anlatır. Efsanelerin geleneğidir bu. Stendhal bunu hissetmiş, bu nedenle bir sokak yazarı gibi yazıyor.

20 yaşındayken ilk kez Stendhal'i okudum. O gün bu gün kendimi yakın hissederim. Bir roman yazmaya başlamadan Stendhal'in "Parma'daki Kulübe" ve "Kızıl ve Kara"sını okuyorum. Ayrıca Nazım Hikmet'e bakıyorum. İkisinden de ilham arıyorum, alıyorum. Nazım harikulade bir Türkçe kullanıyor ve Stendhal in mükemmel anlatım hissiyle birleşince sağlam bir temel oluşuyor romanın konsepti için.

Bir yazarın hep kendisinden anlatması gerektiğine katılmıyorum. "Ben Madame Bovary"'yim demiş Flaubert. Ancak ben, Yaşar Kemal, bunden dolayı Mehmet olmak zorunda değilim. Bir roman yepyeni bir dünya oluşturur. Konularımızı bulduğumuz gerçek dünyaya benzerlikleri olsa da, yepyeni bir dünyadır.

Günümüzde insan ilişkilerinde inanılmaz bir kargaşa var. Günden güne daha da karmaşıklaşıyorlar, nerdeyse kördüğüme dönüşüyorlar. Yalanların, baskıların, yabancılaşmaların, yozlaşmaların, sömürgeciliğin, aşağılanmaların ve vicdansızlıkların ağından kurtulmak oldukça güç.

Gerçek dünyanın yanı sıra her insan kendi bir dünyasında yaşar, hayal ve rüyaların dünyasında. Böylece gerçek dünyanın eziyetlerinden kaçar, sevgiye, yönelir. Gerçeği rüyalar ve efsaneler ile süslediğim için kendimi yazar olarak görüyorum.

Ben geleneksel bir yazarım. Nasıl ki et kemiğe bağlıdır, ben de sanatımın halktan kopmasını istemiyorum. Çukurova yakınlarında ufak bir kasabada doğdum. Yakınında büyük antik Roma kenti Anazarbos'un kalıntıları var. Çocukken o kalıntıların sokaklarında oynardım. Ünlü doktor Dioskurides buralıydı. Cicero bir süre buranın valiliğini yapmıştı. Doğumumdan 50 yıl önce bir ayaklanma bastırıldıktan sonra buraya yerleştirildi. Çocukluğum süresince bu ayaklanmanın şarkılarını söylüyorlardı. Edebiyatımızın geleneği ayaklanmaların ve ayaklanmaların kurbanlarının geleneğidir. Bu gelenekte edebiyat aynı zamanda bir silah oluyor.

Söz sanatları daima insan değerlerinin zirvesindeydi. Bir toplum edebiyatında yansır. Edebiyat en etkin sanat olduğu için, toplumun çöküşüyle savaşmalıdır. Dejenere bir edebiyat, sağlıksız bir toplumun sonucudur.

Hiç bir devirde kötü bu kadar organize, bu kadar güçlü değildi. Gün be gün kötünün hayatımızı ve dünyamızı tehdit ettiğinin tanıklarıyız. Milyarlarca insan ellerine imkan geçen kardeşleri tarafından sömürülüyor. Akılalmaz bir savaş propagandasının önüne geçilemiyor. Eskiden olduğu gibi edebiyat daha fazla insanlık için taraf olursa, belalardan daha kolay korunuruz.

Edebiyat asla sadece süs değildi. Daima hedeflere ulaşmak için politik bir silah olarak kullanıldı.  Sanatçılar da genelde hangi tarafı tutmaları gerektiğini bilirdi.

Gündemi takip edersek kendi kendimize sormalıyız: Atomun, ölümün tarafında mıyız; yoksa barış, kardeşlik ve yaşam sevgisinin yanında mıyız? Karanlığın mı yanındayız aydınlığın mı? Sevginin mi düşmanlığın mı ? Günümüzde herşey o kadar apaçık ortadaki, sanatçının - bencil hedefleri kovalamıyorsa - yanlış yola sapması neredeyse imkansız. Sanatçıyı yabancılaşma ve dejenerasyon batağına sürecek zoraki sebepler yok.

Ama sanatcılar bu meydan okumayla başa çıkabilecekler mi? Günümüzün sanatcısı bir kuş gibi ötmeli, berrak su gibi parlamalı, bir çocuk gibi masum olmalı. Aksi takdirde, üzerimize sinen kirliliğe rağmen ayakta kalması çok güçtür. Sözün sanatı her tür kiri yok eden ateşin gücüne sahiptir. (TEMPO24)