T24
Gonca Tokyol
Bugün 19 Kasım Dünya Tuvalet Günü. Birleşmiş Milletler, 2013 yılında ilan ettiği günle herkesin sağlıklı tuvalete ulaşmasını amaçlıyor. Dünyaca tanınan Slovak düşünür Slavoj Žižek’in ise tuvaletler konusunda farklı bir fikri var. Marksist sosyolog, birçok şey de olduğu gibi tuvaletlerin tasarımında da ideolojik bir boyut görmeyi başarmıştı.
Sanatçı Hüseyin Bahri Alptekin de ‘Küresel Sindirim’ isimli bulut şeklindeki fotoğraf enstalasyonunda Zizek’in bu yorumuna göndermede bulunmuştu. Alptekin, Sipa fotoğraf ajansı için çalıştığı sıradaki seyahatlerinde kullandığı tuvaletleri fotoğraflamış ve sonra bunları 145 x 935 cm boyutlarında bir araya getirmişti.
Alman, Fransız ve İngiliz tuvaletler ile Hegel
Dünya Tuvalet Günü nedeniyle Žižek’in ‘Fantaziler Salgını’ başlıklı kitabında yer alan tuvaletlere dair düşüncülerini hatırlayalım:
“Geleneksel bir Alman tuvaletinde biz sifonu çektikten sonra bokun içinde kaybolduğu delik tam ortadadır, bu sayede bok ilk anda onu koklamamız ve hastalık izlerini görebilmemiz için ortada durur. Tipik bir Fransız tuvaletinde ise tam tersine delik arkadadır ve bokun olabildiğince çabuk kaybolması gerekir. En nihayetinde Amerikan (Anglo-Sakson) tuvaletleri ise bir sentez, iki uç arasında bir ara buluculuk sunar: Tuvalet leğeni suyla doludur, böylece bok içinde yüzer, görünürdür ancak incelenebilir değildir. (…)
Bu versiyonlardan herhangi birinin saf bir şekilde faydacı terimlerle değerlendirilebileceği açık: Her biri, subjenin pislikle nasıl ilişki kurması gerektiğine dair net bir ideolojik kabul içeriyor. Hegel, Almanya, Fransa ve İngiltere’den oluşan coğrafi üçlüsünün varoluş konusunda üç farklı tavra sahip olduğunu gören ilk kişiydi: Reflektif bütünlük (Alman), devrimci acelecilik (Fransız) ve çıkarcı pragmatizm (İngiliz). Politik terimlerle söylersek bu üçlü Alman muhafazakarlığı, Fransız devrimcili radikalizmi ve İngiliz liberalliği ile okunabilir. (…)
Tuvaletler bu üçlüyü sadece en mahrem alanda bize fark ettirmiyor aynı zamanda da dışkıdan kurtulmaya yönelik tavırların altında yatan mekanizmayı da önümüze koyuyor: Müphem bir düşüncelilik cazibesi; ondan olabildiğince hızlı kurtulma isteği, ona sıradan bir şekilde davranma yönündeki pragmatist karar ve onu atmak için uygun bir yol bulmak. Yuvarlak masa etrafında oturan bir akademisyen için ideolojiler sonrası bir dünyada yaşadığımızı iddia etmek kolay olabilir ancak ateşli bir tartışmadan sonra lavaboya gittiğinde kendisini yeniden dizlerine kadar ideolojinin içinde bulacak.”