Kültür-Sanat

Destina: Bir Mine Kırıkkanat 'distopyası'

Romanında yakın geleceğe oldukça karamsar bir bakış atan Kırıkkanat, Destina'yı "fütürist, polisiye ve siyasi bir roman" olarak tanımlıyor...

25 Eylül 2008 03:00

Romanında yakın geleceğe oldukça karamsar bir bakış atan Kırıkkanat, Destina'yı "fütürist, polisiye ve siyasi" olarak tanımlıyor...

Mine Kırıkkanat, karamsar bir tasvir çiziyor, ’fütürist, polisiye ve siyasi’ diye tanımladığı romanı ’Destina’da... ’Destina’, yazgının Rumcası... O, yazgımızın kara olmaması için kaleme almış bu ’kara ütopyayı’... İstanbul, ’Nova Roma’ olmuş Kırıkkanat’ın romanında, Türkler asimile, Türkiye ise tarih atlaslarında... Üstelik yıl sadece 2024...

Çok mu karamsar? Bu soruyu ben de kendime sordum. Akşam haberleri izlerken, anladım girişteki notu niye yazdığını “Bu romanda yazılı her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir.” Son söz Kırıkkanat’ta “Umutla yazdım, ’Son hız uçuruma doğru giden treni durdurun!’ diye bağırarak... Belki biri imdadımı duyar, frene basar. Yoksa bu ülke ne Müslümanlar’a ne laiklere kalacak!”

Yıl 2024... Dünya, bambaşka bir dünya... İstanbul, Küresel Yönetişim’in yönetiminde, adı olmuş Nova Roma... Türkiye, parçalanmış, Türkler dünyanın dört bir yanına dağılmış. Türkçe konuşan bile yok. Türkiye dağılmış, ama Kıbrıs birleşmiş! Peki bütün bunlar ne zaman ve niçin olmuş? Bir deprem, İstanbul’u silip süpürmüş önce... Türkiye, iyiden iyiye güçten düşmüş. Fırsat bu fırsat, bir yıl süren Uluslararası Marmara Konferansı, boğazları yeni bir statüye sokmuş. İstanbul ise ’Ortak Dünya Mirası’ adına açık şehir ilan edilmiş. Nasıl açık? Hıristiyan dünyasının istediği şekilde açık! Önce Neo Konstantinopolis demişler, sonra bakmışlar ki böyle fazla Helen oluyor, ’Nova Roma’ yani ’Yeni Roma’ demişler, ki tam Hıristiyan olsun. Değil mi ki Hıristiyanlığı ihya eden Roma İmparatorluğu, İstanbul’u kuran da Konstantin...

Bir ters ütopya kurmuş, Mine Kırıkkanat... En büyük tersliği bizim üstümüze gelen cinsten... Türkler’in bir millet olarak asimile olup tarihe karıştığı, vatanın haritadan silindiği... İstanbul’un Rusya, Avrupa ve ABD arasında bir stratejik oyuncağa döndüğü... Romana ’Destina’ adını vermiş, yani yine romanda unutulmuş Türkçe ile ’yazgı’... Bizim şimdiden kullanmadığımız, onun yerine Arapçası’nı tercih ettiğimiz kavram, yani kader! Aslında bu yazgı, tüm dünyayı ilgilendiriyor. Başta Hıristiyan dünyasını, zira İstanbul demek ekümenik patrik demek, Ruslar’ın amacı, burada bir Rus patrik görmek ki, bu ABD için de, Avrupa için de tam bir kabus. İşte burada devreye gizli servisler, derin devletler, gizli bilimsel buluşlar giriyor. Uzun süredir rekabette geri kalan Avrupa, bu kez Rusya ve ABD’yi galebe çalmaya çalışıyor, zira ellerinde müthiş bir silah var. Ne kimyasal, ne nükleer, çok gelişmiş canlı hücrelerden oluşan yapay bir beyin!

Tüm bu gelişmiş teknolojinin peşinde koştuğu tek bir şey var, Konstantin’in boğdurarak öldürttüğü oğlu Sezar Krispus’un varisini bulmak. Avrupalılar’ın elindeki bu teknoloji, geçmişi bugüne getirmeye kadir. Bir tür istişareye yatırıyor insanları... Krispus’un varisi, bu rüya sayesinde bulunacak. Rüyaya yatırılacak denek bir Türk, adı Daryal... Avrupa’ya hizmet eden bir ajan... İşin ilginci, operasyonun başındaki kişi de Türk, Sinan Laforge, hüviyetinde Belçikalı yazıyor!

Buraya kadar anlattığımızdan çıkarttığınız casusluk ekseninde bir bilimkurgu gibi geliyor değil mi? Ama bu roman, aslında bir tarihsel-politik roman... Kırıkkanat’ın deyimiyle ’fütürist siyasal bir polisiye’... Ama geçmişe göndermelerle yüklü. Okurken, her an bir soru işareti çıkıyor karşınıza, cevabını da içeren. Sözgelimi Büyük Konstantin’in oğlunu öldürtürken kullandığı yöntemle Kanuni Sultan Süleyman’ın yöntemi arasında zerre fark yok. “Sezar Krispus’u üvey annesi Fausta öldürttü imparator babasına, Şehzade Mustafa’yı da üvey annesi Hürrem Sultan. Her iki kadın da kendi çocukları tahta geçsin diye komplo kurdular, üvey oğula... Üstelik komplo bile aynı: İmparator kocalarını, büyük oğulun onu tahtan indirip yerine geçmeye hazırlandığına inandırdılar... Sezar Krispus’un üç üvey erkek kardeşi vardı, Roma tahtına aday. Şehzade Mustafa öldürüldüğünde de Kanuni’nin Hürrem Sultan’dan olma üç oğlu kalmıştı hayatta! Ve rastlantıya bakın ki, her iki imparatorlukta da çöküş bu kıyamdan sonra başladı.”

Gelelim Kıbrıs’a... Kıbrıs, her zaman bir satranç tahtası, topu topu bir ada olmasına karşın. Artık tümüyle Rumlar’ın istediği bir statüde... Ve bu ada, şimdi tarihinden gelen bir sebeple, uluslararası bu soğuk savaşta kilit rolü üstleniyor. Sebep, o yüzlerce yıl önceki siyasi cinayete kadar gidiyor. Aranan varis, bu adada bulunuyor!

Kitaptan bu kadar ipucu yeter. Sadece şunu söyleyelim, gerilim dozu yüksek. Bir casusluk romanı olarak ele aldığınızda kurgusu Frederic Forsythe’ın romanlarını aratmayacak güçte. Tarihsel arka planı sağlam, öngörüler ise faraziye üzerine değil, Mine Kırıkkanat’ın politik bakış açısına göre şekillenmiş. Kırıkkanat’ın kitabın girişinde belirttiği gibi “Bu romanda yazılan her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir.” Destina, bugün kitapçılarda. Artık doğruların geri kalanını kitaptan okursunuz...

Bitsin istemeden okuyorsunuz...

Ben kitabın basılmadan önceki halini bir çırpıda okudum, bitsin istemeden... Türkiye’nin geleceğine ilişkin karamsar tablo, kötü oturduğu halde içime... Bitirir bitirmez, Mine Kırıkkanat’la buluştuk. İlk sorum, “Eğer böyle giderse, Türkiye’nin parçalanacağına inanıyor musunuz?” oldu. “Senin korkunu çok iyi anlıyorum, ama korkunun ecele faydası yok. Görüyorsun, işte daha mahkemeye çıkarılmadan insanlar aylarca hapiste tutuluyor” diye girdi söze... Sonra başladı sıralamaya bu karamsar gelecek tasvirine onu götüren sebepleri: “Türkiye, çok stratejik bir bölgede ve Türk halkı özellikle cahilleştiriliyor, bilinçsizleştiriliyor, yozlaştırılıyor, kendine yabancılaştırılıyor, Araplaştırılıyor... Böyle bir toplumun bu toprakları elinde tutmasına uzun vadede, hatta orta vadede imkan yok.”

Kırıkkanat, Destina’yı, bir imdat freni çekme telaşıyla yazmış. “Ben hızla uçuruma giden treni durdurmaya çalışıyorum. ’Bu yanlış gidişi anlayın, duyun, yanlıştan vazgeçin’ demek istiyorum” diyor. Sonra bir örnek daha veriyor, romanında İstanbul’u yerle bir eden depremden “Tıpkı İstanbul depremini ciddiye almadıkları gibi bunu da ciddiye almıyorlar... Depremi bekleyen bir şehre böyle mi imar yapılır? Çadır kurulacak yeşil alan bırakmadılar. Bu gidiş de aynen böyle. Uçuruma doğru gidiyoruz, ben de ’Treni durdurun!’ diye bağırıyorum.”

“Bugünlerde bunları dile getirmek cesaret işi” diyorum bu kez, o aynı fikirde değil: “Bunun için cesarete gerek yok. Ben kimseye küfretmiyorum. Sadece şunu söylüyorum ’Bu ülkeyi, ister Müslüman, ister laik olsun hiçbir Türk’e bırakmayacaklar.” İşte bu yüzden bu ülkenin Atatürk, İsmet İnönü, hatta Celal Bayar gibi vizyon sahibi siyasetçilere ihtiyacı var. Eğer çıkmazsa, ki çıkması çok zor, Hıristiyanlığın başkenti olarak kurulan İstanbul’un, yeniden ’Nova Roma’ olması, işten bile değil. Kırıkkanat, onları en iyi tanıyan Türkler’den biri olarak, Avrupalılar’ın hâlâ İstanbul’u Türkler’e kaptırmaktan kaynaklanan bir utancı yaşadıklarını söylüyor. Rövanşı bekleyen bir rakip gibi tetikteler ona göre... En azından Avrupa’nın derin devletlerinin haleti ruhiyesi ve stratejisi bu. Bir gün İstanbul’u geri almak, alırken de Türkler’den acı bir hesap sormak, yani Türkiye’yi tarihe gömmek.

Yine umutsuzluğa kapıldım. “Hiç umut yok mu?” diyorum, bir umut kırıntısı bekleyerek, tıpkı romanın son sayfasındaki gibi... Kırıkkanat’ın cevabı biraz kalbime su serpiyor “Umudum olmasa bu kitabı yazmazdım!”

Okudukça şaşıracaksınız

Kırıkkanat, kısa cümlelerle afallatıyor ’Destina’yı okuyanı... İşte size doğru bildiklerinizi tersine çeviren bölümler:

* Yoz Türkler’in kurt sandıkları Asena bir dağ keçisi olup, Etrüsk motiflerinde kutsal keçi olarak görülür. Yoz Türkler’in bozkurt diye andığı Türklerin en büyük tanrıçası dişi beyaz kurt Akana’dır.

* El kadar Türkiye’yi önce ’ılık İslamcı’ diye destekledikleri şeiratçılar eliyle boğazına kadar borçlandırıp, sonra ’çok İslamlaştı’ diye borç tahsiline girişip paylaşmak kolaydı...

* NATO’nun Kıbrıs’a yaptığı askeri yığınağın resmi gerekçesi, Müslüman halkla Ortodokslar arasındaki tarihsel kan davasının yeniden başlamasını önlemek olarak gösteriliyordu. Oysa doğru gerekçe, birkaç yıl önce Kıbrıs karasularında bulunan petrol rezerviydi... Hilale karşı güya ittifak kuran haçlılar arasındaki gizli rekabet, Kıbrıs petrolüyle daha da önem kazanan Doğu Akdeniz hangi haçın kontrolüne girecek, Ortodoks Rusya’nın mı, yoksa Hristiyan Batı’nın mı, bilmecesinde uyukluyordu... Daryal, bu haliyle adayı artık ancak kendi yaşıtlarının hatırladığı Küba’nın komünist rejimden kurtulunca döndüğü aslına benzetiyordu: Küba ABD’nin, Kıbrıs AB’nin kerhanesi olup çıkmıştı...

Kahvenin yanında iyi gider!

Avrupa kültürünün kurucusunun bir Türk halkı, Etrüskler olduğunu konuşuyoruz Mine Kırıkkanat’la... Tam o sırada aklıma oturduğumuz mekan geliyor. Kahve Dünyası... Starbucks’a, Gloria Jeans’e karşı Türk kahve kültürüne sahip çıkan bir mekan. Biz değil miyiz ki Viyana kafelerine ilham veren! Kahve daha bir nefis kokmaya başlıyor. İkimiz de gülümsüyoruz... Kırıkkanat, Destina’nın Kahve Dünyası’nda da satılacağını söylüyor. Bu sadece Destina’ya özel bir uygulama olacak... Sizce de Türk kavesinin yanında iyi gitmez mi?