IŞIL ÖZ/T24
Bir kişiye yapılan haksızlığı bütün topluma yapılmış sayan Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, üzerine gittiği her konuda haklı çıktı. Bütün yolsuzlukları, kaçakçılıkları, pislikleri, cinayetleri tek tek sergiledi. O, kitlelere mal olmuş bir yazardı. Ona göre çağımızın en büyük suçu, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı çıkmayarak susmaktı. Uğur Mumcu bu suçu işlemediği için öldürüldü.
O günü Özge Mumcu şöyle anlatıyor:
“24 Ocak 1993 Pazar günü, ülkeyi bir şok dalgası sardı. Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, arabasına konan bir bomba sonucunda öldürülmüştü. Ülke yasa boğuldu, yürüyüşler düzenlendi, terör kınandı. Türkiye’nin gördüğü en kalabalık cenaze törenlerinden biri yaşandığında, tarihler 27 Ocak 1993’ü gösteriyordu. Ankara’nın o yağmurlu gününde, yüzbinlerce insan Kızılay’dan Cebeci Asri Mezarlığı’na yürüdü. Karanfiller atılıyordu tabutun üzerine, karanfiller gömülürken de yağmaya devam etti.”
Sene 2012
Uğur Mumcu cinayeti bütün bağlantılarıyla hala aydınlatılamamıştır. Kanlı örgütler ve bu örgütlerin devlet içindeki kutup başları hala yakalanmadı. Türkiye’yi kanlı kargaşa içine sokan çeteler, bunların etkili ve yetkili koruyucuları suç kanıtlarıyla birlikte ortaya çıkarılmadı.
“Türkiye tetiği çekenlerin de korunduğu, tetiği çektirenlerin himayesine alındığı ve cinayetlerde yetkili görevde olanların soruşturulmadığı bir ülke. Üstelik “normal” olanın bu durum olarak görüldüğü bir ülke.” diyor Özge Mumcu, babasının Eylül 1992’de “Hizbulkontra” başlıklı yazısını hatırlatırcasına:
“Kürt Hizbullahı” özellikle son bir yıldır PKK’ya karşı saldırılar düzenliyor. Bu saldırılar devlet içindeki örgütler, örneğin “Kontrgerilla” olarak bilinen eski adı “Özel Harp Dairesi” tarafından destekleniyor mu? Bunu, bugün için bilmeye ve yazılı belgeye dayanarak kanıtlamaya olanak yoktur.
Bazı devlet görevlileri ile bu tür örgütler arasında hiyerarşik düzen içinde ve emir komuta ile değil, 12 Eylül öncesinde kanıtlandığı gibi bireysel ilişkiler de kurulabilir.
12 Eylül öncesinde kurulan bu ilişkilerin bir kısmı yazılı belgelere dayanılarak kanıtlanmış ve ilişkiler bu köşede yayımlanmıştı. Ancak bu ilişkilerin devletin hangi tepe noktasına kadar ulaştığı ise bir türlü anlaşılamamıştı.
Bugün, hükümetin başta Musa Anter cinayeti olmak üzere bölgede işlenen bütün cinayetleri tek tek aydınlatması gerekir. Bu cinayetler aydınlanmaz ve bu saldırılar da böyle sürüp giderse, devlet –haklı ya da haksız, yanlış ya da doğru– bu tür suçlamalardan kurtulamaz.”
Uğur Mumcu davasında gelinen son durum
Sanıklardan ilk üç sanığın ikametgahı Tahran/İran olarak gösterilmiş.
Ancak, iddianamede açıkça; “Askeri yönden İran’da eğitilmişler ve doğrudan gizli olarak bağlantı kurulan bu tip elemanlara ayrıca bomba ve silah eğitimi verilerek örgütsel gruplarla bağlantıları kesilmiştir.” denmesine karşın, bu güne kadar adalet bakanlığı aracılığı ile konu dışişleri bakanlığına aktarılıp İran makamlarından gerekli bir açıklama istenmemiş!
Son olarak açılan davada ve ikametgahı İran olarak gösterilen üç sanık hakkında da böyle bir girişim yapılmamış! Yine firari sanık Oğuz Demir ve diğer sanıklar hakkında kırmızı bülten çıkarılıp çıkarılmadığı bilinmiyor.
Uğur Mumcu’yu andığımız bugün, onun ardından ağıt yakmaktansa örülen duvarlara direnmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlamalı, tetikçilerin bulunması, siyasi cinayetlerin bir an önce aydınlanması için bilinçli bir işbirliği gerektiğini hafızalarımıza kazımalıyız…