Torsten Dahm, Almanya’nın Potsdam kentindeki Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin Deprem ve Yanardağı Fiziği Bölümü direktörü. Kendisiyle Alaska, Japonya ve Günedoğu Asya’da meydana gelen son deprem ve yanardağ patlamalarını konuştuk.
Deutsche Welle: Geçtiğimiz günlerde Endonezya’nın başkenti Cakarta merkezli 6.4 ve ABD’nin Alaska eyaleti açıklarında da 7.9 büyüklüğünde art arda iki deprem meydana geldi. Aynı zamanda Filipinler, Japonya ve Endonezya’nın Bali adasındaki yanardağlarda da patlamalar oldu. “Pasifik Ateş Çemberi” olarak adlandırılan bölgedeki bu doğal afetlerin birbirleriyle bağlantısı var mı?
Torsten Dahm: Evet, tüm bunlar vuku buldu. Ancak şu unutulmamalıdır ki, her gün pek çok deprem tespit ediyoruz. Burada önemli olan sarsıntının aletsel büyüklüğüdür. 8’in biraz altındaki Alaska depremi, son zamanlarda meydana gelenlerin en büyüğü. Böyle büyük bir deprem çok sık görülmez. Yılda ortalama bir ya da iki kez olur.
Endonezya'daki deprem çok daha küçüktü. Richter ölçeğine göre 7 Magnitüd büyüklüğündeki depremler yılda ortalama on kez oluyor. 6 büyüklüğündeki depremlerin sayısı ise yılda ortalama 100 dolayında. Depremsel aktiviteleri uzun bir periyotta incelediğimizde, bazı günlerde tesadüfen iki, üç depremin birden meydana geldiğini görürüz. Bu bizim için şaşırtıcı ya da sürpriz bir durum değil.
Alaska ile Endonezya arasında yaklaşık 7 bin kilometrelik bir mesafe var. Depremler arası bir etkileşimden söz edebilmek için azamî mesafe ne kadar olmalı?
Bu kadar büyük bir mesafedeki depremler arasında doğrudan ve açık bir etkileşim olup olmadığını gözlemlememiz mümkün değil. Lakin büyük sarsıntıların ardından o bölgedeki deprem geriliminin arttığını biliyoruz. Böyle durumlarda bir “gerilim aktarımından” söz ediyoruz. Bu aktarım, artçı sarsıntılara neden oluyor. Depremlerdeki etkileşim bu şekilde cereyan ediyor.
Fakat bunun kapsadığı etki alanı sınırlıdır. Örneğin 8 büyüklüğündeki bir depremde en fazla birkaç yüz kilometrelik bir etkileşim alanı oluşur. Öyle binlerce kilometrelik bir alanda etki göstermesi beklenemez.
Peki ya çoğunlukla plato sınırlarında bulunan yanardağlar ile depremler arasında bir bağlantı var mı?
Bazı plato sınırlarında, deprem ve yanardağ aktiviteleri arasında yoğun bir etkileşim gözlemliyoruz. Bunu anı deprem ile artçı sarsıntılar arasındaki bağlantıya benzetebiliriz. Özellikle de depremin merkez üssüne yakın olan platolarda.
Ancak bazen çok daha karmaşık bir durum ortaya çıkabilir: Zaten kritik durumda olan bir yanardağ, uzak mesafedeki şiddetli bir depremin açığa çıkardığı sismik dalgalardan etkilenebilir. Bu da yanardağlarda bir "uzaktan tetiklemeye” yol açabilir.
Her ne kadar bu çok sık rastalanan bir durum olmasa da, bir "dinamik tetikleyici” fenomeni söz konusudur ve bilimsel açıdan da çok ilginçtir. Ancak son depremler ile yanardağ patlamaları arasında böyle bir bağın bulunması, çok yakın bir ihtimal olarak görünmüyor.
Bu dinamik tetikleyiciyi tam olarak kafamızda nasıl canlandırmalıyız? Örneğin maden sodası şişesininin tabanını masanın üzerine sert bir şekilde vurduğumuzda, şişenin ağız kısmında oluşan gaz kabarcıkları gibi bir şey mi?
Evet, yaklaşık olarak böyle bir etki oluşuyor diyebiliriz. Gerçi henüz en ince ayrıntısına kadar inceleme imkanımız olmadı ama dinamik tetikleme sonucu yanardağdaki gazlar, akışkanlar ve magma ocağı harekete geçiyor.
Depremin oluşturduğu sismik dalgalar, yanardağın içindeki akışkan sistemi hızlandırıyor. Bu da gaz üretimini artıyor. Bu gazların yanardağ bacasında birikmesi sonucu yüksek bir basınç oluşuyor.artıyor. Sonunda da volkanik patlama meydana geliyor. Ancak yanardağlar çok karmaşık bir sisteme sahiptir ve deprem olmadan da patlama aşamasına gelmeleri mümkündür.
Fabian Schmidt
©Deutsche Welle Türkçe