02 Temmuz 2024 12:36
T24 Haber Merkezi
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda, "Suriye'deki durum özelinde, Esad'la yapılan görüşmelerin samimiyeti ve etkinliği, Rojava halklarının iradesine saygı gösterilmesi ve Kürt düşmanlığından vazgeçilmesiyle mümkün olacaktır. Gerçek barış ve anlaşma, Qamişlo ve Kobani üzerinden geçer" dedi.
Tülay Hatimoğulları, konuşmasına, geçtiğimiz Pazar günü İzmir Torbalı'da bir restoranda meydana gelen ve beş yurttaşın hayatını kaybettiği patlamada yaralananlara acil şifalar dileyerek başsağlığı dileklerini ileterek başladı. Aydın Kuşadası, İzmir Selçuk ve Menderes'te meydana gelen orman yangınlarında evlere sıçrama tehlikesi yaşandığını belirtti.
Hatimoğulları, bu yangınların çoğunun turizm tesisleri, imar ve maden ocakları için kasıtlı olarak çıkarıldığını iddia etti. Kayseri'de ve Diyarbakır başta olmak üzere bölgede yaşanan yangınlar gibi olayların sıradanlaştırılmaya çalışıldığını ve bu tür olayların başka ülkelerde yaşansa hükümetlerin düşeceğini veya bakanların istifa edeceğini belirtti.
Eş genel başkan, mevcut iktidarın Türkiye'yi yönetme yeteneğini çoktan kaybettiğini savundu ve sistemdeki çürümeye dikkat çekerek değişim talebinde bulundu.
Konuşmasında ayrıca Sivas Katliamı'na değindi. 31 yıl önce Pir Sultan Abdal'ı anmak için toplanan 33 kişinin Sivas'ta katledildiğini anımsattı. Madımak Davası'nın uzun yıllar sürdüğünü ve mağdur aileler için zor bir süreç olduğunu ifade etti. Davanın zamanaşımı ile düşürülmesinin ardından yaşanan adaletsizliklere ve Erdoğan'ın bu duruma verdiği tepkilere dikkat çekti.
Dış politika ve Kürt sorunu bağlamında, Türkiye'nin dış politikasının daha barışçıl ve demokratik olması gerektiğini, özellikle Kürt sorununun çözümünün bu politikanın temelini oluşturması gerektiğini vurguladı. Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine ve Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı tutsakların direnişini desteklediğini belirtti.
Son olarak, Türkiye'de normalleşme sürecinin nasıl olması gerektiğine dair görüşlerini paylaştı ve 1 Mayıs'ta tutuklananlar için yüksek hapis cezaları istendiğini, Kürt düşmanlığının her yerde körüklendiğini ifade etti. Erdoğan'ın normalleşme adı altında muhalefeti zayıflatmaya çalıştığını ve gerçek bir normalleşmenin toplumun tüm kesimlerinin sorunlarına çözüm üretilmesiyle mümkün olacağını söyledi.
Hatimoğulları'nın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Bu Pazar günü İzmir Torbalı'da bir restoranda meydana gelen korkunç patlamada maalesef 5 yurttaşımız hayatını kaybetti. Bu elim olayda yaralanan onlarca insanımıza acil şifalar dilerim. Kaybeden ailelere ve sevenlere başsağlığı ve sabır diliyorum.
Aynı zamanda Aydın Kuşadası, İzmir Selçuk ve Menderes'te yaşanan orman yangınları, nerdeyse evlere kadar sıçramak üzereydi. Bu yangınlarda can kaybı yaşanmamış olması tek tesellimiz. Ancak bu yangınlar çoğu zaman kendiliğinden çıkmıyor; turizm tesisleri, imar alanları ve maden ocakları için kasıtlı olarak çıkarıldıklarını görüyoruz. Türkiye'nin ciğerleri, bu yangınlarla kül ediliyor.
Son günlerde Kayseri'de ve Diyarbakır, Mardin gibi bölgelerde yaşanan yangınlar, sıradanlaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumları normalleştirmeye çalışan bir yaklaşım içindeler. Ancak unutmayalım ki, bu tür olaylar başka ülkelerde yaşansa hükümetler düşer, bakanlar istifa eder.
Bu iktidar, 85 milyonluk Türkiye'yi yönetme ehliyetini çoktan kaybetti. Ülkemizde hiçbir kurum doğru düzgün çalışmıyor. Karşı karşıya olduğumuz bu çürümüş ve kokuşmuş sistemden artık yeter deme zamanı geldi. Başka ülkelerde yaşansa hükümet düşürecek, bakan istifa ettirecek gelişmeler bu ülkede sıradanlaştırılıyor. Bizler, bu duruma karşı sesimizi yükseltmeli ve daha iyi bir yönetim için mücadele etmeliyiz.
Madımak'ta 31 yıl önce bugün, Pir Sultan Abdal'ı anmak üzere toplanan 33 kişi, aralarında yazarların ve ozanların da bulunduğu grup, Sivas'ın ortasında vahşice katledildi. Bu katliamla, ülkede şiirin, şairin ve yaşamın hedef alındığı, kardeşliğin ve birlikte yaşam umudunun yok edilmek istendiği çok açıktı. Madımak Davası yıllar boyunca sürdü, şehir şehir dolaştırıldı ve mağdur aileler için adeta bir işkenceye dönüştü. Çoğu katil, uzun süren yargılamalara rağmen hiç ceza almadı, ceza alanlardan biri cumhurbaşkanı tarafından affedildi, bir diğeri ise hastalık gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Dava, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olmasına rağmen zamanaşımı ile düşürüldü. AKP Genel Başkanı Erdoğan, bu zamanaşımı kararını “hayırlı olsun” diyerek onayladı ve bu sözlerle milyonların vicdanını sızlattı. Katliamın faillerinin avukatları ise AKP tarafından milletvekili, belediye başkanı, bakan ve Anayasa Mahkemesi üyesi gibi yüksek mevkilere getirilerek ödüllendirildi. Bu adaletsizlik karşısında bizler diz çökmedik, baş eğmedik ve adalet talebinden vazgeçmedik.
Gerçek adaletin, Hakikatle yüzleşme, özür dileme ve Alevi toplumunun eşit yurttaşlık haklarının tanınmasıyla mümkün olacağına inanıyoruz. Madımak Oteli'nin “Madımak Utanç Müzesi”ne dönüştürülmesi bu yüzleşmenin bir parçası olabilir. Katliamda kaybettiğimiz Metin Altıok’un dizelerinde dediği gibi, “Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli. Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.” Canlarımızı sevgiyle anarak ve adalet talebimizi yüksek sesle dile getirerek mücadelemizi sürdüreceğiz.
Günümüzde yaşanan savaşlar ve krizler, dünyayı ağır bir yük altına sokmuş durumda. Açlık ve sefalet, her yere yayılıyor. Dünyada, bir avuç şirket ve devlet, milyarlarca insanı açlıkla, yüz milyonlarca insanı ise göçle ve ölümle cezalandırmayı amaçlıyor. Latin Amerika'dan Ortadoğu'ya, Afrika'ya kadar her yerde darbeler, savaşlar, yıkımlar ve göçler devam ediyor. Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali her geçen gün büyüyor ve bu, tamamen egemenlerin savaşıdır.
Egemenler, kapitalist sistemin tıkanıklığını aşmak için dünya genelinde savaşı yaymaya çalışıyorlar. Dış İşleri Bakanı'nın Üçüncü Dünya Savaşı uyarısı ve Milli Savunma Bakanlığı'nın "Biz Üçüncü Dünya Savaşına hazırız" açıklaması, bu hazırlıkların bir göstergesi. Ancak bu durum, yöneticilerin asıl görevlerinin savaş tespiti yapmak ya da hayal satmak olmadığını unutmamalıyız. Soruyorum, yıllardır her yere yaydığınız şiddet ne kazandırdı? Barış müzakeresi mi yürüttünüz yoksa "Komşularla sıfır sorun" politikanız "Yedi düvelle savaş" politikasına mı dönüştü?
Son olarak, Suriye'deki durum özelinde, Esad'la yapılan görüşmelerin samimiyeti ve etkinliği, Rojava halklarının iradesine saygı gösterilmesi ve Kürt düşmanlığından vazgeçilmesiyle mümkün olacaktır. Gerçek barış ve anlaşma, Qamişlo ve Kobani üzerinden geçer.
Kürt sorununun çözümü, dış politika stratejimizin temelini oluşturmalıdır ve bu çözümün barışçıl ve demokratik yöntemlerle gerçekleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve Abdullah Öcalan üzerindeki ağır tecrite dikkat çeken ve bu duruma karşı direniş gösteren tutsaklarla dayanışma içindeyiz. Adalet Bakanı ile bu konuları görüşmek üzere Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen anneler, kolluk kuvvetlerinin engellemeleriyle karşılaşmaktadırlar ve Bakan, görüşmelerde herhangi bir somut çözüm önermemiştir. Bu annelerin mücadelesi, bu toprakların en gerçek ve onurlu mücadelelerinden biridir ve biz bu mücadeleyi destekliyoruz.
Ayrıca, Kürt halkının demokratik haklarının gasp edilmesine karşı da durmaktayız. Halk, belediye eş başkanlarını seçmiş olmasına rağmen, bu seçimler kabul edilmeyip kayyımlar atanmaktadır. Bu, demokrasiye yapılan bir darbedir. İstanbul'da bir araya gelen halklar, inançlar ve siyasi yapılar, kayyıma karşı ortak bir sesle "Emeğimiz ve Özgürlüğümüz İçin Kayyıma Geçit Vermeyeceğiz" diyerek direnişlerini sürdüreceklerini ilan ettiler. Evet, biz de kayyuma geçit vermeyeceğiz! Bu direniş, Türkiye'nin her yerinden sürdürülecek ve halk iradesinin hiçe sayılmasına karşı mücadelemiz devam edecektir.
Sinan Ateş davası da bugün görülmeye devam ediliyor. Anlaşılıyor ki bu dava da tıpkı diğer emsal davalar gibi adil görülmeyecek. Kamuoyu bu konuda da duyarlı olmalı. Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş, mutlaka ama mutlaka korunmalıdır.
1 Mayıs'ta tutuklananlar için ağır hapis cezaları isteniyor. Antep'te, "terörö" bahanesiyle HDP yöneticilerine ve devrimcilere ceza yağdırılıyor. Muğla Seydikemer'de ise dört Mardinli tarım işçisi, bir grup ırkçı tarafından saldırıya uğruyor ve yaralanıyor. Kürt düşmanlığı her yerde körükleniyor. Sonra da sözde "normalleşme" gündeme geliyor.
Erdoğan "normalleşme"den ne kastettiğini açıkladı; muhalefetin normalleşmesi gerektiğini söyledi. Aslında bu, klasik numaralardan biri. Erdoğan, toparlanmak için zaman kazanmaya çalışıyor ve muhalefetin bir kısmına zeytin dalı uzatıyor gibi yapıyor. Ama bu rejimin yapısı normalleşmeye uygun değil, değişim şart.
İktidar, muhalefeti kendi safına çekmek istiyor ama bu iktidarın günahlarına kimse ortak olmamalı. Muhalefet, halkın içinde durmalı; yurttaşın, işçinin, emekçinin ve diğer dezavantajlı grupların sorunlarına çözüm üretmeli. Gerçek anlamda normalleşmek için muhalefet daha güçlü ve etkili olmalı.
İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldı ve bu yetmezmiş gibi şimdi de 9. Yargı paketiyle kadınları şiddete karşı koruyan 6284 sayılı kanun değiştirilmek isteniyor. Erkek şiddetine karşı kadınların korunma tedbirlerini almasını zorlaştıran yasa değişiklikleri gündemde. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi'nin kararına rağmen kadınların kendi soyadlarını kullanma hakları ellerinden alınmak isteniyor.
Bu duruma sessiz kalmamalıyız. Meclisteki bütün kadın milletvekillerine, parti farkı gözetmeksizin, bu değişikliklere karşı ortak bir tutum sergilemeleri için çağrıda bulunuyorum. Aynı zamanda, tüm milletvekillerini de bu tutumu desteklemeye davet ediyorum.
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'da, İlerici İttifak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Toplantısı'nda, bütün kıtalardan ve 27 ülkeden gelen kadın delegasyonuna ev sahipliği yaptık. Bu toplantı, toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan bir çalışmaydı. Farklı dillerden, renklerden, halklardan ve inançlardan gelen kadınlar, Türkiyeli ve Kürt kadınlarla olan dayanışma duygularını, selamlarını ve sevgilerini ifade ettiler. Bu birlik ve beraberlik ruhuyla, hep birlikte mücadele ederek, haklarımızı koruyabiliriz.
Dünya Savaşı söylemleriyle Türkiye'de yaşanan baskıları, açlığı ve işsizliği örtbas etmeye çalışıyorlar. Her konuşmalarında "Türkiye ateş sarmalındadır" diyerek, güvenlikçi politikalarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Dışarıda bir ateş sarmalından bahsedip, içerideki yangını göz ardı ediyorlar.
Bizim halkımız asıl yangın yerinde, adeta bir yaşam savaşı veriyor. Bugün hükümet asgari ücrete bir lira bile zam yapmazken, elektriğe yüzde 38 zam yaparak her evi, her işletmeyi yangın yerine çevirdi. "Yerli ve milliyiz" diyorlar ama halk ezilirken İngiliz firmalarına para kazandırıyorlar. Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Yalova'da yaşayan vatandaşlarımız elektrik faturalarını bir İngiliz şirketine ödüyor. Bu şirket, UEDAŞ, son üç yılda tek kuruş kurumlar vergisi ödememiş. Halktan toplanan yüzde 38 zamlı faturalar karşısında, şirket vergi ödemiyor. Bu nasıl bir yerli ve milli politika?
Elektriğe yapılan bu el yakan zam derhal geri çekilmeli!
Bakın, asgari ücretli ayda 17 bin TL alıyor. Bu parayla kira mı ödesin, et mi alsın, ekmek mi alsın? Allah’tan korkun, kuldan utanın.
Normalleşme dedikleri şey, sermayeye sürekli kıyak çekmekle olmuyor. Normalleşme, 7,5 milyon asgari ücretliye aylık ek olarak 24 bin 445 TL verip, maaşlarını 41 bin 447 TL'ye çıkarmakla olur. 16 milyon emekliye her birine 137 bin 500 TL ödemekle, yaklaşık 6 milyon engelliye 366 bin 666 TL ödemekle olur. 22 bin fabrika kurup işsizlik sorununa çözüm bulmakla, özelleştirilmiş TEKEL, şeker fabrikaları gibi kamu varlıklarını yeniden kamulaştırmakla olur. 700 milyar TL'ye ulaşmış çiftçi borçlarını ödemekle, 43 milyon kadına HPV aşısı yapmakla gerçekleşir.
Bütün bu adımlarla, DEM Parti olarak kurucu bir ruhla ve toplumcu, kamucu, demokratik bir anlayışla Türkiye'nin karşılaştığı bu yıkımı değiştirmeye adayız. Biz bu yolda kararlıyız ve mücadelemize devam edeceğiz.
Bugün burada, ülkemizin dört bir yanından gelen seslerle, hep birlikte bir gerçeği haykırmak için toplandık: Bu ülkede her şeyin çivisi çıktı! Sömürü ve zulüm düzeni, ülkemizi batırma pahasına, halkımızı katmerli şekilde ezme pahasına sürdürülmeye çalışılıyor. Ancak biz, bu gidişata dur demek için buradayız.
Ne sermaye düzeni ne de onların koruyucu meleği olan Saray ve ortakları, biz halktan daha güçlü değiller. Çözüm bizde ve çözüm bizim sesimizi yükseltmemizde, mücadelemizi büyütmemizde.
Biz, demokrasiyi savunmak adına kayyım kararları geri alınıncaya kadar direnişimizi sürdüreceğiz. Türkiye’nin dört bir yanından yola çıkarak, 'İradeye Saygı' yürüyüşümüzle İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’den Adana’ya, Van’dan Hakkari’ye kadar yürüyoruz.
Bu yürüyüş sürerken, işimizi ve aşımızı da savunacağız. Yaz boyunca ülkemizin dört bir yanında tarlalarda, fabrikalarda çalışan işçilerle, emekçilerle, çiftçilerle ve yoksullarla buluşacağız. Katmerli yoksulluk ve saldırılara uğrayan kadınlarla, işsiz gençlerle buluşmalar gerçekleştireceğiz ve 'Ekmek ve Adalet Kampanyası'nı başlatıyoruz.
Herkes için adil bir yaşam mümkün, bunu sağlamak için dayanışma ve birlik ruhunu yaygınlaştıracağız. Sömürücü zalimlerin ateşine karşı, dayanışmanın inceliğinde buluşacağız. Çünkü biz, ekmek kavgasını ve adalet kavgasını birlikte yürütüyoruz.
Yalnızlaştırmaya çalıştıkları, haklarına ve hukuklarına girdikleri her kesimle omuz omuza dayanışacağız. Zulmün gölgesinde değil, adaletin güneşi altında buluşacağız.
Bizim pusulamız, dayanışmadır; ezilenlerin ortak mücadelesi ve direnişidir. Çıktığımız bu yolda, hep birlikte güçleneceğiz, hep birlikte kazanacağız.
Hızır yar ve yardımcımız olsun!"
© Tüm hakları saklıdır.