22 Ocak 2020 09:43
AKP'den ayrılarak Gelecek Partisi'ni kuran Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, ABD Başkanı Donald Trump'ın kendisine gönderdiği mektubu iade ederken kullandığı "Takdim ettim" sözünü sert bir dille eleştirdi. "Dış politikada benim dönemimde de ABD ile gerilimler çıktı" diyen, "Ama bugün olduğu gibi Trump'tan bir ABD başkanından bu kadar rezil bir mektup almadı Türkiye" ifadesini kullandı.
Başkanlığı döneminde Suriye’de her istediklerini gerçekleştiremediklerini söyleyerek, “Suriye politikamızda hesap hataları yapmış, öngörülerimizde yanılmış olabiliriz" öz eleştirisinde bulunan Davutoğlu, bu döneme ait tüm sorumluluğun kendisine yüklenmesine tepki gösterdi. Davutoğlu, "Karar alma süreçlerindeki geniş halka göz ardı edilip dış politikadaki aksaklıkların sorumluluğu bana yükleniyor. Bu doğru da değil hakkaniyetli de değil" dedi.
Gelecek Partisi lideri, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Karar yazarları Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur’un sorularını yanıtladı.
Röportajın ilk bölümü için tıklayın - Davutoğlu: Tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm ve engellemek için çok çaba sarf ettim
Elif Çakır: Peki şunu diyebiliyor musunuz; Dış politikada güzel şeyler yaptık ama Suriye politikalarında yanlışlar da yaptık, evet hatamız oldu.
Ahmet Davutoğlu: Tabii. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye’nin Suriye politikası ilkesel, ahlaki ve reelpolitik olarak doğru bir politikaydı. Ancak yapabileceğiniz şeyler, yapamayacağınız şeyler var. Hiçbir zaman bir ülke küresel güç bile olsa ABD bile istediği her şeyi gerçekleştiremez. Biz de Suriye'de istediğimiz her şeyi gerçekleştiremedik. Noktasal olarak hesap hataları da yapmış olabiliriz. Elimizdeki imkanlarla, samimi bir niyetle ülkemiz ve bölgemiz için doğru olduğuna inandığımız şeyleri yapmaya çalıştık. Bu çabalarımızın bir kısmında, öngörülerimizde yanılmış da olabiliriz.
Ancak, benimle alakalı olmayan veya benimle sınırlı olmayan pek çok başlık da bana mal edilmeye çalışılıyor. Emevi Camisinde namaz gibi benim sarf etmediğim sözler bana atfediliyor. Dış politikanın MGK’da, Bakanlar Kurulunda, siyasi hiyerarşi ve karar alma süreçlerinde alınan kararlarla yürütüldüğü unutuluyor. Hayatımın hiçbir döneminde üstlendiğim bir görevle ilgili sorumluluktan kaçmadım, ancak bilinçli ve kasıtlı bir çabayla, belli bir strateji neticesinde karar alma süreçlerindeki geniş halka göz ardı edilip dış politikadaki aksaklıkların sorumluluğu bana yükleniyor. Bu doğru olmadığı gibi, hakkaniyetli de değil.
Bir kere siyasetin hangi alanında olursa olsun, hiç hata yapmadınız mı gibi bir soruya bir insanın “hiç hata yapmadım” demesi için ya insan doğasını, psikolojiyi bilmemesi lazım ya da tarihi. Tarih ve psikoloji bilen herkes hatasını da doğru yaptığı işleri de bilir. Siyaset demin söyledim meleklerin yaptığı bir iş değil. Ama olmaması gereken şey ilkeleriniz ile realite arasında gerilimler gördüğünüzde kendi sahiciliğinizden kopmamanız. Yani ilkelerinizi terk ederek Makyavelist bir politikaya yönelmemeniz, ilkelere sadık kalacağım derken de realiteden kopmamanız gerek. Birisi makyevelist, diğeri hayalci bir tutumdur.
"Son dönemde dış politika konusunda hicapla izlediğim husus şu ki; beraber politika yaptığımız, devlet kararlarını beraber aldığımız insanlar, cumhurbaşkanı, başbakanlar, bakanlar kazanımlar olduğunda haneye kendilerini yazıyorlar, çıkan problemleri de 3,5 sendedir hiçbir devlet görevi yürütmeyen bir başkasına , devri sabık yaparak yüklemeye çalışıyorlar. Eğer bu politikalar yanlışsa üç senedir değiştirseydiniz. Ben şimdi yürüyen dış politikayı eleştirebilirim çünkü 3,5 yıldır ben burada yokum. Hemen söyleyeyim; çok yanlış bir dış politika yürütülüyor.
Ben başdanışmanken ortada bir Dışişleri Bakanı var, Başbakan var, Cumhurbaşkanı var ama sorumlu benim. Ben Dışişleri Bakanı oluyorum, bu sefer Başbakan var, Cumhurbaşkanı var, yine sorumlu benim. Ben Başbakan oluyorum, bu sefer Dışişleri Bakanı var, onun sorumluluğu değil, Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğu değil yine ben sorumluyum.
Ahmet Taşgetiren: Siz herkesi etkilemiş olabilir misiniz?
Ahmet Davutoğlu: O kadar kuvvetli miyim? (Gülüyor) O zaman benim vizyonumda dış politika nereye geldi ona bakalım. Suriye denkleminden bakmayalım bu dış politikaya sadece. O dış politikayla Türkiye AB sürecini en üst düzeye getirdi. Ben başbakanlıktan ayrıldığımda Türkiye ile AB arasında vize muafiyeti anlaşması imzalanmak üzereydi. O zaman onu da haneye yazın.
Dış politikada benim dönemimde de ABD ile gerilimler çıktı. Ama bugün olduğu gibi Trump'tan bir ABD başkanından bu kadar rezil bir mektup almadı Türkiye. Aksine gerektiğinde 1 Mart tezkeresindeki gibi parlamentonun saygın kararıyla ABD ile karşı tavır da aldı ama kriz yaşamadı. Mavi Marmara krizini yaşadık. Nükleer anlaşmayı yaşadık İran ile. Ama ABD ile öyle bir kriz yaşamadık. Eğer böyle bir mektup ben Dışişleri Bakanı iken bizim bir büyükelçimiz tarafından bana getirilseydi, ben önce o büyükelçiyi görevden alırdım. Nasıl bu mektubu kabul edersin diye. Sonra da aynen iade ederdim. Eğer Dışişleri Bakanı bana getirseydi onu görevden alırdım. Her şey geçer, o mektup Türkiye Cumhuriyeti’nin kayıtlarında kalır. Bütün dünya kayıtlarında kalır. O mektup iade edilirken Cumhurbaşkanı’nın kullandığı tabir Türkçe’den İngilizce’ye çevrildiğinde bu sefer uluslararası alanda utandım. “Takdim ettim mektubu” diyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kimseye böyle bir mektubu takdim etmez. Bu mektup ancak iade edilir. Çok kriz yaşadık ama hiçbiri bunu yapamadı. Benim eleştirildiğim dönemde Rusya ile olan politikalara bakarsanız. Vize muafiyeti anlaşmasını imzalayan benim. Stratejik işbirliği anlaşmasını imzalayan benim. Dış ticaret ilişkilerimiz en yüksek seviyeye çıktı. Konjonktürel olarak bir uçak düşürülme krizi yaşadık. O krizin tırmanmasının temel sorumlusu, o sabah bizim talimatlarımıza rağmen Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamadır. “Rus uçağını biz düşürdük” açıklaması. Rusya ile gizli diplomasi yapma şansımız varken, o şansı yok eden o açıklamadır.
Yıldıray Oğur: Kemal Kılıçdaroğlu “Türk dış politikası Putin'e bağlı hale geldi” dedi. Siz katılıyor musunuz bu görüşe?
Ahmet Davutoğlu: Ona da geleceğim. Çin ile ilişkiler bakın en kapsamlı ziyaretlerin yapıldığı ilişkilerin stratejik bir zemine aktarıldığı dönem. Sayın Tayyip Erdoğan Başbakan iken 2009’da yani ben yeni bakan olmuştum. Uygur bölgesindeki olaylara “soykırım” dedi. Ve o ilişkilerde bir türbülans yaşandı. Gerekirse doğruları söylediğiniz için sorun yaşarsınız sonra bu sorunu yönetirsiniz. O ilişkileri tekrar rayına oturtmak için biz Çin’e gidip Çin Dışişleri Bakanı ile ilişkileri tekrar bir çerçeveye oturttuk. Ama bugün yine utanç duyuyorum; Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine yapılan zulümler karşısında en sessiz kalan ülke Türkiye’dir. Hangi politika başarılı? Bu sessizliği dünyaya nizam verme iddiasındakilerin açıklaması gerekiyor.
Bölgesel politikalara gelelim. Türkiye, Sırbistan, Bosna-Hersek üçlüsü, Türkiye, Suriye, Irak, Lübnan dörtlüsü, Türkiye, Afganistan, Pakistan üçlüsü, Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan üçlüsü, İsrail-Suriye barış görüşmeleri, İran nükleer anlaşmaları o dönemde yapıldı. Afrika’daki 12 büyükelçilik sayısı, 39 büyükelçiliğe çıktı. Bir muhasebe yapılacaksa bütün bunlar yazılacak
Ahmet Taşgetiren: Türkiye artık dış politikada soft powerdan, yumuşak güçten daha çok hard powera, askeri güç kullanmaya yöneldi. Nasıl görüyorsunuz şimdi dışarıdan dış politikayı?
Ahmet Davutoğlu: Altı çizilecek hususlardan biridir bu. Suriye konusunda ve bizim diplomaside tırmandığımız, yükselişe geçtiğimiz, dönem soft powerı çok iyi kullandığımız dönemdir.
Şimdiki sorun ise şudur; Yeterince soft power olmadan hard power uygulamaya kalkışılıyor.
Yıldıray Oğur: Suriye rejiminin yıkılması için Türkiye’nin oraya giden herkese kapıları açtığı gibi bir eleştiri var?
Ahmet Davutoğlu: Türkiye’de hiçbir bir yetkili DAEŞ’e izin vermez. Bir zaaf varsa sorulacak tek kişi de ben değilim. Benden hem Genelkurmay Başkanı, hem Dışişleri Bakanı, hem Başbakan hem cumhurbaşkanı olmam bekleniyor.
Peki, zaafımız neydi hiç hazır olmadığımız vekalet savaşlarının içinde bulduk kendimizi. Hard power’ı etkin kullanamadık. Vekalet savaşlarının içinde kaldık. Bunun dışında kalabilir misiniz? Sınırınızı DEAŞ kontrol ediyorsa onu oradan çıkarmak için mücadele edeceksiniz. PKK kontrol ediyorsa çıkarmak için mücadele edeceksiniz. Dışında kalamıyorsunuz. Peki Suriye’de 1 milyona yakın insanı kimyasal silah kullanarak öldüren Esad rejimi sorumlu değil, milisleri sorumlu değil, rejime destek veren Rusya, İran sorumlu değil, buna sesiz kalan ABD, Batı, BM sorumlu değil. Türkiye’deki karar alma süreçlerindeki iki Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanları, Milli Güvenlik Kurulu üyeleri sorumlu değil, bir tek kişi sorumlu o da Davutoğlu. Ben ne kadar kudretliymişim de farkında değilmişim. Böyle bir şey olabilir mi? Burada kimse kolektif sorumluluktan kaçmasın
Yıldıray Oğur: Rusya ile dış politikada bağımlılık ilişkisine ne diyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu: Türkiye AB ilişkilerini rayına oturtmak için küresel anlamda 3 kanatla uçması gereken bir ülkedir. Bunun iki kanadı da bölgesel. Birisi NATO-ABD, birisi AB, birisi de Rusya ve Çin olmak üzere Asya devletleri. AK Parti iktidara geldiğinde tek kanatla uçuyordu. ABD ve İsrail destekli kanatla. Avrupa ile demokrasi ile çelişki yaşıyordu. Rusya ile Çeçenistan ve Bosna Hersek üzerinden rekabet halindeydi. Bizim bu dengeleri kurmamızın zirve noktası 2010’dur 2011’dir. Bu dengeyi, üçünü bir arada götürebiliyorduk. Şu anda ise tekrar tek kanada düştük. ABD ile ilişkiler inişli çıkışlı, Avrupa ile kötü, tek kanatlı sadece Rusya ile uçmaya çalışıyoruz. Rusya ile ilişkiler kötü olmamalı aksine derinleşmeli ama bu 3 aktörden birisi ile ilişkiler derinleşirken diğerleri ihmal edilmemelidir. Türkiye’nin bu dengeyi süratle yeniden rayına oturtması lazım. Ve üç kanatla iyi ilişkiler geliştirmesi lazım. Benim dışişleri bakanlığım döneminde Türkiye Irak içindeki bütün Şiilerle, bütün partilerle, Kürtlerle yoğun ilişkiler içindeydi, her şeyi takip edebiliyorduk. Türkmenlerin haklarını koruyorduk. Şimdi Erbil’de Kürtlerle aramızda mesafeler var. Son 3-4 yıl içinde Irak fiilen İran etkisine terk edildi. O yüzden de Irak, İran ve ABD geriliminin alanı haline geldi. Türkiye’nin etkin olduğu 2010 yılında Irak’taki herhangi bir hükümet oluşumunun bütün aktörleri Türkiye’ye gelirdi. Seyit el Hakim en önemli Şii liderdir o yıllarda kaç kere gelmiş, şimdi bakın en son zaman gelmiş? Şimdi niye gelmiyor? Barzani Türkiye’ye son olarak etkili bir şekilde ne zaman gelmiş? Bütün liderler Türkiye’ye geliyorlardı. Türkiye’nin soft powerı iyi kullanması lazım ancak kullanamıyor. Dahası soft power diye kullanılan araçların çoğu bizim dönemden kalan ve şimdi etkinliğini kaybetmiş araçlar. Üzülüyorum mesela, Türkiye-Sırbistan-Bosna Hersek üçlüsü eskisi kadar etkin değil. Bölgesel etkinlikler bozuldu ve açıkça zikredeyim 90’lı yıllarda olduğu gibi Türkiye giderek bir savunma hattına çekiliyor. Bütün dış politika meselemiz yakın sınırlarımız üzerindeki PKK varlığı ile ilgili. Tabii ki bu önemli bir meseledir. 3 konusu var Türkiye’nin Kıbrıs, PKK ve Ermeni meselesi. Türkiye birkaç meseleye indirmeyecek kadar büyük bir ülke. Türkiye’yi kendi sınırlarına hapseden bir baskıyla karşı karşıyayız dışarıdan. İçerideki iktidar da bunu memnuniyetle kabul ediyor. Ve bütün diğer küresel alanlarından çekiliyor. Çünkü beka sorununu iç siyasette kullanılan sağlam bir malzeme olarak görüyor. Bu Libya politikasında da böyle, maalesef Suriye politikasında da.
Yıldıray Oğur: Dış politikada sizinle ilgili öz eleştiri bekleyenler genel olarak sizin dış politikadaki idealist yaklaşımınızı eleştiriyorlar. Türkiye dış politikada pek çok meselede taraf oluyor, açıklamalar yapılıyor ve sanki o meseleler dış politikanın değil iç politikanın parçası haline geliyor. Mısır’da darbe oluyor, kanlı darbeye haklı olarak karşı çıkılıyor ama bir noktada ilişkiler tamamen ortadan kalkıyor. Şimdi Türkiye’nin Akdeniz ve Libya meselesinde bu ortaya çıktı. İsrail, Mısır, Yunanistan, Kıbrıs, Suudi Arabistan, BAE ile Türkiye’nin pek çoğunda haklı sebeplerle ciddi sorunları var. Fakat Türkiye bu kadar çok ülkeyle aynı anda, idealist bir dış politika izleyip, sorun yaşama lüksüne sahip olan bir ülke mi?
Ahmet Davutoğlu: Aksine bu idealist olarak nitelenen politika bir sürü ülke ile ilişkilerin derinleşmesine yol açtı. Türkiye Sırbistan ilişkileri daha önce nasıldı şimdi nasıl? Eğer Osmanlıcılık ve İslamcılık yapsaydık ilk karşı çıkacağımız ülkenin Sırbistan olması gerekmez miydi? Salt politika olsa ilk karşı çıkılması gereken Ermenistan olmaz mıydı? Ermenistan ile protokol imzaladık ama Azeri kardeşlerimizin haklarını hiçbir zaman gündemden düşürmedik. Türkiye Suriye ilişkilerinde vizeleri kaldıran, sınır kapılarını kaldıran, Asi’de dostluk barajını yaptıran politikalar bizim dönemimizdeydi? Suriye ile İsrail arasında barış görüşmelerini gerçekleştirdik. Böyle bakıldığında idealist olarak nitelenen politikalar neticesinde bütün taraflarla ilişkilerimiz daha iyi noktaya geldi. Ama kontrol edilemeyen faktörler oldu. Nitekim Arap Baharı’nın doğurduğu büyük dalga hepimizi içine aldı. Arap Baharı’nın büyük dönüşümü hala bitmiş değil. Suriye ile ilişkileri o derece derinleştiren takip ettiğimiz politikalardı ve gerçekleştirdik de. Mesela İran ile nükleer anlaşma yapmamız, Türkiye’yi küresel bir aktör haline getirdi.
Yıldıray Oğur: Tamam, Türkiye, Suriye’de 40 yıllık bir diktatör rejimine karşı ayaklanan Suriyelileri destekledi. Ama günün sonunda Rusya ve İran’ın Esad’ın yanında ağırlığını koymasıyla Suriye’de muhalifler kaybetti ve Esad kazandı. Bugün iktidarda olsanız Suriye konusunda siz ne yapardınız?
Ahmet Davutoğlu: İlk adım olarak Suriye muhalefetiyle rejimin yaptığı görüşmelerin çözüm çıkacak şekilde hızlandırılmasını sağlardım.
Yıldıray Oğur: Peki Mısır’la ne yapardınız?
Ahmet Davutoğlu: Bence Doğu Akdeniz söz konusu olduğunda görüş ayrılıkları bir kenara bırakılarak Lübnan’la, Mısır’la yoğun olarak görüşülmesi lazım. Doğu Akdeniz konusuyla ilgili bütün taraflarla görüşülmeli. İsrail’le 2013’te bizim dediğimiz denklemde anlaşma yapılsaydı İsrail ile de görüşülmesi gerekirdi. Ama olmadı. Anti-demokratik uygulamaları ve Sisi’nin darbeci karakteri parantez içine alarak onunla ilgili tutumumuzu değiştirmeksizin herhangi bir darbeyi meşru kılmaksızın Mısır’la Doğu Akdeniz sorunu görüşülmeli. Suriye ile ilgiliyse muhalefetle oturup görüşülerek sağlam bir anayasal zemin oluştuğu zaman herkesle görüşülür ben bunu hep söyledim. Libya’yla ilgili şu anlaşmanın kendisi doğru ama anlaşmanın getirdiği harita teknik olarak nasıl planlandı onu bilmiyorum. Türkiye ile Libya arasında Doğu Akdeniz’deki ekonomik bölgelerle ilgili bir anlaşma yapılması Türkiye’nin bu kuşatmayı kırması için zaruriydi. Libya’nın meşru hükümetine destek vermek de doğrudur. Askeri eğitim desteği de verebilir, çünkü BM onu tanıyor. Ama Türk askerinin fiilen muharip bir güç olarak alanda herhangi bir çatışmaya girmesini kesinlikle doğru görmüyorum.
© Tüm hakları saklıdır.