Medya

"Cuntacı Kenan Evren’in çırakları, 'masumiyet karinesi'ni çoktan rafa kaldırdı"

Ertuğrul Mavioğlu'ndan Silivri Cezaevi'ne: Rahat olun arkadaşlar

04 Nisan 2017 15:39

Yönetmen Çayan Demirel'le beraber PKK'nın Türkiye topraklarında bulunan kamplarındaki hayatı anlatan "Bakur" (Kuzey) belgeselini çeken gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, Cumhuriyet gazetesinin tutuklu yazar ve yöneticilerine mektup yazdı. Mavioğlu, mektubunda "Cuntacı Kenan Evren’in çırakları, 'Masumiyet karinesi'ni çoktan rafa kaldırdılar. Bir elinde terazisi, bir elinde kılıcıyla, gözleri bağlı adalet dağıtan 'Themis', adliye girişlerini süsleyen bir heykelden ibaret artık" görüşünü dile getirdi.

Ertuğrul Mavioğlu'nun Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (4 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan 'Rahat olun arkadaşlar...' başlıklı yazısı şöyle:

“Tutuklanmamak için yapabileceğiniz bir şey yok. Rahat olun!”

Bu cümle, genç yaşında “Hazreti Yusuf Makamı”nı defalarca deneyimlemiş olan avukat Ramazan Demir’e ait ve memleket hukukunun hal-i pür melalini özetlemek bakımından da oldukça çarpıcı. Bu cümleyi benzer durumlarla ilgili türetmek de mümkün. Mesela OHAL ilan edildiği günden beri akademisyenlerin, sağlık emekçilerinin, eğitim emekçilerinin başından geçenleri düşünerek şöyle diyebiliriz: “Herhangi bir KHK ile kamudan ihraç edilmemek için yapabileceğiniz bir şey yok. Rahat olun!”

Ya da bu cümlenin bir başka versiyonu, dernekler, vakıflar, belediyeler ya da şirketler için de kurulabilir: “Tepenize kayyım atanmasını önleyebilmek için yapabileceğiniz bir şey yok. Rahat olun!”

Türkiye OHAL sonrasında dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştü ve bu durum hepimizin üzerinde 7/24 tepişilmesiyle doğrudan ilişkili. Doğrunun ve gerçeğin peşinde olanların tutuklanmamak için yapabilecekleri tek şey belki de mesleklerini yapmaktan vazgeçmek olabilirdi ki, her adımını “ibreti âlem” için atanları bu da durduramayabilirdi.

Çünkü iktidarın, duyulmasını, söylenmesini istemediği bir cümleyi ifade etmek de değil sadece; boyun eğmemek, biat etmemek, diz çökmemek de tutuklanma nedeni olabiliyor artık. Tam da bu nedenle, bugün gazetecilerin hapishaneleri doldurmasına ilişkin sorulabilecek en pespaye soru, “neden tutuklandılar” sorusudur.

Muktedirler ısrarla bu sorunun sorulmasını ve herkesin “çünkü onlar terörist” kıvamındaki yanıtlarla yetinmesini istiyorlar. Çekmecelerinde sakladıkları matbu gerekçeleri var ve gazetecileri “FETÖ”, PKK ya da DHKP-C sepetlerinden hangisine yuvarladıklarına bağlı olarak sadece birkaç kelimeyi değiştirmekle yetiniyorlar.

Burada rasyonel akıl devre dışı, mantık çoktan uçup gitmiş, göstermelik de olsa hukuki kurallara uyma telaşı ise hiç yok. Zira fena halde yanılıyor olsalar da sonsuza dek kimseye hesap vermeyeceklerini sanıyorlar.

Mesela 2011’de Fethullah Gülen Cemaati’ne bağlı polis, savcı ve yargıçların kumpasıyla cezaevine atılan Ahmet Şık’ı şimdilerde “Fethullah Gülen Terör Örgütü” propagandası yaptığı iddiasıyla kodese tıkarken sergiledikleri vurdumduymazlık bu yüzden.

Kuruluşundan günümüze tarikatlar ve cemaatlerle arasındaki mesafeden kimsenin kuşku duymadığı Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticilerinin FETÖ’cü suçlamasıyla topluca içeri atılmalarının temelinde de benzer türden bir kös dinlemişlik var.

Deyim yerindeyse “köpeksiz köyde değneksiz gezme” alışkanlığı öyle boyutlara ulaşmış durumda ki, düşünen, yazan, çizen bu insanların özgürlüklerini ellerinden almakla yetinmeyip kalemden, kâğıttan, mektuptan, kitaptan, dost selamından, ışıktan, güneşten, gökyüzünden ve dahi neredeyse tüm insani haklarından mahrum bırakmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Tüm bunları yaparken sesi sonuna kadar açıp darbelere karşı oldukları masalını anlatsalar da, yürürlüğe koydukları zorbalıkların patentinin gerçekte 12 Eylül cuntacılarına ait olduğunu balık hafızaların dışındaki herkes gayet iyi anımsıyor.

Müteveffa Cuntacı Kenan Evren’in çırakları, “Masumiyet karinesi”ni çoktan rafa kaldırdılar. Bir elinde terazisi, bir elinde kılıcıyla, gözleri bağlı adalet dağıtan “Themis”, adliye girişlerini süsleyen bir heykelden ibaret artık. Buna mukabil, her nedense hep darbe dönemlerinde itibar kazanan “itiraf ve iftira” hukuku, bugün önüne gelen herkesi kırk katır ile kırk satır arasında bir seçime zorlamakta. Roma Hukuku’na göre bile insanlar suçsuz ve borçsuz doğarlarmış, onların suçlu ya da borçlu olduğunu ispatlamak, isnat edene düşermiş, ne gam!

Ama hayır, 21. yüzyılda yaşıyoruz değil mi? İnsanlık şu ana dek nice badireler atlattı ve sadece bu bile dayatılan tabloyu kabullenmemek için önemli bir neden.

O yüzden sevgili Ahmet’e, sevgili Hakan’a, sevgili Kadri’ye, sevgili Tunca’ya, Mahir’e, İnan’a ve özgürlükleri gasp edilen tüm basın emekçisi kardeşlerimize mutlaka duyurmalıyız:

Maruz kaldığınız suçlamaların saçmalığı ayan beyan ortadayken, tutuklanmamak için sizin yapabileceğiniz bir şey yoktuysa da, özgürlüğünüze yeniden kavuşmanız için dışarıdakilerin yapacağı çok şeyler var ve o yüzden rahat olun. Siz sadece sıkı durun, sağlam olun. Bugünler mutlaka geçecek... Yeter ki zulmün grisinin, betonun soğuğunun ve demirin kahredici sertliğinin bedeninizde, ruhunuzda iz bırakmasına izin vermeyin...