Cumhuriyet yazarı Ceyda Karan, Türk Telekom'un, İsrail istihbaratı ile bağlantılı bir şirket aracılığıyla Türkiye'deki tüm internet kullanıcılarını gözetleyebilecek bir teknoloji satın aldığına yönelik iddiayla ilgili olarak "İsveç’in Malmö bürosunda 9 yıldır çalışan Kriss Andsten, 4 Nisan’da şirketin tüm bürolarına geçtiği e-postada 'Hayatımın geri kalanını Erdoğan’ın çılgınlığının parçası olarak geçirmenin pişmanlığını çekmek istemiyorum. O yüzden istifa ediyorum' diyerek işinden olma pahasına bayrak açmış" dedi. Karan, "Andsten’in e-postasından iki gün sonra Procera ofislerine ‘Direniş’ isimli e-postalar gönderiliyor. Bir eski çalışan 'Bu yazılım yüzünden insanlar ölebilir' diyerek isyan ediyor. Sonunda Procera kullanıcı adı-şifre çıkartma işini başka bir şirkete havale ederken, 6 mühendis istifa ediyor. Yani iş bitmiyor!" ifadesini kullandı.
Ceyda Karan'ın "1984-2016 ve altı isyancı ruh" başlığıyla yayımlanan (28 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Teknoloji hepimiz için ‘bağımlılık’ boyutlarına ulaşıyor. Evde, sokakta, otobüste, metroda her dakika ellerimiz tuşlarda, gözlerimiz ekranlarda... Kimimiz memlekette ve dünyanın dört yanında ne olup bittiğine bakmaktayız. Kimimiz sosyal paylaşım platformlarında başkalarının ‘apolitik hayatlarını’ sergilemesiyle alakadar.
Bizler bakarken, birileri de bize bakıyor... Bunu için için de biliyoruz.
***
Tüm dünyada otoriter yönelimle birlikte kendimizi adeta bir ‘distopya’ içinde buluyoruz. George Orwell’ın 1984’ündeki ‘Okyanusya’dan ne kadar uzaktayız, kestirmek zor. Hele de ‘beter yalanlar atmaktan çekinmeyen’, ‘Geçmişi kontrol eden geleceği kontrol eder. Bugünü kontrol eden geçmişi de kontrol eder’ motto’lu bir ‘Büyük Birader’ rejiminin ‘her şeyi gören ve bilen devletinin’ tahakkümü söz konusuysa...
Epeydir idrakındayız ya, bu hafta altı ‘dünyalı isyancı ruh’ sayesinde mevzu gözümüze girdi. Forbes dergisinde çıkan haberi okuyup da sinirlenmemek ve bir ‘Direnişin’ altı kahramanı üzerinden insanlık ve onur mefhumlarını anımsamamak ne mümkün!
***
Haberdeki iddialar doğruysa eğer, Türk Telekom, başka bir şirket üzerinden Türkiye’deki tüm internet kullanıcılarının bütün trafiğini kontrol etmeye, kimliklerini tespite ve şifrelerini çözmeye yönelik yazılım sipariş etmiş. Sipariş California merkezli teknoloji şirketi Procera Network’e verilmiş. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ dunya/621344/Muthis_iddia__Turk_ Telekom_dan_musterilerine_karsi_casus_ yazilim_siparisi.html)
Arzulanan teknoloji, kötü amaçlı yazılımları önlemek gibi ‘masum’ işlevlere sahip gibi gözüküyor. Ama Procera’nın yazılımcılarının isyanı, olayın pek ‘masum’ olmadığına işaret. Forbes’la görüşmüş, iç yazışmaları sızdırmışlar. İsveç’in Malmö bürosunda 9 yıldır çalışan Kriss Andsten, 4 Nisan’da şirketin tüm bürolarına geçtiği e-postada “Hayatımın geri kalanını Erdoğan’ın çılgınlığının parçası olarak geçirmenin pişmanlığını çekmek istemiyorum. O yüzden istifa ediyorum” diyerek işinden olma pahasına bayrak açmış.
Zira ‘isyancılara’ göre satılmakta olan yazılım, hem şifrelenmemiş trafikte kullanıcı isimleri ve şifrelerin tespitine imkân vermekte hem de kullanıcıların IP adresi, hangi siteleri ne zaman ziyaret ettiklerinin tespitine yaramakta. Hem trafiği başka bir kaynağa yönlendirebilmekte. Dile kolay, 18 milyon cep telefonu ve 8.3 milyon genişbantlı müşterinin ahvali söz konusu.
Andsten’in e-postasından iki gün sonra Procera ofislerine ‘Direniş’ isimli e-postalar gönderiliyor. Bir eski çalışan “Bu yazılım yüzünden insanlar ölebilir” diyerek isyan ediyor. Sonunda Procera kullanıcı adı-şifre çıkartma işini başka bir şirkete havale ederken, 6 mühendis istifa ediyor. Yani iş bitmiyor!
Procera’nın Forbes’a izahatı, “insan haklarının tüm dünyada destekçisi oldukları”,“gözetleme teknolojisi satmadıkları” yolunda. Artık neye inanırsınız bilmem.
***
Öyle anlaşılıyor ki, özel hayatımız, yazışmalarımız, dedikodularımız, herkese duyurmak istemeyebileceğimiz fikirlerimiz uluorta açıkta görünüyor. Ekranlara ne zaman baksak neleri/kimleri gördüğümüz zaten hepimizin malumu. Hayatlarımız bir nevi korkubilimkurgu türüne evriliyor.
‘1984’ün insanları ‘Parti’nin kameralarıyla yaşamaktaydı. Her bilginin kontrolünü elinde tutan, onları değiştiren, tarihi baştan yazan, kelimelerin/kavramların meallerini yeniden belirleyen; ‘Barış Bakanlığı’ ile savaşlara girişen, ‘Bolluk Bakanlığı’ ile yiyecek kısıtlaması yapan, ‘Sevgi Bakanlığı’ ile işkenceye başvuran bir rejim tasvir edilmekteydi. ‘Düşünce Polisi’ itaat etmeyeni yakalayıp etkisiz kılmaktan sorumluydu. Zihinler kodlanmadan ‘Büyük Birader’den kaçış yoktu.
1984’e atıf yapıyoruz ama despotluğu, gericiliği ve din referanslı faşizan atmosferi doğrusu Orwell bile tek kitapla açıklayamayabilir. Sanki distopyaları bile kıyıda köşede bırakacak kadar gözü dönmüş, engizisyon karanlığından fırlamış kadar ölümcül bir şeyle karşı karşıyayız. ‘Altı isyancı ruhun’ varlığı ise tek tesellimiz.