30 Ekim 2023 19:30
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Cumhuriyetimizin 100’üncü şeref yılını en görkemli şekilde kutlamak, aynı zamanda 100 yıl sonra, ‘Mazlum milletlerin zulme ilelebet tahammül etmeyeceğini, bir kere daha tüm dünyaya haykırmak için’ de büyük bir fırsattı. Saray, bu fırsatı da kullanamadı. Ama sarayın yapmadığını, aziz milletimiz yaptı. Cumhuriyetin 100’üncü şeref yılını, ona yakışır bir biçimde kutladı. Binler oldu, on binler oldu, yüz binler oldu, milyon oldu. Cumhuriyetin 100’üncü yılında Anıtkabir’e aktı. Milletimiz, Ata’sına da cumhuriyetimize de sahip çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin dahili ve harici bedhahlara rağmen ilelebet payidar kalacağını bir defa daha gösterdi” dedi.
Anka'nın aktardığına göre CHP Sözcüsü Öztrak, parti genel merkezinde MYK gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:
“Bugün, yeni bir yüzyılın, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk günü. Cumhuriyetimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘benim karakterimdir’ dediği tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetimiz, tebaa olmaktan millet olmaya giden, demokrasiye, özgürlüklere açılan yoldur. Cumhuriyetimiz, kadın devrimidir. Cumhuriyetimiz, ulusumuzun çağdaş medeniyetler seviyesini aşma hedefiyle geleceğe el ele, omuz omuza yürümesidir.
CHP’nin 1930’lu yıllardaki bir afişinde yer alan, bugün de birilerinin eğip bükerek kopyalamaya çalıştığı, ‘Asrı yıla sığdırdık’ sözleri, cumhuriyet ve devrimlerinin arkasında yatan azmin ve kararlılığın ifadesidir. Cumhuriyetimizin 100’üncü şeref yılını hükümet, alelade sıradan bir şekilde geçiştirmeyi tercih etti. Şanlı cumhuriyetimizin, önemli yıl dönümlerinde yapılan ve tarihe şerh düşen hazırlıklar da etkinlikler de cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümünde maalesef yoktu.
Cumhuriyetin 75’inci yılında da dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel; başbakanı, bakanları, kutlama programında görev alacak bürokratları, özel sektör ve STK temsilcilerinin katıldığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde, basına açık bir toplantıda yaptığı konuşmada: ‘Törenler şaşaalı, tantanalı ve görkemli olmalıdır. Cumhuriyetin 75’inci yıl dönümü, ayakları yerden kesecek kadar heyecan verici olmalıdır. Cumhuriyetin yıl dönümünde halk heyecan duymazsa, rejimle arasının açıldığı intibaı oluşur. Hiçbir şeyden heyecan duymazsak, müştereğimiz kaybolur’ demişti. Bu toplantıya katılanlar arasında, İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da vardı. Ama Demirel’in sözlerinden hiç nasibini almadığı cumhuriyetin 100’üncü yıl kutlamalarında ortaya çıktı. Siyasetini, milleti birleştirmek değil; ayrıştırmak üzerine kuran bir yönetim, maalesef böyle büyük fırsatı heba etmiştir.
Bundan bir asır önce, emperyalizme karşı verdiğimiz istiklal mücadelemizi, dünyanın bu en meşru savaşını taçlandıran, ülkemizi medeni âlemin saygın bir üyesi yapan, cumhuriyetimizin 100’üncü şeref yılını en görkemli şekilde kutlamak, aynı zamanda 100 yıl sonra, ‘Mazlum milletlerin zulme ilelebet tahammül etmeyeceğini, bir kere daha tüm dünyaya haykırmak için’ de büyük bir fırsattı. Saray, bu fırsatı da kullanamadı. Ama sarayın yapmadığını, aziz milletimiz yaptı. Cumhuriyetin 100’üncü şeref yılını, ona yakışır bir biçimde kutladı. Binler oldu, on binler oldu, yüz binler oldu, milyon oldu. Cumhuriyetin 100’üncü yılında Anıtkabir’e aktı. Yolları, caddeleri bizim belediyelerimiz, ay yıldızlı bayrağımızla doldurdu. Gece de partimizin ve CHP’li belediyelerin düzenlediği etkinliklerde, cumhuriyetimizin 100’üncü yılı coşkuyla kutlandı. Milletimiz, Ata’sına da cumhuriyetimize de sahip çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin dahili ve harici bedhahlara rağmen ilelebet payidar kalacağını bir defa daha gösterdi.
Gazze’deki vahşet, insan hakkı ihlalleri, savaş suçları, sarayın aklına nedense çatışmaların başlamasından üç hafta sonra, cumhuriyetin 100’üncü yılını kutladığımız günden bir gün önce geldi. Erdoğan, Gazze’de yaşananları protesto mitinginde, yine bir gece ansızın gelmelerden, destan yazmalardan dem vurdu. Meseleyi, Gazzelilerin haklı olduğu insani zeminden çıkarıp kabadayılığa, restleşmeye, dine, imana, hamasete döktü. Her zaman yaptığını yaptı, yeni bir ağa-maraba hikayesinin de kapağını açıverdi. Dış siyaseti, bir kere daha iç siyasete alet edip diplomasiyi kör, sağır ve topal bıraktı. Bu arada altını çizerek ifade edelim: Bize göre, kim yaparsa yapsın, nereden gelirse gelsin, masum çocukları, kadınları, sivilleri hedef alan her saldırı terördür. Biz terörü değerlendirirken kimin yaptığına değil, ne yaptığına bakarız. Terörün hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Ne bir dava ne de bir saldırıya verilen cevap, terörü haklı çıkarmaz.
Hükümetin başı, kendisini kimse ciddiye almayınca, bu perspektifi ve Gazze saldırılarının başında gösterdiği sözde itidali kaybetti. İhvan aşkını yeniden depreştirip meseleyi insani boyutundan öteye taşıyarak bir taraftarlığa çevirdi. Eğer sarayın Gazze’de arabuluculuk, garantörlük gibi bir niyeti varsa bu, ‘İsrail’in elini sıkmam, bir kere sıktım, ama iyi niyetimi suistimal ettiler, bunlar akıl hastası’ gibi iç siyasete dönük, diplomasinin önünü kapatan laflarla olmaz. Sonra bir bakarsınız, İsrailli esirlerin salıverilmesinde arabuluculuğu yapan Türkiye değil, Katar ve Mısır oluverir. Amerikan Kongresi’nden bir grup senatör çıkar; Türkiye ile Hamas arasındaki siyasi, lojistik, mali bağlantılardan, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşlerle ideolojik bağlarından, Türkiye’nin Hamas için bir sığınak haline geldiğinden, Hamas’ın İstanbul ofisindeki para trafiğinden, bunlara verilen vatandaşlıktan, pasaportlardan bahsetmeye başlar. Türkiye’yi üstü örtülü olarak 7 Ekim saldırılarında rol almakla suçlamaya varacak hadsizliklerin önü açılır. Buradan ifade ediyorum: Bu hadsizliğe derhal en sert cevap verilmelidir.
Ama eğer hükümetin derdi, ‘Dış güçler, Gazze’ye destek verdik diye bize saldırıyor’ hikâyeleri anlatarak yandaşlarının dahi rasyonel olmadığını söylediği politikalarının sebep olduğu, zulme dönüşen vergilerin, zamların, hayat pahalılığının üstünü örtmekse o başka… Malum, Hazine ve Maliye Bakanı, para bulmak için Körfez’den batıya yolları arşınlamaya devam ediyor. Ama suyun başında hala Erdoğan’ın oturduğunu görenler, Mehmet Şimşek’e sadece temennilerini ve iyi niyetlerini sunuyor, ‘Para için başka kapıya’ diyorlar. Anlaşılan, artık umut kalmadı. Seçimden önce, ekonomide milleti ferahlatma imkanı da tükendi. Şimdi, ‘Dışarıdan saldırıyorlar’ oyunuyla ekonomideki çaresizliklerini perdelemek istiyorlar.
Gençler okuyup geleceklerini kurmaya çalışıyorlar. Ama iş bulup bulamayacakları, özledikleri hayata kavuşup kavuşamayacakları da belli değil. Diğer yandan da hükümet, onlara doğru dürüst bir yurt, doğru dürüst bir beslenme imkanı sağlayamıyor. Üniversite öğrencilerinin çoğu, bu nedenle çalışmak zorunda kalıyor. Öğrenciler, bir yandan çalışarak yaşam kavgası verirken okuma baskısı altında. Geçtiğimiz haftalarda, üniversitede okuyan gençlerimizden üçünün intiharıyla bu ülke sarsıldı. Aydın’daki KYK yurdunda, bindiği asansörün düşen Zeren kızımızın hayatını kaybetmesiyle dehşete kapıldık. Evladını yitiren babanın ‘Çocuğumu devlete emanet ettim ama devlet benim çocuğuma bakamadı’ sözleri hâlâ kulaklarımızda. Bu sözler, insanlıktan nasibini alan herkesin vicdanlarında çınlıyor. Ama bir de bu vicdana sahip olmayanlar var. Zeren için tepkilerini gösteren öğrencilere, başka bir ildeki yurt müdürünün ‘Korkuyorsan binme asansöre’ diye bağırmasını, bu ülkede vicdanı olanlar asla unutmayacak.
Gençlerin bu hükümetin umurunda bile olmadığı, bu hükümetin açıkladığı son Kalkınma Planı’ndan da belli. Şu anda Meclis’te görüşmeleri devam eden plana göre, 2028’e geldiğimizde hâlâ her beş gençten biri, ne eğitimde olacak ne de çalışacak. Ev genci olarak anne-babasının eline bakmaya devam edecek. Yine bu plana göre, Aile Bakanlığı’nın Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) adlı hizmetinden yararlanan çocukların sayısı, 157 binden 230 bine çıkacak. ‘Bu SED nedir’ derseniz, çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve yaşamlarını en düşük seviyede dahi sürdürmekte güçlük çeken ailelere, çocuklarının bakımı ve desteklenmesi amacıyla verilen destek. Yani hükümet, ‘2028 yılında, evinde temel ihtiyacı karşılanamayan çocuklara on binlercesinin daha eklenecek’ diyor. Bizim cumhuriyetimiz, ne yaptıysa bu ülkenin evlatları için yaptı. Bu ülkenin kurucuları, ‘Ey yükselen yeni nesil; İstikbal sizindir. Cumhuriyet'i biz kurduk, onu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz’ dedi. Gençlerin üretime katılmasını hedef koydu. Yarı sömürge, savaşta yıpranmış, borç kıskacına sarılmış bir ekonomi devraldı. Sanayi alt yapısı yoktu. Demiryolu ağları bile, zenginliklerini yağmalayan yabancıların ihtiyaçlarına göre oluşturulmuştu.
Bu hükümet ekonominin can damarlarını dışarıdan gelecek paraya bağladı. Cari açığı, dış borcu azdırdı. Sonunda borç alan emir almaya başladı. Ekonominin vidalarını öyle bir gevşetti, ‘Faiz sebep’ diyerek tüm ayarlarıyla öyle bir oynadı ki şimdi ‘rasyonelleştik’ dediklerinde bile ne döviz kurlarını tutabiliyorlar ne de enflasyonu. Seçimlerden sonra 4 ayda, Türkiye'de politika faizi, 4 kattan fazla arttı. Aynı dönemde, bize benzeyen ülkelerin çoğunda politika faizi ya düştü ya da sabit kaldı. Bunun birkaç tane istisnası var. Örneğin savaş halindeki Rusya. Yani bizdeki faiz artışının dünyadaki gelişmelerle açıklanacak bir yanı yok. ‘Faiz arttı, arttı’ dediğimiz Rusya’da da faiz, bugün yüzde 13; bizdeki politika faizinin üçte biri.
Hükümet, sebep olduğu bu tablonun sorumluluğunu, hiçbir şekilde almıyor. Yayınladıkları Kalkınma Planı’nda da yıllık programda da ‘Faiz sebep’ diyerek ekonomiyi altüst etmelerinden tek bir cümleyle dahi bahsedilmiyor. Bu dokümanlarda, milleti ezen enflasyonun sebebi olarak kur gelişmeleri gösteriliyor. Peki bu kur gelişmelerine ne, kim sebep oldu? Cevap yok. Artan enflasyon için tarihsel ortalamaların üzerindeki gıda fiyatları gerekçe gösteriliyor. Dünyada gıda fiyatları düşerken bizde niye artıyor? Cevap yok. Çiftçiye kanunen hak ettiği desteği vermezseniz, ona 850 milyar lira borç takarsanız, çiftçiyi kanunun emrettiği şekilde desteklemezseniz gıda fiyatları da artar. Bunu kim yapıyor? Ona da cevap yok. Sonra dönülüyor, ‘Enflasyonun sebebi vergi artışları’ deniyor. IMF ile çay partileri yapıp vergileri artıran kim? Kimi kime şikayet ediyorsunuz? Sizsiniz. En sonunda bir de çıkıp maliyet artışı örtüsü altında ücretlerin, emekli aylıklarının enflasyonu artırdığını iddia ederek hepsinin üstüne tüy dikiyorlar. Pes doğrusu. Bir de milletimizden bu planlara programlara destek vermesini bekliyorlar.
Ülkemizin artık bir demokrasi olarak tanımlanmaktan giderek uzaklaştığını, yabancı yatırımcılar raporlarında yazmaya başladı. Nasıl yazılmasın. Hatay’ın seçilmiş vekili Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hâlâ içeride. Sinan Ateş cinayeti soğumaya bırakıldı. Nazilli’de bununla ilgili olarak hakkında soruşturma izni verilen belediye başkanı, soluğu sarayda alıp fotoğraf çektiriyor. Seçim bitti, İçişleri Bakanı değişti, Türkiye’de her gün çeteler yakalanır oldu. Limanlarda uyuşturucular gramla, kiloyla değil; artık tonlarla yakalanıyor. Biz seçimden önce, bu ülkenin ne hale getirildiğini hep söyledik, şimdi bunu her yerde artık görüyoruz.
Bir ülkede hukuk, ekonomi, istikrar ve güven dip taramaya başlayınca, o ülkenin diplomaside de sözü dinlenmiyor. ABD Dışişleri Bakanı, Gazze’de süren savaş nedeniyle bölge ülkelerini ziyaret ediyor ama Türkiye’ye uğramıyor. İşte en son İsveç’in NATO’ya üyeliği için imzalanan protokol, sarayda imzalandı, TBMM’ye gönderildi. Hatırlayın, saray da ortağı da İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunda günlerce esip gürlediler, dünyaya racon kestiler. Şimdi bu protokolün Meclis’e sunulması karşılığında ne alındı soruyoruz. Yunanistan’ın hukuksuz şekilde silahlandırdığı adalardan çekilmesi mi sağlandı? Türkiye dışlandığı F35 projesine geri mi döndü? ABD ile Türkiye arasındaki F16 meselesi mi çözüldü? Amerika, PYD’ye desteğine son vereceğini mi açıkladı? İsveç ülkesindeki teröristleri teslim mi etti? AB bizi üyeliğe almaya mı karar verdi? Hayır. Yine dış politikanın iç politikaya alet edilmesine bağlı bir u dönüşü, yine bir ağa-maraba hikâyesi. Oysa ülkemiz bundan çok daha iyi bir yönetimi hak ediyor.
Yaklaşan yerel seçimler, bu yönetime layüsel olmadığını hatırlatmak için bir fırsattır. Bu zulme ‘dur’ demek için bir vesile; siyasi parti, inanç, etnik köken ayırmadan milletimizin üstünden silindir gibi geçen bu zulme ‘dur’ demenin zamanıdır. İnsanlarımızı ayrıştıran, milleti bölen siyasete ‘dur’ diyelim. Bu hafta sonunda, 38’inci Kurultayımızı yapacağız. Partimizin 100’üncü kuruluş yılında, Kurultayımız, bir demokrasi şenliği olacak. Cumhuriyetimizin yeni yüzyılına birlik içinde güçlenerek gireceğiz. 100 yıl önce, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik için yola çıkan Büyük Atatürk ve yol arkadaşlarından aldığımız miras, asla vazgeçmemektir. Cumhuriyetimizin temel direği olan milletin egemenliğini, tek kişinin vesayetinden kurtaracağız. Millet iradesinin tek tecelligahı Gazi Meclisimiz olacak. İkinci yüzyılda, şanlı Cumhuriyetimizi hep birlikte, eksiksiz bir demokrasiyle taçlandıracağız.”
Öztrak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün okulları tatil etmesinin ve 100. Yıl kutlaması için Vahdettin Köşkü’nde bulunmasının anımsatılması üzerine “İzin verirseniz, sosyal medyada çok beğendim bir yorumla buna yanıt vereyim: ‘Erdoğan, başka bir şey ilan edemeyince, okulları tatil ettiğini ilan etti.’ Tabii bu, devletteki çürümeyi ve keyfiliği de gösteriyor. Az önce bu konuyla ilgili gerekenleri söyledim. Atatürk ve cumhuriyet devrimlerini bir türlü içine sindiremeyen saraydan başka bir şey beklemek abes olur” dedi.
Öztrak, kurultay ile ilgili bir soru üzerine “CHP’de demokrasi var. Kimse delegelerinin iradesine ipotek koyamaz. Delegeler özgürdür. Ekrem Bey de partimizin 1368 delegesinden biridir. Kendi takdiridir” diye konuştu.
CHP Sözcüsü, Erdoğan’ın 1923-2023 kıyaslaması ile ilgili bir soru üzerine de şunları söyledi:
“Bugün, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün koltuğuna oturup onunla yarışmaya kalkmak aklı başında bir cumhurbaşkanının yapacağı en zor iştir. Savaştan çıkmış bir ulusun kalkınma adımlarıyla bugünü karşılaştırmak, elmayla armudu bir sepete koymaktır. Kaldı ki o dönem, yolsuzluğa aman vermeyen, yetim hakkına sonuna kadar sahip çıkan bir hükümet anlayışıyla rüşvet alanı büyükelçi yapan bir hükümet anlayışını nasıl karşılaştıracaksınız? O dönemde devlet yönetiminde liyakati esas alan bir hükümet anlayışıyla, bu dönemde ‘Benden olsun da nasıl olursa olsun’ diyerek sadakati esas alan bir anlayışı nasıl karşılaştıracaksınız? Kendisinden önce alınan Osmanlı borçlarını ödeyen bir hükümetle, seçim kazanmak için ülkeyi borç bataklığına sürükleyen bir hükümeti nasıl karşılaştırabileceksiniz? Erdoğan, eğer böyle bir hesaba girişecekse öncelikle ekonomide işler yolunda havası vermek için buharlaştırdığı yüz milyarlarca doların hesabını versin. Yine cumhuriyetin kuruluşundan AK Parti’nin iş başına geldiği 2002 yılına kadar geçen 79 yılda görev yapan tüm cumhuriyet hükümetleri, toplam 713 milyar dolar kaynak kullanmış. Kullanılan her 100 dolarlık kaynak karşılığında da millete 714 dolarlık gelir sağlanmış. AK Parti ise 2002’den bugüne tam 2 trilyon 883 milyar dolar kaynak kullanmış. Yani kendinden önceki 57 hükümetin 79 yılda kullandığı kaynağın 4 katını kullanmış. Ama bu dönemde, kullanılan her 100 dolarlık kaynak karşılığında millete topu topu 553 dolar gelir sağlanabilmiş. Yani saray hükümetleri, kullandığı kaynaklarla kendilerinden önceki hükümetlerden çok daha az gelir yaratabilmiş. Ayrıca bu gelirleri de son derece adaletsiz paylaştırmış. Hesap ortadadır. Erdoğan’ın yaptığı lafügüzaftır.”
© Tüm hakları saklıdır.