06 Temmuz 2015 12:07
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ercan Karakaş, “Seçim sonuçlarında beklediğimiz sonucu alamadık. Sayın Genel Başkan hedefi yüzde 35 olarak koymuştu. Ben birinci aşamanın yüzde 30'u geçmek olduğuna inanıyorum. Kitle partisi olmak için yüzde 30 eşiktir” dedi.
Cumhuriyet’ten Selin Ongun’a konuşan Karakaş, “Bu eşiğe 2011'de de, şimdi de ulaşamadık. CHP'nin acilen ideolojik ve politik çizgisini daha net hale getirecek çalışmalar yapması gerek. Bu anlamda örgütsel ve yapısal reformlara ihtiyacımız var. Yeni bir program çalışmasıyla, örgüt modelinde ve tüzükte çok önemli değişikler yapmamız gerekir” dedi.
TBMM başkanlık seçimini de değerlendiren Ercan Karakaş, “Muhalefet, muhalefetin adayına oy verecek varsayımında bulunuldu, yanlış burada yapıldı. Örneğin son turda Deniz Baykal değil de MHP'nin adayı en çok oy olan ikinci kişi olsaydı, biz MHP'nin adayını desteklerdik. Bu çok açık, niye iktidarın adayını destekleyelim? MHP'de böyle yapacak diye düşündük. Nitekim HDP, o 50 oyla, böyle davrandı” görüşünü dile getirdi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve SODEV Onursal Başkanı Ercan Karakaş, Cumhuriyet’ten Selin Ongun’un sorularını yanıtladı.
Selin Ongun’un Ercan Karakaş ile yaptığı söyleşi şöyle:
- Önce “büyük koalisyon” ifadesinin kaynağını sorarak başlayalım?
Bu kavramı siyasi literatüre Almanya kazandırdı. “Büyük koalisyon büyük hedefler için kurulur” felsefesi ile hareket ediyorlar. Merkez sağ ve soldaki iki büyük partinin birlikte koalisyon yapması anlamına geliyor. Almanya'da 1945'ten bu yana üç kez büyük koalisyon kurulmuştur. Süreleri de bir dönemlik yani dört yıllıktır. Almanya'da ilk büyük koalisyon İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, ikincisi 2005'te, üçüncüsü de 2013'te kuruldu.
- 2013'teki büyük koalisyon nasıl gerçekleşti?
2013 seçimlerinde Alman Liberal Demokrat Parti barajı aşamadı. Baraj yüzde 5 orada. Liberaller barajı aşsaydı Angela Merkel koalisyonu onlarla kuracaktı. Merkel olası hükümet partneri liberalleri kaybedince, Yeşiller Partisi'ne başvurdu. Görüşmeler neticesinde koalisyon kuramayacaklarını anladılar. Büyük koalisyon şıkkı devreye girdi. Merkel, Almanya Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile görüşmeye başladı. Çok uzun süre müzakere ettiler.
- Tam olarak ne kadar; kaç hafta görüştüler?
Seçimler 22 Eylül'de yapıldı, hükümet 17 Aralık'ta kuruldu.
- Bu arada neler yaşandı?
Büyük koalisyon görüşmelerine karar verilir verilmez, iki parti de kendi çalışma grubunu kurdu. Biz hükümet protokolü diyoruz, onlar hükümet sözleşmesi diyorlar. 12 ortak çalışma grubu oluşturarak, hükümet sözleşmesi üzerinde çalıştılar. Bu çalışma da yaklaşık yedi hafta sürdü. Toplum her aşamada bilgilendirildi, kamuoyuyla sürecin tamamını açıkça paylaştılar. Bu arada Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin tabanından koalisyon arayışları ve sözleşmesine tepkiler geldi.
- Neden?
Çünkü 2005-2009 yıllarında SPD ve Hıristiyan Demokratlar arasında yine büyük koalisyon yapılmıştı. SPD bu koalisyonun ardından tarihinin en düşük oyunu almıştı. Aslında o örnek bizim 1991'deki SHP-DYP koalisyonu gibi oldu. O dört yılın sonunda bizim oylarımız da yüzde 10.7'ye düşmüştü. Bir sonraki seçimde 1999'da da baraj altında kalmıştık. Dolayısıyla SPD'de “Büyük koalisyon 2005-2009 yıllarında bize yaramadı, tekrar kurmayalım” gibi bir endişe oldu. Merkel ittifakına karşı çıkan bu Sosyal Demokratların şöyle bir düşüncesi vardı: “Acaba Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Sol Parti, üçü bir araya gelip hükümet kuramaz mı?”
- CHP'nin “yüzde 60 blok” formülüne benzemiyor mu bu düşünce?
Doğru, tıpkı “3 muhalefet partisi koalisyon kuramaz mı?” sorusunu tartıştığımız gibi onlar da benzer bir arayış içinde oldular. Nihayetinde SPD ile Hıristiyan Demokratlar'ın ortaklığına gidildi.
- Ancak SPD'den önce karşı çıkanlar olmuş, parti bu itirazları nasıl yönetti?
Evet, Sosyal Demokratların tabanından itirazlar geldi önce. Partinin gençlik kolları “koalisyon istemeyiz” diyerek imza kampanyası başlattı hatta parti genel merkezinin önünde gösteriler yapıldı. Akıllarda 2005 koalisyonunun anıları, kaybedilen oylar var. Bunlar eşliğinde parti içinde koalisyona karşı bir hareket başladı. Parti meclisi şu kararı aldı: “Biz hükümet sözleşmesi için görüşmeleri yürüteceğiz. Hükümet sözleşmesi bittiğinde Sosyal Demokratların vazgeçemeyeceği ilkeleri orada göreceksiniz. Sözleşmeyi onayınıza sunacağız ve karar sizin olacak” dediler. Anlayacağınız bir referandum yaptılar. SPD yönetiminin referandum kararını Merkel ve Hıristiyan Demokratlar da makul karşıladı.
- SPD, partililer arasında referandum mu yaptı?
Aynen öyle, Sosyal Demokrat Parti kendi tabanına ve üyelerine “Merkel ile Hıristiyan Demokratlar'la bu sözleşmede uzlaştık” dediler. Bütün çalışmalar paraf edilerek, 500 bine yakın üyesine gönderildi. “Ortak hükümet sözleşmemiz budur” dediler. “Evet mi? Hayır mı?” diye sordular. Bu referanduma yüzde 75 katılım oldu. Yüzde 70 “Evet” çıktı. Ve koalisyon kuruldu.
- Merkel'in tabanında itiraz olmuş muydu?
Pek olmadı çünkü 2005 koalisyonun artıları Merkel'e giderken, eksiklikleri SPD'ye fatura edilmişti.
- Bakanlıkları nasıl paylaştılar?
Orada kritik mesele bizdeki gibi bakanlık paylaşımı değil hükümet sözleşmesinin içinde ne olduğu. Örneğin asgari ücret konusu. SPD'de tabanında sendikalarda asgari ücretin 8.5 Avro olarak hükümet programına girmesi önemli bir konuydu. Çünkü Almanya'da o dönemde 4 Avro'luk saat ücreti ile işçiler çalıştırılıyordu. Sosyal Demokratlar bunun insanlık onuruna aykırı olduğunu söyledi. Merkel bu rakama itiraz etti. Nihayetinde 8.5 Avro protokole, “uygulamaya 2016'da başlatılmak üzere” denerek girdi. Bakanlık kısmına gelirsek, Almanya'da 14 bakanlık vardır. 9 bakanlığı Hıristiyan Demokratlar, 5 bakanlığı da Sosyal Demokratlar aldı. Ekonomi, çalışma, çevre, dışişleri, göç ve uyumdan sorumlu bakanlıklar SPD'nin oldu. Ve SPD Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı oldu.
- Almanya örneği partinizde nasıl karşılık buldu?
Orada koalisyon müzakerelerinde rejimi, başkanlık sistemini, demokrasiyi, hukuk devleti standartlarını tartışmıyorlar. Sistem oturmuş, insan hakları ve özgürlüklere dayalı bir demokrasi işliyor. Hukuk devleti var. İki parti koalisyon masasına oturduğunda sosyal ve ekonomik konuları, Avro'yu, dış politikayı vs'yi tartışıyorlar. Bu nedenle de büyük koalisyonu bize göre rahat kurabiliyorlar.
- Tekrar şöyle soralım: Almanya örneğinden hareketle nasıl bir hazırlık yaptınız?
Biliyorsunuz, koalisyon görüşmeleri başlamadan evvel, 14 madde ile ilkelerimizin çerçevesini çizdik. Yarın bir koalisyona karar verilirse sadece genel ilkeleri söylemek yetmiyor. Dolayısıyla o ilkelerin içindeki alt başlıklarını da ayrıntılı hale getiriyoruz.
- AKP-CHP koalisyonu şıkkına bakışınız nedir?
Çerçevelendirdiğimiz 14 ilkeye, bu maddelere “CHP'nin talepleri” saikiyle bakılmamalı. O ilkeler, Türkiye'yi çağdaş ve işleyen bir demokrasiye ulaştırmanın maddeleridir. Eğer AKP bu ilkeleri benimser, Davutoğlu ve partisi bu ilkeleri böyle yorumlarsa, müzakere edilebilir diye görüyorum. CHP'nin büyük çoğunluğu, ben de buna dahilim, eğer AKP 14 ilkelik maddelerimizin Türkiye'nin demokrasisi için hayati olduğunu kabul etmezse CHP'liler böyle bir işbirliğine karşı olurlar. Bugün “AKP-CHP koalisyonu kurulsun” diyen sermaye ve dış çevrelerin bilmesi gereken şu: Avrupa'da merkez sağ ve sol partiler demokrasinin esasları konusunda zaten birleşmiştir. Onlar koalisyon masasında asgari ücreti, çevre sorunları, Avro'nun ne olacağını, dış politikayı konuşuyor. O nedenle orada büyük koalisyon sonucu çıkıyor. Bizde, örneğin AKP-CHP olasılığında, masada saray, 12 Eylül zihniyeti ve kurumları, tek adam vesayeti vs. duruyor. Bu noktada AKP ve MHP'nin tabanları ve ideolojik geçmişleri itibari ile daha kolay anlaşabileceği fikrindeyim.
- Meclis Başkanı'nın seçimiyle birlikte “AKP-MHP koalisyonu geliyor” diyenlere katılıyor musunuz?
Çok spekülasyon var. Meclis Başkanı seçimi gündeminden önce de MHP- AKP yakınlığını dile getirdim. Siyasi yakınlıkları hatta tabanları arasında geçiş var. MHP, AKP ile işbirliği istiyor ama bunu açıktan söyleyemiyordu. Tüm seçim propagandasını AKP karşıtlığı üzerine kuran bir MHP'den söz ediyoruz. MHP dümeni Meclis Başkanlığı seçiminde kırarak, koalisyon için zemin yarattı. Geçmişte de birçok kez yaptığı gibi AKP'nin stratejisine destek verdi. AKP'li bir başkanın seçilmesini sağladı. Muhalefet, kuvvet ayrılığında çok önemli bir konumu olan Meclis Başkanlığı fırsatını kaybetti.
- Deniz Baykal'ın adaylığı AKP-CHP koalisyonunun bir başlığı mıydı yoksa Baykal'ın adaylığı bir emrivaki miydi; hangisiydi daha çok?
Deniz Baykal'ın adaylığı grupta onay aldı biliyorsunuz. İki ama üç eksik ile nihayetinde Baykal ismine partililerimiz onay verdi. Burada öngörülemeyen esas sorun şu: Son turda iki aday kalacağını herkes biliyordu. Meclis aritmetiği nedeniyle, o iki kişi de AKP ve CHP'nin adayları olacaktı. Muhalefet, muhalefetin adayına oy verecek varsayımında bulunuldu, yanlış burada yapıldı. Örneğin son turda Deniz Baykal değil de MHP'nin adayı en çok oy olan ikinci kişi olsaydı, biz MHP'nin adayını desteklerdik. Bu çok açık, niye iktidarın adayını destekleyelim? MHP'de böyle yapacak diye düşündük. Nitekim HDP, o 50 oyla, böyle davrandı.
- MHP'den “CHP'nin adayı Baykal değil başka isim olsun, destekleriz” görüşü gelseydi, parti adayını değiştirir miydi?
Böyle bir görüş gelmedi. 1977 seçimlerinden sonra Meclis Başkanı seçilirken MHP, CHP'ye “Makul bir aday gösterin, seçelim” demiş. Bu çağrı üzerine Cahit Karakaş aday gösterilmiş ve kabul görmüştür. Eğer Deniz Baykal ismine itirazları var ise bunu bize iletmeleri lazımdı. “Adayınızı belirlerken bizimle istişare edin, bizim de daha rahat oy verebileceğimiz bir isim olsun” diyebilirlerdi. Böyle bir şey olmadı. Sayın Baykal MHP ve diğer partilerle görüştü. O da olumsuz bir tepki almadı biliyorsunuz.
- Baykal'ın adaylığı seçim sonrası parti yönetiminde özeleştiri konusu oldu mu?
Bence buradaki eksiklik, üç muhalefet partisinin kendi adaylarını göstermeden, bir araya gelip, Meclis Başkanlığı seçimini detaylı biçimde konuşmaması. Sorun buradan kaynaklı.
- Üç muhalefet partisi bunu neden yapmadı?
Çünkü iktidarın adayını desteklemek eşyanın tabiatına aykırı. Son turda muhalefet, muhalefetin adayını oy verecek diye düşünüldü. Böyle bakmamak lazımmış. Sonuç olarak MHP'nin seçmeni de şaşırdı. MHP güvenilmez olduğunu gösterdi.
- Erdoğan-Baykal görüşmesini nasıl okumuştunuz?
Seçim sonuçlarından sonra Erdoğan büyük bir şok geçirdi. Üç gün konuşmadı. O buluşma erken ve acele yapılmış bir görüşme. Bu görüşme Tayyip Erdoğan'ın kamuoyuna çıkmasına vesile oldu. Geçen sürede kimin kiminle ne koalisyonu yapacağı hesaplarına değil Meclis Başkanlığı seçimine konsantre olunmalıydı.
- Baykal'a HDP'den 50 oy çıktı. O 50 oyu CHP nasıl analiz etti?
O 50 oyun anlamı galiba şu: HDP'nin 50 oyunun üzerine MHP'den 80 oy gelseydi Sayın Baykal seçilmiş oluyordu. Böylece HDP “Muhalefetten bir Meclis Başkanı için biz yeterli oyu verdik” demiş oluyor.
- Ufukta HDP-CHP yakınlaşması olabilir mi?
Kim, nasıl, ne hükümeti kuracak; bilmiyoruz. CHP ve HDP muhalefette kalırsa elbette demokrasi, özgürlükler konusunda işbirliği yaparlar. Muhalefet koltuğunda olduklarında önlerine gelen yasalar, anayasa değişikliği gibi birçok konuda benzer tutum alacaklardır diye düşünüyorum. Özellikle ifade özgürlüğü, demokrasinin derinleştirilmesi, rejim ve Tayyip Erdoğan'ın tek adamlığına bakış noktasında ortak noktalar var. Birçok konuda ortak hedefi ve vaatleri olan partilerin işbirliği yapması doğaldır. Yapılması da gerekir.
- CHP içinde “HDP mi! Aman aman!” diyebilecek ulusal kanatın vaziyeti nedir şu an?
Geçen dönemde parlamentoda “ulusalcı kanat” olarak nitelenen beş- altı milletvekili arkadaşımız vardı biliyorsunuz. Bir araya gelip açıklamalar yapıyorlardı. Onların birçoğu artık milletvekili değil. Dolayısıyla farklı düşünceleri dile getiren ayrı, ulusalcı bir kanat yok. Sosyal demokrasinin içinde farklı fikir ve düşünce kanatlarının olmasını ve bunların yapıcı eleştirilerde bulunmasını doğal görürüm.
- Önünüzdeki iki şıktan, 1) AKP- CHP koalisyonu 2) Erken seçim, hangisi isabetli sizce?
CHP-AKP koalisyonu tek başına söz olarak yetmiyor. Koalisyonun hangi hedefler doğrultusunda kurulduğuna bağlı her şey. Ben AKP-CHP arasında bizi tatmin edebilecek bir sözleşme olabileceğini tahmin etmiyorum. Sebebi biz değiliz. Sebebi AKP'nin, CHP'nin 14 maddesini çağdaş demokrasinin ilkesi olarak görmemesi. Ayrıca AKP'nin çağdaş demokrasiyi yok sayan 13 yıllık uygulamaları ve 7 Haziran sonrasındaki tutumu da bu yönde.
- Erken seçimden korkuyor musunuz?
Ben demokrasilerde erken seçimden korkulmaması kanaatindeyim. Bir çıkmazdaysanız sonuçta yine seçmene gideceksiniz. Toplum koalisyon görüşmelerinde süreci tıkayanlara notunu verecektir.
- “CHP seçmeni 7 Haziran'da partisini titretmedi ama CHP değişmez ise bir sonraki seçimde ana muhalefet koltuğuna artık HDP oturabilir” değerlendirmesini nasıl okudunuz?
Seçim sonuçlarında beklediğimiz sonucu alamadık. Sayın Genel Başkan hedefi yüzde 35 olarak koymuştu. Ben birinci aşamanın yüzde 30'u geçmek olduğuna inanıyorum. Kitle partisi olmak için yüzde 30 eşiktir. Bu eşiğe 2011'de de, şimdi de ulaşamadık. CHP'nin acilen ideolojik ve politik çizgisini daha net hale getirecek çalışmalar yapması gerek. Bu anlamda örgütsel ve yapısal reformlara ihtiyacımız var. Yeni bir program çalışmasıyla, örgüt modelinde ve tüzükte çok önemli değişikler yapmamız gerekir.
- Tüzük için öngördüğünüz değişiklik nedir?
343 sayfalık bir programımız var. 2008'de yapıldı. Bu program çok uzun. Avrupa'daki modellere dönmemiz lazım. 60-70 sayfalık temel değer ve ilkeler programı hazırlanması ve örgütsel yenilenme önümüzdeki dönemde partinin ana gündeminde olacaktır. Bu girişimlerin Kurultay sonrasında olabileceğini tahmin edebiliriz. “Biz kimiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz? Demokrasiye, emeğe, laikliğe, kadın-erkek eşitliğine nasıl bakıyoruz?” gibi genel ilkeleri içeren bir program yapmamız ve bunu tabanla tartışarak gerçekleştirmemiz lazım. Sadece genel başkan değişimi ile bir partinin yenilenemeyeceğini biliyoruz.
- Örgüt modeli için planlanan değişiklik nedir?
Bizim 1 milyon 200 bin üyemiz var. Bu üyelerimizin daha aktif ve sorumlu ve hak sahibi olması gerek. Parti örgütlerimizin halkla daha iyi ilişkiler kurma sorunu var. Örgütlerle genel merkez iletişiminin sürekli olması gerekli. Parti içi demokrasinin kuvvetlendirilmesine ihtiyaç var. Bir ön seçim tecrübesi yaşadık. Orada da eksikliklerimiz var. Dört dönemdir kontenjandan konulan milletvekilleri var. Daha eşitlikçi, demokratik bir ortamda, atama işlerine son verilen bir ortam sağlanmalı.
‘Yüzde 25.3 kitle partisi eşiğinin altında kalmak demek’
- Yüzde 25.3 sizin için ne demek?
Kitle partisi olmanın eşiği sayılan yüzde 30'un altında kalmak demek öncelikle. Şu da bir gerçek ki Batı demokrasisinde partiler seçim bildirgelerini ve adaylarını son altı haftaya sıkıştırmıyor. Bu 6 haftalık zaman bize yetmedi. Ve partinin genel ideolojik çizgisi ile kadronun da birbirine uyumlu olması lazım. Vaatlerinizi gerçekleştirecek bir kadroya sahip misiniz; seçmen bunu sorguladı. Kadro ve program arasında uyumsuzluk olmamalı.
- Siz nereye vardınız; erken seçime mi gidiyoruz daha ziyade?
Sayın Davutoğlu üç partiye de gidecek. Tur sonunda büyük ihtimalle MHP ile müzakereleri deneyeceklerini açıklayacak. Denediklerini ama mutabakata varamadıklarını gösterme taktiğindeler ise “olmuyor” diyecek. MHP ile ortaklık kurarlar ise, kısa sürede bozulacak bir koalisyonla, Erdoğan'ın başkanlık sistemini tekrar sahaya süreceği, bir seçim gündemi başlayacak gibi gözüküyor.
© Tüm hakları saklıdır.