11 Mart 2021 19:59
CHP, Koronavirüs'le geçen bir yılda Türkiye'nin durumunu raporla değerlendirerek, "İşsiz vatandaşlarımıza paketten hiçbir şey çıkmamış, kısa çalışma ödeneğinin işsizliği durdurmaya yetmeyeceği görmezden gelinmiş, ücretsiz izne çıkarılan işçilere 2020 yılında günde yalnızca 39 TL, 2021 yılında ise günde 47,70 TL verilerek vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin umursanmadığı bir kere daha ortaya koyulmuştur." denildi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Fethi Açıkel başkanlığındaki CHP Ar-Ge Bilim Platformu tarafından, Covid-19’un Türkiye’de görülmesinin ve dünyada pandemi ilan edilmesinin birinci yılı olan 11 Mart’ta, pandemi sürecinde Türkiye’nin durumuna dair, ulusal ve uluslararası pek çok parametreyi değerlendiren kapsamlı bir politika notu hazırlandı. “Kovid-19 Gölgesinde Bir Yıl: Saray Vatandaşlarımızın Hayatını Tehlikeye Attı, Ekonomiyi Buhrana Sürükledi” başlıklı politika notunda, Covid-19 öncesindeki ekonomik krizin pandemi ile birlikte derinleştiği ve ekonomik buhrana dönüştüğü; işsizliğin, yoksulluğun ve yüksek enflasyonun kalıcılaştığı vurgulandı.
TIKLAYIN: Türkiye'nin Koronavirüs'le bir yılı; nasıl başladı, neler yaşandı, hangi noktaya gelindi?
Covid-19 Pandemisinin sosyal devletin önemini ortaya çıkardığını anlatan Politika Notunda, AKP iktidarının sosyal devleti tasfiye eden politikaları nedeniyle milyonlarca vatandaşın bir yılda derin bir yoksulluğa sürüklendiğine, çalışanların, esnafların, emeklilerin, gençlerin, kadınların ve toplumun tüm kesimlerin yalnız bırakıldığına dikkat çekildi.
Türkiye’nin sağlık kapasitesinin, AKP iktidarının anlattığının aksine yetersiz olduğunu ve bu dönemde de gerekli takviyelerin yapılmadığına dikkat çekilen Politika Notunda, Kovid-19 vaka sayılarının gizlendiğinin, bilgi aktarımında şeffaf olunmayarak halk sağlığının tehlikeye atıldığının altı çizildi. Politika Notunda, AKP iktidarının Türkiye’yi aşıda dışa bağımlı hale getirdiğine, aşı temininde dünyanın gerisinde kalındığına ve aşılama başlamasından 2 ay geçmesine rağmen 10 milyon doz aşının yeni yapılabildiğine dikkat çekilerek, bağışıklığın kazanılması için gereken en az 120 milyon doz aşı seviyesinin çok gerisinde kalındığı söylendi.
Politika Notunun “CHP Ne Yapacak?” bölümünde, CHP’li Belediyelerin engellemelere rağmen yaptığı yardımlar listelendi ve CHP’nin TBMM’ye Parti Grubu olarak olarak çözüm için kanun teklifleri verdiğinin altı çizildi. Bununla birlikte, çözüm için sosyal devlet vurgusu yapılan politika notunda, “CHP iktidarında Aile Destekleri Sigortası Her Koşulda Ailelerimizin Yanında Olacak, Kriz Yönetiminde Şeffaflık; Doğru Bilgi Edinme Hakkı ve Koordinasyon Gözetilecek, Yerli Aşı, İlaç ve Tıbbi Cihaz Sektörlerini Güçlendireceğiz, Tüm Vatandaşlarımızın Sağlık Hizmetlerine Eşit Erişimini Sağlayacağız, Kriz Karşısında Hiç Kimse Yalnız Bırakılmayacak, Türkiye Tarımda Kendine Yeten Ülke Olacak, Gelecek Nesiller İçin Ekosistem Hakkı Korunacak, Parasız, Nitelikli, Çağımıza Uygun bir Eğitim Sistemi Kuracağız, Teknoloji altyapısı güçlendirilecek, İnternete erişimi olmayan yurttaşımız kalmayacak” ifadelerine yer verildi.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) pandemiyle mücadelede gerekli önlemleri almamasının bir sonucu olarak Türkiye 2020 yılında, ülkeleri ekonomik büyüme, eğitim, sağlık, kişisel refah ve yaşam kalitesi gibi kategorilere göre değerlendiren Refah Endeksi’nde 167 ülke arasında 100. sırada yer almıştır. Makroekonomik istikrar sıralamasında 10 yılda 73 sıra gerilemiş ve 167 ülke arasında 127. sıraya yerleşmiştir.
Ocak 2021 itibarıyla dünya ölçeğindeki ülkelerin toplam Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) ortalamalarının %7,3’ü nakdi gelir ve harcama desteği olarak vatandaşa sunulurken, Türkiye için oran %1,1 de kalmıştır. Pandeminin derinleştirdiği krizlerin karşısında vatandaşımız bir başına bırakılmıştır.
Bu ekonomik buhran içinde, liyakatsiz yönetim kararları ile ülkenin 128 milyar doları da buharlaştırılmıştır. Oysa 128 milyar dolar ile 10 milyon işsiz vatandaşımıza ayda 3 bin TL destek verilebilir; 1 milyon 300 esnafın 13 milyar TL’lik kredi borcunun, çiftçilerimizin banka takibine düşen 5 milyar TL’lik kredi borcunun tümü kapatılabilirdi. Küçük işletmelerimizin 16 milyar TL’lik kredi borcu ödenebilir, 50 milyon vatandaşımıza iki doz ücretsiz Pfizer-Biontech aşısı yapılabilir, 4 milyon 800 bin öğrencimize tablet verilebilirdi. AKP’nin sahipsiz bıraktığı esnafımıza ve müzisyenlerimize 1 yıl boyunca her ay 3 bin TL destek verilebilirdi.
Dünya Sefalet Endeksi’nde 2019 yılında 96 ülke arasında en kötü durumdaki 5. ülke iken 2020 yılında 4. sıraya yükselmiştir. Halkımız bir yılda 1.500 dolar fakirleşmiş, yoksulluk oranı %8,4 artmıştır. Dünyada çalışan yoksulluğu oranı %9 iken Türkiye’de bu oran %14,4’e ulaşmıştır. 32,1 milyon vatandaşımız ise yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında yaşamaktadır.
Türkiye, gelir adaletsizliği sıralamasında OECD ülkeleri arasında ve G20 ülkeleri arasında sondan 2. sıraya yerleşmiştir. Alım gücünün giderek düştüğü ülkemizde asgari ücret neredeyse norm ücret hâline gelmiş, asgari ücret ve civarında ücret alarak çalışanların oranı toplam çalışan nüfus içinde oranı %60’a yaklaşmıştır.
İşsiz vatandaşlarımıza paketten hiçbir şey çıkmamış, kısa çalışma ödeneğinin işsizliği durdurmaya yetmeyeceği görmezden gelinmiş, ücretsiz izne çıkarılan işçilere 2020 yılında günde yalnızca 39 TL, 2021 yılında ise günde 47,70 TL verilerek vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin umursanmadığı bir kere daha ortaya koyulmuştur. Halka doğrudan destek verilmemiş, gerçek ihtiyaçları görmezden gelinmiş, bunun yerine varolan kredi, vergi ve borçlar ötelenmiştir.
Salgın, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizi derinleştirmiş, Türkiye, satın alma gücü paritesinde Avrupa ortalamasının %41 gerisinde kalmıştır. Enflasyonun çift haneli değerlere ulaştığı Türkiye, enflasyondaki oynaklık açısından 2010’da 35. sıradan 2020’de 144. sıraya gerilemiştir. Türkiye enflasyonu OECD, AB ve Avrupa ülkeleri arasında en yüksek seviye ile rekor kırmıştır. Enflasyona ek olarak, Türk lirasındaki değer kaybıyla alım gücü hızla düşen vatandaşlarımız yoksullaşmıştır.
2019 yılı TÜİK resmi verilerine göre %14 olan yoksulluk oranının, pandemi etkisiyle %35’e çıkabileceği öngörülmektedir. 2020 yılı sonu itibarıyla nüfusun yaklaşık %78’i borçlu hâle gelmiştir. Ocak 2020 – Aralık 2020 döneminde halkımızın bankalara olan tüketici kredileri borcu içinde %40, bireysel kredi kartı borçları ise %22 oranında artmıştır. Halkımız temel ihtiyaçlarını karşılamak için destek bulamayınca banka kredilerine başvurmak zorunda kalmışlardır.
Saray rejimi, topladığı bağışların yanı sıra, Kovid-19 tedbirleri kapsamında idari para cezaları keserek vatandaşın cebini gelir kapısı olarak görmüştür. 2020’nin ilk 11 ayında geçen yılın aynı dönemine göre idari para cezaları %46,4 artarak 8,2 milyar liraya çıkmıştır. İçişleri Bakanlığı ise Ocak 2020 itibarıyla Kovid-19 tedbirlerinin ihlâli nedeniyle toplam 1 milyon 849 945 kişiye ceza kesildiğini açıklamıştır. Bu durumda her hafta ortalama 30-40 bin civarında kişiye ceza kesilmektedir.
Pandemi sürecinde iş gücü 1 milyon 406 bin kişi, istihdam 1 milyon 103 bin kişi, iş başında olanların sayısı 271 bin kişi azalmıştır. Kasım 2020’de geniş tanımlı işsiz ve iş kaybı sayısı bir yıl öncesine göre 1 milyon 386 bin artarak 11 milyon 768 bine yükselmiştir. Kasım 2019 – Kasım 2020 arasında geniş tanımlı genç işsizliği ise %32,9’dan %43,5’e yükselmiştir.
Ekonomik desteklerin yokluğunda pek çok sektör darboğaza girmiş, iş yerleri iflas etmiştir. Esnaf çalışanlarının ücretlerini, sigortasını, işletme giderlerini ödeyememiş, borçlanmış ya da kepenk indirmek zorunda kalmıştır. 2020 yılı Ocak-Aralık döneminde 16 bin şirket ve 24 binden fazla gerçek kişi ticari işletme kapanmış, yaklaşık 100 bin esnaf kepenk kapatmıştır. Diğer bir deyişle günde 273 esnaf iflas etmiştir.
Türkiye, uygulanan tarım politikaları nedeniyle en temel gıda ihtiyaçlarını bile ithal eden bir ülke konumuna getirilmiştir. Salgın sürecinde bu durum, ülkemizin hâlihazırda içinde bulunduğu ekonomik krizle birleşerek vatandaşların gıdaya erişimi açısından büyük güçlük yaratmıştır.
Aralık 2020 itibarıyla yılda %14,6’ya ulaşan tüketici fiyatları ve %20,6’ya ulaşan gıda fiyatları artışıyla Türkiye bu alanda OECD ülkeleri arasında en yüksek artışın kaydedildiği ülke olmuştur. Yumurtada yıllık fiyat artışı %82, ayçiçek yağında %52, mercimekte %60, ekmekte %21’e ulaşmıştır.
Tarım sektörü borçları 2020 yılının Ocak-Aralık döneminde yaklaşık 20 milyar liralık artış göstermiş, bankalar tarafından takibe alınan kredi borcu ise 5 milyarı liraya geçmiştir. Yıl sonuna ötelenen kredilerin ve üstüne binen yüksek faizlerin sonrasında çiftçi iflas etmiş, traktörüne, tarlasına, hayvanına el koyulmuştur.
Dünyada kapsamlı kısıtlamalara gidilirken AKP iktidarı pandeminin başından beri uzmanların tam kapanma çağrılarına kulak vermemiş, gerekli tedbirleri almayarak çok fazla sayıda vatandaşımızın yaşamını kaybetmesine neden olmuştur. Uzmanların tam kapanma tavsiyelerine rağmen yalnızca geceleri ve hafta sonlarını içeren dar kapsamlı sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş ve salgının önüne geçilememiştir. AKP bu yasakları açıklama konusunda da ciddiyetsiz davranarak halkı kaosa sürüklemiş ve virüsün yayılmasını hızlandırmıştır.
Deneme yanılma yöntemiyle “normalleşme”, vatandaşlarımızın yaşamını tehlikeye atıyor.
1 Mart 2021 tarihinde, salgının hızını düşürmeden yayılmaya devam etmesi ve hatta yeni mutasyonlarının ortaya çıkmasına rağmen, bilime uygun olmayan şekilde “yeni kontrollü normalleşme” dönemine geçme kararı açıklanmıştır. Her gün 60’tan fazla vatandaşın yaşamını yitirmesine rağmen Saray, uzmanlara ve sağlık meslek örgütlerine kulak asmadan kısıtlamaları kaldırmaya başlamıştır. Benzer bir normalleşme sürecinin gerçekleştiği Haziran ayında vakaların bir anda tekrar yükselişe geçmesiyle salgın daha da tehlikeli bir boyut almıştır.
AKP, pandemi süreci boyunca şeffaf davranmamış, kamuoyuyla doğru ve düzenli bilgi paylaşmamıştır. Salgının boyutu, vaka sayısı, bölgesel dağılımı ile ilgili şeffaf bilgi aktarmayarak virüsün gizlice yayılmasına neden olmuştur.
25 Kasım 2020 tarihinden itibaren gerçek vaka sayılarının açıklanmasıyla günlük birkaç bin görünen vaka sayısının 28 bin olduğu öğrenilmiş, salgının gerçek boyutu böylece ortaya çıkmıştır. Bu açıklamadan sonra Türkiye, bir gün içinde dünyada en çok vakanın görüldüğü üçüncü, Avrupa’da ise birinci ülke hâline gelmiştir. Bir diğer deyişle AKP, salgını değil, sayıları kontrol altına almayı tercih etmiş, uluslararası norm ve tanımlara uymayı reddetmiş, vatandaşları yanıltarak belirsizlik ve şüphe içinde bırakmış, halk sağlığını tehdit etmiş ve ulusal çıkarlara aykırı hareket etmiştir.
Türkiye, 100 bin kişi başına düşen vaka ve ölüm sayıları, pozitif test sonucu oranı, 1 milyon kişi başına düşen toplam ölüm oranı ve aşıya erişim imkânı üzerinden 53 ülkeyi değerlendiren Kovid-19 Dirençliliği Endeksi’nde bir ay içinde 15 basamak birden gerilemiştir. Ekim ayında 30. sıradayken Kasım ayı itibarıyla 45. sıraya düşmüştür. Kovid-19 Veri Şeffaflığı Endeksi’nde ise 100 ülke arasında 97. sıradadır.
2017 yılı verilerine göre OECD ülkeleri arasında GSYİH içinde sağlığa en az pay ayıran ülke %4,2 ile Türkiye olmuştur. OECD’de ise bu oranın ortalaması %8,8 ile Türkiye’nin iki katından fazladır. OECD ülkeleri arasında kişi başına yapılan sağlık harcamasında Meksika’dan sonra en düşük harcama Türkiye’de yapılmıştır. Bunun yanı sıra, OECD ülkelerinde ise kişi başına düşen toplam sağlık harcaması Türkiye’nin en az üç katıdır.
2021 yılına gelindiğinde sağlığa ayrılan pay, pandemiye rağmen, düşük olmayı sürdürmektedir. 2021 yılı bütçesinde Sağlık Bakanlığı payı 62 milyar 35 milyon TL ile %5,7’de kalmıştır. Kovid-19 pandemisi tüm dünyada koruyucu sağlık hizmetlerinin öneminin bir kere daha anlaşılmasını sağlamışken, Türkiye’de koruyucu sağlığa ayrılan pay tüm Sağlık Bakanlığı bütçesinin yalnızca dörtte biridir.
AKP’nin rantı ve ticarileşmeyi önceleyen Sağlıkta Dönüşüm Projesi, birinci basamak sağlık hizmetlerini zayıflatmış ve böylece pandemi süresince hastanelerin üzerindeki yük daha da artmıştır. . Pandemi döneminde kalp krizi geçirenlerin yarısı hastaneye başvuramamıştır. Kanser taramaları ve kanser tanısında %90 azalma olmuş, diyabet ve tansiyon gibi hastalıkların taramaları da azalmıştır.
2017 verilerine göre Türkiye’de 10.000 kişiye düşen hastane yatağı sayısı 28,3 iken bu oranın AB ülkeleri ortalaması 49,1; OECD ülkeleri ortalaması ise 46,5’tir. Yani her ne kadar hazırlıklı olunduğu iddia edilse de, yatak sayısı diğer ülkelerle karşılaştırılınca çok yetersizdir. Bu konudaki yetersizlik 2019 verilerinde de göze çarpmaktadır. Türkiye’de 237 bin 504 yatak kapasitesi bulunmaktadır. Neredeyse her 5 hastane yatağından biri ise özel hastanelerdedir.
Bu tür bir salgında iyi bir sağlık hizmeti vermek için hekim ve sağlık personeli sayısı da büyük önem taşıdığı hâlde Türkiye’de sağlık çalışanı sayısı çok yetersizdir. Bu durum, yoğun bakım alanını da etkilemektedir. Türkiye’de 100 bin kişiye 193 hekim düşmekteyken bu oran OECD ülkelerinde ortalama 348’dir. Aynı şekilde Türkiye’de 100 bin kişiye 306 hemşire ve ebe düşmekteyken, bu oran OECD ülkelerinde ortalama 389’dur. Türkiye her iki açıdan da OECD ülkeleri arasında son sırada yer almaktadır.
Hekim sayımız zaten yeterli değilken, çalışma koşulları nedeniyle her yıl artan sayıda hekimimiz yurt dışına gitmektedir. 2012 yılında bir yıl içerisinde yurt dışına giden hekim sayısı yalnızca 59 iken, bu sayı 2019 yılında 1.042’ye ulaşmıştır. 2020 yılın da ise pandemiye rağmen gerekli belgeyi Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) isteyen hekimlerin sayısı 931’dir. Pandemi boyunca sağlık çalışanlarının yaşadığı olumsuzluklar, önümüzdeki süreç içinde bu sayının daha da artabileceğine işaret etmektedir.
Pandemi sürecinde çalışma koşulları pek çok hekim ve hemşireye emekli olmayı ya da istifa etmeyi düşündürtmüştür. 10 Mart 2020 ve 8 Eylül 2020 arasında ise toplamda 4 bin 574 sağlık personeli istifa etmiştir. 27 Ekim 2020’de Sağlık Bakanlığı emeklilik ve istifa yasağı getirmiş, Ocak 2021’de yasağın geçici olarak kaldırılmasıyla Mart 2021’e kadar 2 bin 537 sağlık çalışanı emekli olmuş, 3 bin 487 sağlık çalışanı ise istifa etmiştir. Sağlık ordumuz böylece erimeye devam etmektedir.
1928’de açılan ve 1960’lardan itibaren ülkemize yetecek düzeyde aşı üretir hâle gelen, Cumhuriyet’imizin öncü kurumlarından Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi, 2011’de kapatılmış, AKP iktidarında ülkemiz aşı için tümüyle dışa bağımlı hâle gelmiştir.
Tıp fakültelerimizin araştırma için kaynakları kısıtlıdır. Borçları 17 milyar TL’ye çıkmıştır, bu miktar 2021 bütçesinde Şehir Hastaneleri’ne ayrılan kaynağa neredeyse denktir. Saray rejimi, aşı araştırmaları için değil, rant projesi şehir hastanelerine kaynak ayırmayı tercih etmektedir.
Sağlık çalışanlarının sağlığı tehlikeye atıldı
Salgını kontrol altına almak ve en az can kaybıyla atlatabilmek için canla başla uğraşan sağlık çalışanları, Kovid-19 hastalığına yakalanma riski en yüksek gruptur. Uzmanlara göre Aralık sonu itibarıyla enfekte olmuş 1 milyon 200 bin kişinin 120 bini sağlık çalışanıdır. Sağlık çalışanları, pandemiden toplumun diğer kesimlerine göre 10-14 kat fazla etkilenmektedirler.
2021 Mart ayı itibarıyla 400’e yakın sağlık çalışanımız Kovid-19 nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Kovid-19 nedeniyle yaşamını kaybeden her 74 kişiden biri sağlık çalışanıdır. Oysa en yüksek ölüm sayısına sahip ülkelerden ABD’de ise yaşamını yitiren 108 kişiden biri, İngiltere’de ise her 469 kişiden biri sağlık çalışanıdır.
AKP, Kovid-19 aşısı konusunda aylardır süregelen gelişmelere rağmen bu yarışta çok geride kalmıştır. Resmi olarak tek bir firmayla anlaşılmış, vatandaşlar tek bir aşıya mahkûm edilmiştir. Sipariş verilen miktar çok yetersizdir. Aşıların gelişi gecikmiştir.
Ülkeler, Pfizer-Biontech, Astrazeneca Oxford, Moderna gibi başka pek çok farklı aşıyla aşılama programı hazırlamaya çalışırken AKP, yalnızca Çin’le Sinovac aşısını tedarik etmek üzere anlaştığını açıklamıştır. Uzmanlar bağışıklığın kazanılması için en az 120 milyon doz aşıya ihtiyaç olduğunu söylediği hâlde, AKP ilk aşamada yalnızca 15 milyon kişinin yararlanacağı 30 milyon doz için anlaşma yapmıştır. İlk etapta yalnızca 3 milyon doz aşı 20 gün gecikmeli olarak temin edilmiştir. Aşılama çok yavaş gerçekleşmektedir. Sağlık Bakanlığı aşılama başladığında günde 1,5 milyon doz aşı uygulanacağını iddia ederken, 1,5 aylık sürenin sonunda yapılan aşı miktarı 10 milyonu ancak geçmiştir.
DSÖ, 2021 yılı sonuna kadar 2 milyar doz aşının dünyaya eşit bir şekilde üretilip dağıtılması için Kovid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı COVAX’ı kurmuştur. Programa 190 ülke üye olmuştur, Türkiye ise programa katılmayan bir avuç ülkeden biri olmuştur.
Türki·ye’ni·n Teknoloji· Altyapısı 21.Yüzyılda Uzaktan Eği·ti·m Ve Çalışma İçi·n Yetersi·z
Bugüne kadar yapılmış altyapı yatırımlarının yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Türkiye’de veri trafiğinin büyük kısmının gerçekleştiği sabit geniş bant yaygınlık oranı %19 iken, OECD ortalaması %31’dir. Sabit geniş bant İnternet içinde fiber payı ise Türkiye’de %22 iken OECD ülkelerinde ortalama %28’dir.
Türkiye, Küresel İnternet Hızı Endeksine göre mobil bağlantı hızında 139 ülke arasında 98. sabit İnternet hattı hızında ise 176 ülke arasında 102. sırada yer almaktadır. İnterneti erişimi, fiyatı, yerel dil içeriği ve İnternet erişim politikalarına göre ülkeleri 100 basamakta sıralayan Kapsayıcı İnternet Endeksi’nde ise Umman, Kolombiya ve Hindistan’la birlikte 46. sıradadır. 24 Mbps ile Avrupa’nın en yavaş İnternetine sahiptir.
Uzaktan eğitim, Türkiye’de eğitimin niteliksizliğini, plansızlığını ve 21. yüzyıla hazırlıksızlığını, öğretmenlerin sıkıntılarını, altyapı yetersizliklerini, başta engelli çocuklar, kız çocukları ve göçmen çocuklar gibi kırılgan gruplar olmak üzere çocukların eğitime erişimde yaşadıkları sıkıntıları, çocuk istismarının boyutlarını ve çocuk bakımı politikalarının yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Salgın, çocuklar arasındaki eşitsizlikleri derinleştirmiştir.
İnternet altyapısının milyonlarca öğretmen ve öğrencinin eğitimi çevrimiçi sürdürebilecekleri niteliğe sahip olmaması, EBA altyapısının yetersizliği, öğretmen ve öğrencilerin gerekli cihazlara ve teknolojik becerilere sahip olmaması, uzaktan eğitimin bir fiyasko olmasına neden olmuştur.
6 milyon öğrenci İnternet erişimi ya da cihazları olmadığı için EBA’yı etkin kullanamamış, 2 milyon 660 binden fazla öğrenci ise EBA’ya hiç erişememiştir. Öğrencilerin yalnızca yarısının evinde sabit İnternet hattı mevcuttur. Kırsal bölgelerde yaşayan 1,5 milyon öğrencinin yaşadığı bölgede İnternet altyapısı yoktur. Öğrencilerin %5’inin televizyonu bile yoktur. EBA’ya giriş yapabilenlerin %60’ından fazlası, yani 8,5 milyon öğrenci ise dersleri küçük cep telefonu ekranından takip edebilmiştir. Öğrencilerin yalnızca %38’inin tablet ya da bilgisayara erişimi mevcuttur.
Ülkemizdeki 207 üniversitede eğitim gören 7,5 milyon öğrencinin eğitiminde, altyapı eksiklikleri, uzaktan eğitime hazırlıksız olunması, İnternet erişimindeki sıkıntılar nedeniyle aksamalar meydana gelmiştir. Ders işlenişi, sınavların nasıl yapılacağı gibi konular üniversitelerin inisiyatifine bırakılmış, her üniversitenin altyapısının aynı ölçekte hazır olmaması eğitimde eşitsizliği daha da artırmıştır.
Bu süreçte hem öğrencilerin hem de öğretim üyelerinin özellikle İnternete ve cihaza erişim ve İnternet altyapısı nedeniyle sıkıntı çektiği görülmektedir. 10 üniversite öğrencisinden 3’ü İnternete erişmekte zorluk yaşamaktadır; 4’ünün yaşadığı bölgede İnternet altyapısı uzaktan eğitimi gerçekleştirmek için yeterli değildir. Her 10 öğrenciden yalnızca 1’i üniversitesinden altyapı desteği aldığını belirtmiştir.
Pandemide aile içi şiddet ve kadına karşı şiddet
Kovid-19 pandemisi döneminde kadına karşı şiddette bir artış meydana gelmiştir. İstanbul’da 2020 yılının Mart ayında, 2019 yılının aynı dönemiyle karşılaştırıldığında aile içi şiddette %38,2 artış görülmüştür. İçişleri Bakanlığı’nın acil yardım ihbar uygulaması KADES’i Şubat 2021 itibarıyla 1,5 milyon kadın indirmiştir. Bu, en az 1,5 milyon kadının ölüm korkusu yaşadığını göstermektedir.
Kovid-19 pandemisi, ülkemizdeki sığınmacı, mülteci ve göçmenleri de her alanda olumsuz etkilemiştir. Çoğu inşaatlarda, küçük atölyelerde ve işletmelerde kayıt dışı çalışan sığınmacı ve mülteciler, iş yerlerinin kapanmasıyla işsiz kalmıştır. Kira ve faturalarını ödemekte, gıda gibi temel ihtiyaçlarını temin etmekte sıkıntı yaşamaktadır. Bilgi ve iletişim teknolojilerine erişimlerinin kısıtlı olması ve dil bariyeri, pandemi konusunda, hastalık durumunda yapılacaklara, tedbir ve kısıtlamalara dair bilgiye erişimlerinde de sıkıntı yaratmaktadır. Bunun yanı sıra sığınmacı, göçmen ve mülteciler için de bir aşılama planı yapılmamış olması, riskleri daha da artırmaktadır.
AKP tarafından alınan tedbirlerin yetersiz kalması üzerine bu görevi yerel yönetimler üstlenmiştir. Cumhuriyet Halk Partili 11 büyükşehir belediyesi, 10 il belediyesi, 177 ilçe belediyesi, 49 belde belediyesi, yardım kampanyaları düzenlemiş, inisiyatif alarak vatandaşın mağdur olmaması için maske ve dezenfektan sıkıntısına çözüm üretmiştir. 75 milyondan fazla maske ve dezenfektan ücretsiz dağıtılmış, 8 milyon 228 bin vatandaşa ayni, 1 milyon 587 bin vatandaşa nakdi yardım yapılmıştır. Sağlık çalışanlarına ücretsiz ulaşım desteği, hastanelere nakil hizmeti sunulmuş, üretici ve çiftçilere ayni ve nakdi yardımlar yapılmıştır.
İhtiyaç sahibi ailelerin faturalarının ödenmesi amacıyla hayata geçirilen “askıda fatura" uygulamalarıyla 44 milyon TL tutarındaki 461 bin 908 adet fatura ödenmiştir. 11 büyükşehir belediyesi su faturasını ödeyemeyen 1 milyon 173 bin abonenin suyunu kesmemiş, belediyelerimize ait 15 bin 215 bin adet mülkün kirası bu süreçte ertelenmiştir. Saray, CHP belediyeleri tarafından yürütülen bu kampanyalara tahammül edemeyerek yasaklamış, yardım hesapları bloke edilmiştir. Belediyelerimizin bağış kampanyasında toplanan yaklaşık 15 milyon 250 bin liraya el konulmuş, bazı belediyelerimizin ekmek dağıtımı, maske üretimi gibi uygulamaları hakkında incelemeler başlatılmıştır.
CHP, TBMM’ye millletvekillerinin bireysel kanun tekliflerinin haricinde Grup Başkanvekilleri düzeyinde, 10’dan fazla kanun teklifi sunmuş ve bu süreçte sorun yaşayan tüm toplum kesimleri için somut çözüm önerileri sunmuştur.
© Tüm hakları saklıdır.