Cengiz Çandar *
Bir ülkenin başbakanı, o ülkenin en önemli, en yakıcı, her gün can alan, kan dökülen, ülkenin birliğini ve bütünlüğü doğrudan ilgilendiren sorununa ilişkin "10 başlıklı eylem planı" açıklar da, üzerinde bu kadar mı durulmaz?..
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başına gelen bu. Yine de konuya eğilmek, üzerinde durmak isteyenler oldu. İşte Hasan Cemal. Bir de üşenmemiş “eski defterleri” karıştırmış... “Allah akıl fikir versin” başlığıyla T24’te yazı yayımladı. Yazının giriş bölümü:
“Televizyonda Başbakan Davutoğlu’nu izliyorum, Mardin’de hükümetin bölgeye dönük ‘eylem planı’nı açıklıyor.
Google’a giriyorum.
Eski yazılar karşımda.
1990’ların başından itibaren Güneydoğu için kaç tane plan, paket açılmış, bakıyorum.
2002 yılı sonuna kadar tam 17 adet paket açıklanmış.
Ama hep dağ fare doğurmuş.
Zamanla da inandırıcılık tükenmiş, hatta Güneydoğu paketleri alay konusu olmaya başlamış...
Bu sefer farklı olabilir mi?
Hayır.”
Bugüne yani 2016’ya gelen kadar da birkaç tane daha var ve bugün 1990-2002 arasında başvurulan ve sonuç vermeyeceğinin anlaşılması gereken “çözüm yöntemleri”ne daha da sert biçimde tekrar başvuruluyor. Ayrıca, o dönemdeki “paketler”den bir tane daha, -sanki bu kez “içinden tavşan çıkacakmış” gibi- tedavüle sokuluyor.
Einstein’ın “Ahmaklık, her seferinde aynı hatayı yapıp, bu kez farklı sonuç beklemeye denir” mealindeki ünlü sözünü daha yeni hatırlatmıştık.
Sorunun silahlı muhatabı PKK. Buna karşılık, 2012 sonundan 2015’in ilk çeyreğine kadar görüşülmüş olan ne Abdullah Öcalan ve ne de Kandil ile “artık masa kurulmayacağı” bildiriliyor. Barajın üzerinde, soruna taraf Kürtlerin “kritik kitlesi”nin oy desteğine sahip bir şekilde, TBMM’nin üçüncü partisi olan HDP ile de görüşülmeyecek.
Bunun yerine, “bölgedeki vatandaş”la, “STK temsilcileri”yle, “bölgedeki kanaat önderleri”yle görüşülecekmiş.
Bu manasız laf kalabalığını şöyle de anlamak mümkün:
“Aynanın karşısına geçip konuşacaklar ve bunun adına görüşme yapıyoruz diyecekler.”
Tek Parti döneminin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın “Bu memlekete komünizm gerekirse, onu da biz getiririz” mantığı yani “devlet”in “ben yaparım olur” anlayışı, şimdi devleti yönettiğini zanneden ama daha doğrusu “devlet” tarafından teslim alınmış olan AKP kadrolarına sirayet etmiş durumda.
Aralarından cumhurbaşkanı sıfatını taşıyanı işin “hitabet” kısmından sorumlu, başbakan sıfatını taşıyanı ise 10 Kasım’larda, sesini titreterek şiir okutulan “müsamere çocuğu” formunda, gerçeklerle ilişkisiz olduğu için gerçekleşmesi imkansız “eylem planları” açıklıyor.
İki aydır kuşatma altında, sokağa çıkma yasağı uygulanarak, ağır silahlarla tahrip edilen şehirlerin duvarlarına, özel harekât birlikleri mensupları tarafından, “Türksen övün değilsen itaat et; Kurdun dişine kan değdi, korkun; Türk’ün gücünü göreceksiniz; Allah herşeye yeter! Esedullah Timi; Devlet geldi, sonun geldi” gibi sloganlar yazıyorlar ve Davutoğlu, Mardin’e gidip, “Kardeşlik Buluşmaları” yazılı bir fonun önünde “eylem planı” açıklıyor. Şaka gibi!
Başbakan’dan Mardin şakası…
Zaten, kendisiyle aynı zamanda Mardin’de bulunan Selahattin Demirtaş, teşhisi koydu ve “bölgede sivil otoritenin verdiği hiçbir talimatın yerine getirilmediği”ne dikkat çekerek “darbe olmuş ama hükümet daha farkında değil” dedi.
Bu arada, Türkiye’nin yakın hatta orta vadedeki geleceğini etkileyecek büyük önemde bir gelişme Halep çevresinde son günlerde yaşanıyor. Kim bunun ne kadar farkında, asıl önemli ve ciddi konu bu.
Rusya’nın amansız bombardımanı altında, Suriye rejim ordusu, Halep’in kuzeybatısına ilerledi ve Türkiye ile Halep’teki muhalif güçler arasındaki bağlantıyı kesti.
Birkaç gün öncesine kadar, Halep’te yaşayan 1 milyon kişi rejimin, 350 bini muhaliflerin kontrolündeki mahalleler ve bölgelerde yaşıyordu. Şimdi, söz konusu o 350 bin kişilik alan, rejim kuşatması ve Rusya bombardımanı altında. Türkiye’den herhangi bir lojistik desteğin gelmesine kapandı.
Suriye’nin en büyük şehri ve Türkiye’nin en önemli ve üstelik “simgesel” Suriye bağlantısı olan Halep’in tümüyle rejim tarafından geri alınması ihtimali belirdi.
Bu nedenle, binlerce kişi Halep çevresinden Türkiye’ye akmaya başladı. 15 bin kişi Kilis önünde, 50 bin kişi sınırın dibinde bekliyor.
Durumun ciddiyeti o ki, bir dönem Fransa’nın nüfuzlu Le Monde gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapmış olan meslektaşım ve dostum Natalie Nougayréde, dün The Guardian’da kaleme aldığı “Halep’te bundan sonra ne olacak ise, o, Avrupa’nın geleceğini şekillendirecek” başlıklı yazısında, Putin’in Suriye politikası ve niyetlerini ortaya koyarken, şu satırlara yer verdi:
“Eğer Halep düşerse, Suriye’nin iğrenç savaşı sadece bölge için değil Avrupa için de çok uzun vâdeli sonuçlara yol açacak cinsten yepyeni ve büyük bir virajı dönmüş olacak… Şehri, 2012 yılından beri kısmen kontrol etmiş olan Esad karşıtı isyancıların yenilgisi, Suriye’de Esad rejimi ve İslam Devleti’nden (IŞİD) başka sahada hiçbir şeyi bırakmamış olacak. Ve, Suriye muhalefetini içine alacak müzakere yoluyla bir çözüme ilişkin tüm umutlar ortadan kalkacak. Bu, zaten, Rusya’nın uzun zamandır güttüğü bir hedefti ve Moskova’nın dört ay önce askeri müdahale kararının özünü oluşturuyordu.”
Cenevre-III’ün de Staffan de Mistura tarafından 25 Şubat’a ertelenmesinin (belki hiç toplanamayacak) arkasında Halep çevresindeki gelişmeler vardı. Rusya ve onun hava saldırılarının desteği altındaki Suriye rejim ordusu, Türkiye-S.Arabistan-Katar üçlüsünün desteği altındaki muhalefetin altından halıyı –savaş alanında- çektiler.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Cenevre-III’te Putin ve Lavrov’un tuzağına düştüğü ve Rusya’nın, müzakere masasında ABD ile birlikteyken, Halep çevresinde rejime avantaj sağlamakta olduğuna dikkat çekiliyor.
Halep’te gelinen son nokta ile, Cenevre-III türü bir “diplomatik çözüm girişimi”nin artık çok zor olduğu üzerinde duruluyor. Zira, Cenevre-III’e gelen rejim muhalefeti, belki, pek yakında ortada kalamayacak kadar tehdit altında.
AKP iktidarının izlediği Suriye politikasında, bu gidişle “tüm kartlar” elinden alınmış olacak. Adeta, Türkiye’nin elinde savaşa dalmaktan başka “koz” bırakılmamış olacak.
Kadri Gürsel, o nedenle “Erdoğan yine tuzağa düşecek mi?” başlıklı Diken’deki yazısında şu ilginç satırlara yer verdi:
“Su-24’ün düşürülmesi büyük hataydı. Burada Rusya uçağını düşürmesi için Ankara’yı zorlarken doğru bir öngörüyle hareket etti ve istediği sonucu aldı. ‘Rus gambiti’, bir Rus uçağına karşılık Suriye semalarının bütün Türk Hava Kuvvetleri’ne kapanmasıydı ki bu da Ankara’nın denklemden çıkarılmasının ilk adımıydı.
Rusya, Ankara’yı yine fahiş bir hataya zorluyor.
Umarım bu kez şaşırırız.
Ve ülke bir felakete sürüklenmez.”
İnşallah öyle olur.
Halep ile ilgili gelişmeler, çok ama çok ciddi…
* Bu yazı ilk olarak Radikal'de yayımlanmıştır.