Kültür-Sanat

Çember yuvarlak değildir

Levent Kazak kendi yazarlık serüveninin olgun işlerinden birini çıkarmış "Kurusıkı"da.

30 Aralık 2014 02:05

KEMAL GÖKHAN

 

Çıkarken "Türü için ne diyebiliriz" diye düşünecek olanlar varsa yardımcı olmaya çalışayım; "Psiko-drama ile farsı birleştirsek ve psiko-fars desek nasıl olur?"

Zamanın geçip gitmiş olması bir çok örneğin tersine galiba yazma uğraşında fayda kefesi ağır basan bir terazi koyuyor önümüze. Yazdıkça, yaşadıkça, anladıkça kalem de dolgunlaşıyor, detaylar incelip derinleşiyor. Kazak da bana sorarsanız kendi yazarlık serüveninin olgun işlerinden birini çıkarmış "Kurusıkı"da.

Porno çağında yaşıyoruz.

Birbirine dokunamayan insanların birbirini seyretme çağı. Seyrettikleri hikayenin başrolünde şiddet var. Şefkatin, şehvetle ve daha ötesi şiddetle giriştiği değer yarışında ağır mağlubiyet günleri. Cinselliğe bile değil; insanın magmasında fokurdayan şiddet kökenli suça gönül verdiği günler. Sert günler. Seyretmek, dikizlemek, reality'i röntgenlemek yetmiyor. "İçindeymiş gibi" olması lazım. Hayal gücü doymayan şiddetle beslenen o derin şehvet duygusu cinayeti de, katili de önemsizleştiriyor. "Gerçeklik duygusu" gerçeğin kendisini yetersiz bulmaya başlıyor. Böylece gerçeklik duygusu da gerçekliğini yitiriyor. Gözümüzün önünde kafası palayla kesilen insanı "Bütün insani duyguları örselenmiş biri" gibi değil de, "Ben yapsam nasıl yapardım" gözüyle izliyor. Kurbandan ya da maktulden değil, katilden ya da silahtan yana olmak. Oysa derinde duran ve ortaya çıkmasına giderek daha az izin verdiğimiz "İyi" pek de o ana kadar duyulmayacak bir sesle tekrarlıyor: "Yok canım, o kadar da değil... Silahta gerçek mermi yok... Kurusıkı..."

Oyunun trajik kahramanı Melek'in TV kökenli canlandırıcısı Gökçe Bahadır'ın bir kaç sahnede jartiyerle oynamasını bu oyunun temel meselesi olarak tartışsak da, oyun iyi hesaplanmış tokatlar atıyor izleyiciye. Oyunun en dramatik anında, bir cinayete tanıklık ediyoruz ama gülerken buluyoruz kendimizi. Peki, neden gülüyoruz? Melek bize bir intiharın “intihar mı yoksa bir cinayet girişimi mi” olduğunu sorarken de gülüyoruz. Ama, buna yol açan kalınlaşmış derimizden bir türlü işlemeyen insani hissiyat mı, yoksa text’in kurgusundaki “şiddetli şaşırtmacalar” mı; buna seyirci kendi karar vermeli. Matematiğinde ters köşeli yatay bir işleyiş varmış gibi görünse de katmanlı bir yapı kurmuş Levent Kazak. Herhangi bir batı ülkesinde kadın oyuncunun jartiyerine sıkışmış bir çift gözün göreceğinden fazlasını bize vaad eden bir oyun “Kurusıkı”.

En nihayetinde popüler bir oyun izleyeceksiniz. Aşina olduğunuz birbirinden tecrübeli tiyatro oyuncuları bu keyifli metnin tadına varmışlar, ki giderek daha da varacaklarını düşünüyorum.

Mete Horozoğlu ekonomik bir enerjiyle başlayıp giderek yükselen tansiyonuyla izleyiciyi sahnenin daha geniş bir alanını kendine ayıracak şekilde etkisi altına alıyor. Her karakter aslında bir ikinci karakteri daha taşıyor içinde. Dolayısıyla her oyuncu en az iki oyuncu gücünde oynuyor. Gökçe Bahadır, sahnede hayli yeni olmasına karşın titiz ve çalışkan bir oyunculuk çıkarıyor. Beyti Engin ve Selen Uçer de Kurusıkı’yı gerçek karakterleriyle sahici bir silaha dönüştürüyor. Ali ya da Osman veya Ali Osman karakteri ise uzun süredir karşılaşmadığım, keyfini çıkara çıkara oynanacak bir oyunculuk alanı sunuyor Bülent Alkış’a. Seinfeld’deki unutulmaz Cosmo Kramer karakterine yakın akrabalığı olan Ali Osman karakteri için bugünün sosyolojik karşılaştırmasıyla “toplumun vurdumduymaz geneli”ni temsil ettiğini söyleyebiliriz. Yerli bir Michael Richards olarak gözlemlediğim Bülent Alkış, dokuyu süsleyen ayrıntılarıyla kimi kez oyunun odağından çalsa da izleyiciye lezzetli bir seyir sunuyor.

Fars’ın imkan verdiği tuluatı kaldırmayacak bir oyun bu. Text’ten uzaklaştığınızda ya da katkı yapmaya çalıştığınızda daramtürjik sapmalara kolayca düşebileceğiniz “meselesi” olan bir oyun. İkinci izleyişimde bu “alışkanlığa” düşen oyuncuların metnin ilk haline dönmeleri gerektiğini notunu da düşmeden edemeyeceğim.

Levent Kazak, Numan karakteriyle bize ya da oyun içinde oyunun "yönetmen"ine son kez hatırlatmak istiyor; "Özer! Sen kötünün tarafına geçmişsin!" Özer "işi"ni yapıyor oysa. Kötünün tarafında olduğunun farkında değil reality yönetmeni Özer. En etkileyici, en inandırıcı, en gerçekçi filmin peşinde. Büyük bir şevkle "görev"ini yerine getirmeye çalışırken, aslında akıl etmekte zorlanacağı kadar güçlü bir metaforla adlandırıyor oyununu; "Oroboros! Kendi kuyruğunu yiyen yılan..."

Makedon yönetmen ve senarist Milcho Manchevski'nin Makedonya'nın Yugoslavya'dan ayrılmasına yol açan iç savaşı üç katmanlı bir hikaye ve kurgu ile anlattığı "Before the Rain (1994)" filmindeki savsözü aklımıza getiriyor bu metafor; "Çember yuvarlak değildir".

Kötülük bizi kendi kuyruğunu yiyen bir yılana çeviriyor. Buna bir de giderek büyüyen güvensizlik duygumuzu eklersek, kendi kuyruğumuzu yiye yiye, ortada ne yazık ki bir çember de bırakmıyoruz galiba.

 

Künye:

Yapım: BKM
Yazan-Yöneten: Levent Kazak
Oyuncular: Mete Horozoğlu, Gökçe Bahadır, Beyti Engin, Selen Uçer, Bülent Alkış
Biletler İçin: BKM Gişesi ve Biletix
Tel : 0 212 / 236 18 18 e-mail : [email protected][email protected]
Her Cuma Saat:21’de