Milliyet gazetesinden ayrılan gazeteci Can Dündar’ın BirGün gazetesindeki ilk yazısı yayımlandı. Dündar yazısında, Doğan Tılıç’ın köşesinde bir ay boyunca yazacak olmasıyla ilgili olarak “Yazlık geçici işçi statüsünde, nicedir hasret kaldığım bir hakkı kullanıp ‘babamın malı’ymış gibi kalem oynatacaktım” dedi.
Can Dündar'ın “Hangimiz Kara Murat” başlığıyla yayımlanan (8 Ağustos 2013)yazısı şöyle:
Hangimiz Kara Murat
"1980 yazıydı.
Ağustos ayıydı.
Polonya'da Gdansk tersanelerinden kovulan gemi işçileri rejime kafa tutup yürüyüşe geçtiğinde hayretler içinde kalmıştık. Ellerindeki pankartta "Solidarnosc" yazıyordu.
"Dayanışma!"
Bu sözcük, kenetlenmiş elleri çağrıştırıyordu bize; rüzgâra karşı omuz omuza yürüyenleri; birlikten kuvvet üretenleri...
Biz de öyleydik.
Henüz 20'lerimizdeydik; belki varmamıştık.
Duvara dayanmıştık; dayanışma, tek kurtuluşumuzdu.
"Hanginiz Kara Murat? Söyleyin yoksa hepiniz öleceksiniz" dendiğinde "Benim Kara Murat" diye hep birden öne çıkmanın erdemini izleyerek, arkadaşlarını ele vermemek uğruna işkencede can verenlerin direncini dinleyerek büyümüştük. Polonya'da "Dayanışma"nın doğuşundan bir ay sonra Türkiye'de darbe yedik.
Gerçek o zaman anlaşıldı:
Aslında öne çıkan herkes doğruyu söylemişti.
Her biri bir "Kara Murat"tı.
Hepsine birden kıydılar.
• • •
Kenetlenmiş ellerimizi dipçikle çözdüler.
Sert bir rüzgâr ayırdı, yapışık duran omuzlarımızı...
Sonraki 10 yılda, Türkiye'de dayanışma çökerken Polonya'da "Dayanışma"yla başlayan isyan, duvarı yıktı.
Çıkan toza inanamadık.
• • •
Kendimize gelip yeniden elele verdiğimizde, yine "Dayanışma" adını verdik kurulan partiye...
Ama sıkı darbe yemiştik, dayanışamadık.
"Gelen yeni nesil, her koyunun kendi bacağından asıldığına inanıyor"du; "Hanginiz Kara Murat?" dense herkes birbirini işaret ediyordu.
Öyle sandık, buna inandık.
• • •
Sonra günlerden bir gün, İstanbul'un orta yerinde, parkta bir ağacın dibinde yeniden parıldadı dayanışmanın ışığı... "Sönmedim, buradayım" dedi.
Çocuklarımızdı bu kez ön saftakiler...
Dayatmalara karşı dayanmanın, dayanışmanın zaruretini yeniden keşfettiler.
"Hanginiz Kara Murat?" sorusuna "Sana ne" diye cevap verdiler.
• • •
Doğan Tılıç,-ki insan elinde el, omzunda omuzdur her daim- arayıp "Herkes birbirinin köşesini kazadursun, gel biz seninle dünya gazeteciliğinde bir ilke imza atalım. Bir aylık iznim süresince köşemi sen yaz" dediğinde ilkin şaşırdım.
Yine bir ağustos ayıydı.
13 yıldır çalıştığım gazeteden, okurlarla vedalaşamadan atılmıştım.
Ve işte "Dayanışma"nın pankartı sandığından çıkmıştı.
BirGün dostları Twitter'dan çağrı kampanyası yapmış, "Genç gazeteciler", "Baskıyı reddediyoruz" açıklamasıyla gözümü yaşartmıştı.
Doğan, bir aylığına izne ayrılırken tavuklarını komşusuna, köşesini bana bırakıyordu.
Yazlık geçici işçi statüsünde, nicedir hasret kaldığım bir hakkı kullanıp "babamın malı"ymış gibi kalem oynatacaktım.
Su katılmamış bir dayanışma örneğiydi.
Ve biliyorduk ki, eskiden beri, ama özellikle de "Gezi'den beri", artık baskı gören kimse yalnız değildi.
• • •
"Madem eşe dosta ibret olacak, madem Her gün daha iyi BirGün* olacak, varım" dedim Doğan'a:
"Nöbeti devralıyorum. Can'la, başla..." İyi bayramlar hepinize...
Merhaba!"