Milliyet gazetesinde işten çıkarmalar dur durak bilmiyor. Can Dündar'ın gazeteden çıkarılmasının ardından, oğlu Ege Dündar'ın da işine son verildi.
1 Ağustosta işine son verilen usta gazeteci - yazar Can Dündar'ın Milliyet Pazar'da yazan 18 yaşındaki oğlu Ege Dündar'ın da bugün işine son verildi.
Milliyet Pazar Yayın Yönetmeni, Ege Dündar'ın işine son verildiğini açıkladı.
Milliyet gazetesinde yeni bir yazar ve personel tasfiyesinin yolda olduğuna dair dedikodular olduğu ifade edildi.
İşte Ege Dündar'ın yazdığı son yazı;
Bodrum'dan şikayetçiyim
Katamaranın ışıkları, tarihi kale üstünde lazerli reklamlar, tur teknelerinden son ses “Ankara’nın Bağları”... Bodrum iyi, hoş, güzel de şikayetlerimiz de yok değil...
"Söylemeyeyim söylemeyeyim diyorum, yine söyletiyorsunuz!”
Bu, ortaokulda bet sesli bir hocamdan haftada ortalama üç gün duyduğum ünlü bir sözdü... Resmen hafızama kazınmış. Sınıfa girer, sıraların arasında ağır adımlarla yürürken her şeyi gözden geçirir, hoşuna giden düzenli öğrencileri, temiz sıraları başıyla onaylardı. Ama bir köşeye sıkıştırılmış çöp ya da birinin elinde kitap arkasına ustaca saklanmış bir telefon görmeyiversin arkasını döner, önce bağırmamaya çalışır fakat sonra dayanamayıp bu sözleri söylerdi. İşte ben de Bodrum hakkında bu hocam gibi hissediyorum.
Üç senedir yazları Bodrum’da, evimizde kalıyorum. Tam anlamıyla yerlisi sayılmasam da 1-2 hafta için gelip gidenlerden de değilim. Kuşkusuz ki Bodrum’a övgülerim eleştirilerimden fazladır. Yani başımı öne eğerek onayladığım yanları çoktur. Bu nedenle de konusu açıldığında beni rahatsız eden şeylere değinmeyi pek de tercih etmem. Ama özellikle son 1 aydır “ufak tefek şeyler” deyip geçtiğim şikayetlerim beni ciddi olarak rahatsız etmeye başladı, ben de yazayım dedim. Hocamın sözleriyle “söylemeyeyim söylemeyeyim dedim, yine söylettiler!” İşte Bodrum merkezden birkaç şikayetim:
1- Club Catamaran’ın gürültüsü
Club Catamaran dediğim, isminden de anlaşılacağı üzere denize açılan bir katamaran üstünde dans edebileceğiniz bir gece kulübü. Seveni var, sevmeyeni var, ben sesinin yüksekliğinden şikayetçiyim. Şarkıların sesi öyle yüksek ki yatağımdan Gülşen’in, Pitbull’un şarkılarını ninni niyetine dinleyebiliyorum. Ünlü yazar Aldous Huxley “Cesur Yeni Dünya” adlı romanında geleceği kurgularken okulların olmadığını, çocukların uykularında kendilerine dinletilen kasetlerle öğrendiklerini yazmıştı. Ben de böyle giderse o uzun şarkı listesini ezberleyeceğim. İş oralara gelsin istemiyorum. Sadece uyumak istiyorum. Ses biraz kısılmazsa ben de Huxley gibi bir roman yazacağım,
ilk cümlesi de şu olacak: “Bir sabah uyandı ve Serdar Ortaç’ın bütün şarkılarını ezbere biliyordu...”
2- Club Catamaran’ın göğü delen ışıkları
Geçtiğimiz hafta bir polisiye filmi sahnesi yaşadım. Gecenin köründe odam uzaklardan bir spot ışığıyla aydınlanıverdi. Ayağa fırlayıp “Aman! Ateş etmeyin, teslim oluyorum!” diye bağıracaktım ki ışık geçti gitti. Kalktım baktım, katamarandan geliyor. Sabahın 3’ünde uykudan fırlamış halimle katamarandan ampülü bulan Edison’a kadar “söylendim”. Artık bu spot ışıkları yüzünden yıldızları da göremeyecek hale gelince yazma vaktinin geldiğini anladım. Işıkları yakmasınlar demiyorum, hobi olarak yine yaksınlar
ama evlere, yıldızlara doğru değil de denize doğru mesela ya da uzaklara, orasını bilemeyeceğim...
3- Tarihi Bodrum Kalesi üstünde lazerli reklamlar
Şimdi düşünün. Londra’ya gittiniz, şehri geziyorsunuz. Parlamento binası ne güzel, London Eye da amma büyükmüş derken bizim Big Ben’in üstünden lazerle reklamlar geçiyor “Filanca barda bu gece falanca DJ var” Böyle şey olur mu Allah aşkına? İngiliz arkadaşıma anlatsam bilim kurgu der. Ama nasılsa bizde oluyor. Tarihi Bodrum Kalesi’nin düşman toplarına on yıllarca göğüs germiş duvarları şimdi lazerle Halikarnas Gece kulübü için reklam panosu görevi görüyor... Sonra ona buna sor “Tarihi yapıları neden koruyamıyoruz?” diye. Neden acaba?
4- Günlük tur teknelerinin şanlı dönüşleri
Saat olmuş 6.30-7.00, elinize almışsınız içkinizi, çayınızı ya da ayranınızı; gün batımının keyfini çıkaracaksınız. İlk yudumunuzu aldınız, güneş de ufak ufak o kızıl rengine bürünüyor, işte tam o sırada
bir günlük tur teknesi köşedeki burnu dönüyor ve başlıyor son ses müzik çalmaya, bütün koyu inletiyor: “Ankara’nın bağları da/ büklüm büklüm yolları/ Ne zaman sarhoş oldun da/ kaldıramıyon kolları”... Yanlış anlaşılmasın, isyanım türküye değil ama “bir dur be abi!” dememek elde değil. “N‘oluyor be?” diyene kadar güneş, keyfinizi de alıp, kaçıp gidiyor. Siz de sahilde “Allahım, neden ben?” diye sızlanırken tekne son ses devam ediyor “Ankara’nın bağları da...”
Şikayetlerim şimdilik bu kadar. Eğlenmek isteyeni de huzur isteyeni de anlıyorum ama madem gürültüden rahatsız olan ve olmayanlar var bu sorunlara biraz müzik kısılarak, lazerlere dikkat edilerek bir orta yol bulunabilir. Böylece huzuru da eğlenceyi de yakalayabilir, hepimiz mutlu mesut tatil yapabiliriz...