Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nin (ÖSYM) Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı’nda (ÖSYS) yerleştirme sonuçlarında hata yaptıklarına dair açıklamaya ilişkin olarak Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, üniversitede yaşadığı anısını anlatarak tepki gösterdi.
Atay, yazısında, “Dersten sonra Prof. Bozkurt Güvenç odasına çekildiğinde kapı çalındı.Bir öğrenci dersteki öğrenciler adına konuşmaya geldiğini belirterek ona şunları söyledi:
‘Hocam, biz buraya okuyup yazma öğrenmeye değil, diploma almaya geldik. Bizim kitap okuyacak vaktimiz olsaydı zaten buraya gelmezdik.’
Bozkurt Hoca ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra, bu kitaplar okunup topluca değerlendirmeye açılmadan böyle bir dersin amacına ulaşamayacağını ve onlara da bir yararı olmayacağını ifade etti.
Bunun üzerine öğrenci kendi ‘ara çözüm’ünü önerdi:
2Siz zaten bu kitapları okumuşsunuz. Bize bunların bir özetini verseniz, biz de o özetleri çalışıp sınava girsek olmaz mı?’
Hoca’nın cevabı:
“Olur tabii, ama bunun adı üniversite olmaz, medrese olur.’” ifadelerini kullandı.
Tayfun Atay’ın “‘Buraya kitap okumaya değil, diploma almaya geldik!’” başlıklı bugünkü (13 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
ÖSYS sonuçları ve kontenjan açıkları tartışılması gereken o kadar çok eksene sahip ki kanımca en doğrusu bir “yazı dizisi” hazırlamak olabilir. Bunu düşünecek arkadaşlarım için başlık da önereyim: “Üniversite nereye?”
Veya çok daha güçlü ve vurucu şekilde, “Elveda Üniversite!..”
Böyle bir başlığı bana en çok duyumsatan, sevgili hocam Prof. Bozkurt Güvenç’in öğrenciliği dâhil olmak üzere neredeyse ömrünün 70 yılını verdiği üniversite ortamına “veda”sına sebep teşkil eden bir hadise...
Kendisinden insan nedir, kültür nedir, toplum nedir, bilim nedir öğrendiğim, dolayısıyla öğrettikleriyle bırakın bin yılı sonsuza dek kulu-kölesi olacağım Bozkurt Hoca, 1990’larda emekli olduktan sonra da okumaya, yazmaya, öğrenmeye, öğretmeye devam etmiş, neredeyse asırlık bir üniversite emekçisi...
Daha önce de yazmıştım, ben ondan öğretmenliğin “ebedi öğrencilik” olduğunu öğrendim!..
Bozkurt Hoca çok yakın zamanlara kadar bazı vakıf üniversitelerinde ders vermeye davet edilmekteydi.
En son, özel bir üniversite, farklı disiplinlerden doktora öğrencilerine bir “insanbilim” (antropoloji) formasyonu kazandırma düşüncesiyle ondan ders talep etti.
Hoca, kendisinin “rahle-i tedris”inden geçmiş hepimiz için bir örnek-model oluşturan yöntemiyle, ilk derste dersin temel okuma listesini sunarak kitapların içerik tanıtımını yapmış. Ve hayli “yetişkin” konumdaki 25 öğrencisinin her birinden bu kitaplardan birini okuyup derste ayrıntılı eleştirel değerlendirmeye tâbi tutan bir sunuş yapmasını, sonrasında da bunu bir yazılı rapor haline getirmesini istemiş.
Bu, öğrencinin dersteki başarısını belirleme yolunda temel ölçütlerden biriydi.
Dersten sonra Bozkurt Hoca odasına çekildiğinde kapı çalındı.
Bir öğrenci dersteki öğrenciler adına konuşmaya geldiğini belirterek ona şunları söyledi:
“Hocam, biz buraya okuyup yazma öğrenmeye değil, diploma almaya geldik. Bizim kitap okuyacak vaktimiz olsaydı zaten buraya gelmezdik.”
Bozkurt Hoca ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra, bu kitaplar okunup topluca değerlendirmeye açılmadan böyle bir dersin amacına ulaşamayacağını ve onlara da bir yararı olmayacağını ifade etti.
Bunun üzerine öğrenci kendi “ara çözüm”ünü önerdi:
“Siz zaten bu kitapları okumuşsunuz. Bize bunların bir özetini verseniz, biz de o özetleri çalışıp sınava girsek olmaz mı?”
Hoca’nın cevabı:
“Olur tabii, ama bunun adı üniversite olmaz, medrese olur.”
Öğrenci hiç mi hiç tatmin olmamış bir yüz ifadesiyle çıkıp gitmiş.
Ama bitmedi!
Ertesi gün, üniversitenin ilgili enstitüsünden bir yönetici, muhtemelen kendisinin yaşından çok daha fazla yıl üniversitede ve üniversiteyi “yaşamış” Bozkurt Hoca’yı aramış bu meseleye binaen ve...
“Aman Hocam, öğrenciler bizim velinimetimiz, onlara bu kadar sert davranmayalım! Emeğinizin karşılığını da onlar sayesinde ödüyoruz...”
Demiş!..
Bozkurt Hoca’nın cevabı, teşekkür etmek ve “Artık benim burada yapabileceğim hiçbir şey olamaz” diyerek ayrılma kararını bildirmek olmuş.
Bu, ömrünü bilime, düşünceye, eğitime adamış bir insanın, emekçisi, gönüllüsü, tutkunu olduğu üniversiteye elveda dediği an...
Ama aslına bakılırsa gerçek anlamda “Üniversite”nin bu ülkeye, topluma, hepimize “Elveda” dediği anlardan biri!..
Şimdi kontenjanları sinek avlayan üniversitelere de böyle geldik.
“Çalıştım, okudum, yazdım, öğrendim, anlattım, yorumladım, tartıştım” diyerek değil...
“Bedava mı sandın, para verip aldım” diyerek ortalıkta dolaşan...
“Diplomalılar” üreterek!..