Selim İleri
(Zaman, 20 Nisan 2014)
İthaki Yayınları Kemal Tahir’in tefrika halinde kalmış romanlarını iki ciltte bir araya getirdi: Biz Böyle Delikanlılar Değildik!
Romanların yayınlanış tarihleri göz önünde tutulacak olursa, ikinci cilt başa alınmalı. İkinci cilt, Tan gazetesinde 1937 tarihinde tefrika edilmiş Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır!’la başlıyor.
Kemal Tahir yazarlık yaşamı boyunca düşüncelerini, çözümlemelerini, hatta kaygılarını sürekli bilemiş bir romancıydı. Takma adlarla kaleme getirilmiş bu romanlar, bugün bize Kemal Tahir’in nereden nereye yol aldığını da belgeliyor.
Kemal Ağbi’yi Göztepe’deki son evde öfkeli öfkeli söylenirken, kendi kendisiyle tartışırken hatırlıyorum. Batı’daki anlamıyla bizde ‘sınıf’ olmadığını ileri sürüyor. 1970’lerin başı olmalı…
Hemen geriye, 1937’ye dönüyorum. Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır! sınıf meselesine hayli farklı yaklaşmış bir roman. Mussolini, Hitler dünyayı kasıp kavurmaya hazırlanırken, Kemal Tahir de çıkış, kurtuluş yolunu sınıfsal dayanışmada aramış…
Kemal Ağbi’yi bu eski romanlarından söz açarken hatırlayamıyorum. Herhalde hiç söz açmadı. Siyasî sebepler dolayısıyla takma ad kullanmak zorunda kalmış, sadece bundan söz açmıştı. Cezaevinde geçirdiği uzun yılların yazı emeği şimdi derlenmiş, bir araya getirilmiş tefrika romanlarla yeniden gün ışığına çıkıyor.
Oldum bittim Peyami Safa / Server Bedi ikileşmesi ilgimi çeker. Peyami Safa imzalı Fatih-Harbiye’yle Server Bedi imzalı Cumbadan Rumbaya yan yana okunduğunda, Doğu-Batı meselesinde onca kaygılı Peyami Safa’nın yanı başında aynı meseleye daha geniş ve sevecen yaklaşabilmiş Server Bedi karşımıza çıkar. Fatih-Harbiye Doğu’ya kesenkes bağlı kalışı önerirken, Cumbadan Rumbaya açık bir sentez arayışı içindedir.
Aynı ikileşmeyi Kemal Tahir’de de saptamak olası. Devlet Ana’dan sonra büsbütün keskinleşen Kemal Tahir’in yanı başında, tefrika roman Zoraki Nişanlı çok şaşırtıcı bir eser. O kadar ki, sanki aynı yazar kaleme getirmemiş.
Birinci ciltte yer alan 1950 tarihli Zoraki Nişanlı hayli renkli sahnelerle örülü bir İstanbul romanı, İstanbul’da bir sevdanın romanı. Kemal Tahir, Refik Halid’i andırır bir tutumla tatlı tatlı anlatıyor.
Zoraki Nişanlı’da Florya sahnesi var, o günlerin bütün havasını estiriyor. Dünün Florya’sını yeniden inşa etmek isteyenler bu sahneyi, bir de Refik Halid’in Bugünün Saraylısı’ndaki Florya sahnesini okusalar, bence yetip artar.
Belki bütünüyle yanlış ama, tıpkı Peyami Safa gibi, Kemal Tahir’in de fazladan sorumluluk yüklenmiş olduğunu düşünüyorum. Şöyle açayım: Hem Peyami Safa, hem Kemal Tahir takma adla yazdıklarında daha özgür, hatta daha ‘uçarı’ olabilmişler. Kesenkes ‘yargılar’la donanmamışlar. Dünya görüşleri elbette ayrı, ama sorunları değerlendiriş biçimleri birbirlerine çok yakın.
Şu da dikkatimi çekti: Kemal Tahir roman sanatının birçok uygulayımını denemiş. Tefrika romanlar bu açıdan okunabilir. Bilinen, kimi okurların çok sevdiği, kimi eleştirmenlerinse beylik, kalıplaşmış bulduğu Kemal Tahir üslûbu, tefrika halinde kalmış romanlarda karşımıza çıkmıyor. Demin andığım Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır! dinamik, sinema akışlı anlatımıyla çok farklı bir Kemal Tahir’i belgeliyor.
Son romanlarında roman kişilerini sayfalar boyu konuşturan Kemal Tahir, kısacık, sevimli diyalogları tercih etmiş eski romanlarında…
Birçok ‘roman dosyası’ yazı masasının üstüne çıkartılırdı arada bir ve Kemal Ağbi onları yeniden ele almayı tasarlardı. Bu nasıl bir yazı emeği! demekten kendimi alamıyorum.
Dünün romancılarının çabasına saygı duymamak imkânsız.