Gündem

“Başımıza deprem felaketi gelmeseydi bir jeoloji profesörü bu kadar ilgimizi çekmezdi”

Zeynep Miraç: Önemli bir akademinin üyesi olunca insan onuruna saygıdan muaf mı tutulur insan?

13 Aralık 2015 13:23

Cumhuriyet yazarı Zeynep Miraç, “İnsana dışkı yedirmek suç değildir” diyen Prof. Dr. Celal Şengör için “Başımıza deprem felaketi gelmeseydi bir jeoloji profesörü bu kadar ilgimizi çekmezdi” dedi ve ilgi çekenin depremin kendisinin olmadığını, başımıza neler açacağı kısmı olduğunu söyledi.

Miraç, Ali Nesin’in Şengör için söylediği “Bizim değerimizdir” sözü üzerine “Bir insanın bilim alanındaki başarısı onu başka bir konuda eleştirmemize engel olabilir mi? Önemli bir akademinin üyesi olunca insan onuruna saygıdan muaf mı tutulur insan? Ve “Dışkı yedirmek işkence değildir” diyen bir profesör daha mı değerlidir “dışkı yedirilmiş” bir ümmiden?” dedi.

Zeynep Miraç’ın Cumhuriyet’te “Artçıları bir türlü bitmeyen hoca” başlığıyla yayımlanan (13 Aralık 2015) yazısının tamamı şöyle:

Nicedir Prof. Dr. Celal Şengör adını duyduğumuzda yüzümüz ekşiyor, ağzımızda kekremsi bir tat beliriyordu. Ancak Radikal’den Armağan Çağlayan’a verdiği söyleşiyle, Şengör’ün adının etrafını hepten çürümüşlüğün kokusu sardı.

Açık söyleyeyim, eğer Ali Nesin “Bizim değerimizdir” demeseydi Prof. Dr. Celal Şengör’ün necasete olan hayranlığı üzerine zahmete girecek değildim. Ancak Ali Nesin’den Şengör’ün Amerikan Bilim Akademisi’nden atılması için imza kampanyası başlatanlara gelen “Haddinizi bilin” uyarısı bir tür dokunulmazlığa işaret ediyordu.

Öyle mi gerçekten? Bir insanın bilim alanındaki başarısı onu başka bir konuda eleştirmemize engel olabilir mi? Önemli bir akademinin üyesi olunca insan onuruna saygıdan muaf mı tutulur insan? Ve “Dışkı yedirmek işkence değildir” diyen bir profesör daha mı değerlidir “dışkı yedirilmiş” bir ümmiden?

 

5 yaşında asker selamı

Celal Şengör’e hak vermemiz gereken bir konu var: “Bilim bizim dışımızda...” Başımıza deprem felaketi gelmeseydi, bir jeoloji profesörü ilgimizi bu denli çekmezdi. Zaten merak ettiğimiz depremin kendisi değil, başımıza neler açacağı...

Yaşanan deprem felaketlerinden hiç ders almadığımızdan yakınmakta da haklı. Ancak... Depreme dair yazdığı kitabın okunmadığını anlatırken kurduğu cümleye dikkatinizi çekerim:

“Türkiye maalesef Asya düzeyinde bile bir bilgi ve entelektüelliğe sahip değil, ancak Afrika ile boy ölçüşebiliriz. Türkiye dünyayla sadece ordusuyla yarışabilir.”

Deprem derken ordu da nereden çıktı diyeceksiniz.

Demeyin.

Ordu, asker, silahlı kuvvetler Celal Şengör’ün anahtar sözcükleri...“Ben bir bilim adamından önce bir askerim” diyecek kadar.

Askerle ilişkisinin müsebbibi dedesi. 27 Mayıs’a aylar kala, Celal Şengör henüz beş yaşındayken dedesinin dostu Tümgeneral İhsan Aras onu Yeşilköy’deki 223. Filo’nun maskotu yapmaya karar verdi. Boyuna göre bir havacı üniforması dikildi, askerlerin karşısına çıkarıldı, emirler verdi, selam aldı. Hâlâ söyleşilerinde heyecanla anlattığı bir anı bu...

 

2. Dünya Savaşı bilgisi

1968-1971 arasındaki yazlarını Yeşilköy Hava Harp Okulu’nda geçirdi. Mors alfabesini, uçak bakımını, paraşüt katlamayı öğrendi burada. Ona göre havacıların her biri “bir melek”ti.

Lise yıllarında akranları yazarlara, çizerlere, oyunculara hayranken o bir Hitler tutkunuydu. Karşılaştığı herkese Führer selamı veriyordu: Heil! İnsanoğlu Ay’a ayak bastığında henüz 14’ündeydi. ABD bayrağı Ay yüzeyine dikildiğinde babasına döndü ve şöyle dedi: “İyi bak o bayrağa, üzerinde gamalı haçın dalgalandığını göreceksin”. Sanmayın ki halisünasyon görüyordu. Astronotların içinde bulunduğu kapsülün ardında Hitler’in bilim adamları olduğunu bilecek kadar hâkimdi konuya. O yaşta 2. Dünya Savaşı’na dair ne varsa okumuş ezberlemişti. Neden mi? Cevabı on yıl önce Milliyet’teki söyleşisinde Devrim Sevimay’a verdi:

Hocama cahil dedim “Satranç çünkü... Hoşuma gidiyor... Ben Cengiz Han’ı da biliyordum. Mesela bir Timur hastasıydım. Hatta ilkokul beşinci sınıfta Timur yüzünden kovuldum. Çünkü hocama ‘Cahil’ dedim, Ankara Savaşı’nın iki-üç saatte bittiğini bilmiyordu.”

Sevimay, Şengör’ün Nazi hayranlığını deşerken şu soruyu sormadan edememişti: “Ya fırınlarda yakılan Yahudiler; o bölüme ilişkin kafanızda bir şey var mıydı?”

“Bilmiyordum bile” diyordu Şengör, “Çünkü ben meselenin o tarafıyla ilgilenmiyordum. Beni tek ilgilendiren satranç oyunuydu. Organize güç, muazzam bir teknoloji, çok güzel üniformalar, bu kadar.”

İlgilenmediğini söylediği “meselenin o tarafı” insan olmanın anahtarı oysa ki... Hayat seçimlerden ibaretse şayet, “Kavgam” yerine “Anna Frank’ın Defteri”ni başucu kitabı yapmak bir işarettir tıynetimize dair.

 

Jules Verne’den aferin

11-12 yaşında bir çocuk nasıl oyunlar oynar? Saklambaç, yakar top, çelik çomak? Celal Şengör arkadaşlarını alıyor, kollarına gamalı haçlı bantlar takıyor, 2. Dünya Savaşı’nı yeniden başlatıyordu. Yere serilen haritada kimin hangi cephede savaştığı kararlaştırılıyordu. Genelkurmay Başkanı aile şoförü Ethem Abisi’ydi, Hava Kuvvetleri Komutanı ise bir başka şoför Lütfü Abi. Şengör’ün “Führer”den başkasını oynaması düşünülemezdi.

1973 yılında Robert Kolej’den mezun olurken Hitler aşkı da söndü, “onun büyük bir zırvalık olduğunu” görmüştü. ABD’ye jeoloji okumaya giderken gönlünde yatan aslanı, askerliği de ardında bıraktı.

Jeoloji de çocukluğundan bu yana taşıdığı bir sevdaydı. Jules Verne’nin “Arzın Merkezine Seyahat”ini okuduğundan bu yana arz ilgisini çekiyordu. Hele ki “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah”tan sonra “Adam olmak demek, Jules Verne’in tarif ettiği gibi olmak demek” kararını vermişti. Acaba Jules Verne bugün kalkıp gelse “Aferin Celal, adam olmuşsun” der mi bilemeyiz.

Celal Şengör aferinini darbe generallerinden almayı tercih etti çünkü. 2012’de Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya 12 Eylül darbesinden ötürü yargılanmaya başladıklarında sanıklar lehinde tanıklık edeceğini açıkladı ve Ahmet Hakan’a gönderdiği mektupla bu gönüllü tanıklığın gerekçelerini anlattı:

“Milletimizin yüzde 92’si serbestçe verdikleri oylarla ‘aman çok şükür, ne iyi ettiniz, yaptıklarınızı da pek beğendik’ demedi mi? Şimdi Evren ve Şahinkaya yargılanırken onların yaptıklarını oylarımızla tasvip eden biz, milletimizin yüzde 92’si yargılanmış olmayacak mı? Üstelik darbeden sonra yapılan her fena işi darbeyi yapanlara atfetmek insaflı mıdır? Ben milletime ikiyüzlülüğü yakıştıramıyorum”.

Şahinkaya ile 13 yaşındayken tanışmıştı, Kenan Evren ile ilk karşılaşması ise Çankaya’da aldığı ödül vesilesiyle olmuştu:

“Devletin bana sahip çıkması iyi geldi, ben bu toplumun çocuğuyum. Evren’in elini öptüm ve ‘12 Eylül’ü iyi ki yaptınız paşam’ dedim”.

 

Tanzimat aydını

“Ordu gayet tabii ki darbe yapabilir. Ordunun görevi memleketi korumaktır” cümlesini sarf etmiş biri o. 12 Eylül darbesinin ardından 50 kişinin idam edildiğini, 171 kişinin işkencede öldüğünü, 650 bin kişinin gözaltına alındığını hatırlayınca şu soruya verecek cevabı var mıdır acaba: Kimi kurtardı bu ordu?

Aslına bakarsanız sözlerimiz nafile. “Ülkeye demokrasi orgeneral emeklisi bir cumhurbaşkanı tarafından getirilmiştir” diyebilen birinin demokrasiden ne anladığını az çok tahmin edebiliyoruz. İlerlemeden anladığı ise ancak bir Tanzimat aydınına yaraşır nitelikte...

“Bir sınıf olarak ele alındığında askerler Türkiye’nin en entelektüel kurumu” diyebiliyor sözgelimi. II. Mahmut gibi, Batılılaşmış ordunun bütün bir toplumu ihya edeceğine inanıyor.

Elit tarifini “iyi aile çocuğu olmak, gecikince özür dilemek ya da aksansız Fransızca konuşmak” üzerinden yapması bir yana, çoktan miadını doldurmuş “misyoner elit” sıfatına sıkı sıkıya yapışmış duruyor. Hayata şanslı başlamasını kendi marifeti sanıyor.

Bilgi birikimine, zekâsına sözümüz yok amenna. Ama vicdan, merhamet ve insanlık onuru bilgiyle birlikte hediye verilmiyor.

 

 

 

Gel de Freud’u anma!

 

Ali Nesin onu değerlerimiz arasında Orhan Pamuk ile yan yana anmış, ama Celal Şengör Armağan Çağlayan ile yaptığı o meşhur ve meşum söyleşide Orhan Pamuk romanlarını çok sıkıcı bulduğunu, Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” eserine hayran olduğunu dile getiriyor. Malumunuz, eserde kardan yolları kapanmış bir kasabaya gelen akıl hastanesi kaçkınının kaymakam sanılıp kasabayı yönetmesi anlatılır. Gel de Freud’u anma!

 

Belli ki karın zihin yollarını kapattığı kasabada, ahaliye fikir önderi rolünü kabul ettirmiş bir edep kaçkını olduğunu şuurunun derinlikte kendisi de biliyor!

İlgili Haberler