Yaşam

'Baba, senin kızın lezbiyen'

'Biliyor musun baba en çok neyi istiyorum: Ömrüm diyebileceğim kızla karşılaşırsam, onu tanıştırdığım ilk insan sen ol olur mu?'

04 Aralık 2014 23:15

Kardelen Özpınar*

“Baba, ‘Benim Çocuğum’ diye bir belgesel var. Bugün onu izler misin? Hem bak ailelerle ilgili bir şey.”
 
Çantamı sırtıma takıp evden ayrılmadan önce kurduğum son cümleydi bu. Merdivenleri inerken ayaklarım birbirine dolaşıyordu. Heyecanlıydım, ama biliyordum ki heyecanımın o gün iki sınava girecek olmamla hiç ilgisi yoktu. Babam izleyecek miydi belgeseli sahiden? Ne düşünecekti? Gerçi ona son bir yıldır eşcinsel temalı kitaplar önermiş, bu konuda yapılan konuşmaları, röportajları takip etmesini sağlamıştım. Alışmış olmalıydı; korkuyordum yine de. Ya bu belgesel bardağı taşıran son damla olursa? Yeter artık şu deli saçması sapık özentilerin, türünden bir cümleyle beni geri dönüşsüz bir kırgınlığın diplerine iterse? O zaman nasıl anlatırım kendimi. Kızının da aslında herkes gibi normal biri olduğunu nasıl açıklayabilirim? Milletvekillerinden birinin, kızım lezbiyen olsa intihar ederim, diyebildiği bir ülkenin ebeveynlerinden biri değil miydi o da sonuçta?
 
Tam sınavları atlatıp derin bir nefes aldım derken, acabalarımla baş başa kalıverdim yeniden. Kafam kazan gibiydi. Zihnimin her köşesinde biri aynı cızırtılı kayıtları tekrar tekrar çalıp duruyordu sanki.
 
Sonunda oyalanmak için kampüsteki kafelerden birinde vakit geçirmeye karar verdim.
           
“Bir kahve lütfen.”
“Şeker alır mıydınız?”
“Çok iyi olur. Ben hemen ücreti de… Eyvah! Yok yok, size demedim… Telefonum çalıyor da ondan… Şey… Ben konuşmam bitince versem kahvenin parasını… Alo! Efendim babacığım?”
“Kızım belgeseli bilgisayarında bulamadım. O yüzden aradım seni. Sınavlar bitti mi? Ne zaman geliyorsun?”
 
Vazgeçmenin tam sırası. Şans benden yana bu kez. Bu, babamın onu seyretmemesi için bir işaret olabilir mi? İyisi mi, ben belgeseli yanlışlıkla silmişim öyleyse, başka zamana bakarız, deyip paçayı kurtarmak. Akşam da gürültü kopmamış olur böylece. Kahve filan almadan direk eve gidip televizyonun karşısında üç beş dakka da kestirdim mi benden iyisi yok.
           
Dudaklarım zihnimden bağımsızlaşmıştı oysa. Düşündüklerimle söylediklerimin birbirinden ne kadar farklı olduğunu anladığımdaysa iş işten geçmişti.
           
“Zaten bilgisayarımdaki arşivde değil o baba. İnternetten araştırıp bulman gerekiyor. Ben şu an kafedeyim. Biraz daha kalıp çalışmayı düşünüyorum. Sen izle, döndüğümde alırım yorumlarını.”
             
Olan olmuştu. Bir anlık panik haliyle kurduğum cümlelerin akışını kontrol edememiştim. Dışarda elimden geldiğince oyalanmaktan başka çare yok gibiydi. Kütüphaneye kapanıp saatlerce çalışmaya zorladım kendimi. Notlar, kitaplar, makaleler… Her satırın ardında hep aynı kaygı sırıtıyordu. Bir arkadaşıma mı gitsem bugün? Yuh, o kadar da değil. Eğer sinirlenirse başkalarında kalmama daha da öfkelenmez mi?  
 
Zaman su gibi akıyor dedikleri bu olsa gerek. Ne çabuk kararmış hava! Daha fazla gecikmek olmaz. Hadi kızım Kardelen, eninde sonunda öğrenmeyecek miydi zaten? Sana da rahat batıyor. Yok yere ağrısız başına dert almak için adamı dürtersen cefasını da çekersin böyle.
 
Her zaman trafiğe takılıp karınca adımlarıyla ilerleyen otobüsün de bugün yollarda yağ gibi akası tutmuş. Peki, normalde iki santim ilerlememe bile izin vermeyen o kalabalık nereye kayboldu bu akşam? Bir gün eve çabuk gidebildim diye üzüleceğimi söyleseler güler geçerdim önceden. Zili çaldıktan sonra bugün kapıda daha mı az bekliyorum, bana mı öyle geliyor? Eh be yelkovan, en kritik anlarımda yerinden kımıldamayıp şimdi depar atasın tuttu ya, alacağın olsun!
           
“Hoş geldin kızım. Hiç bu kadar kalmazdın okulda. İyi çalışabildin mi bari?”
“Şey… Evet… Güzeldi… Öyle işte… Yani… Her zamanki gibi… Sen ne yaptın baba?”
           
Ayaküstü biraz laflayıp hemen odama geçmeliyim. Biriyle tartıştığımda kaçıp nefes alabildiğim o huzur sığınağım belki şimdi de korur beni eşikteki felaketten. Hay allah! Babam da peşimden içeri girip kapıyı kapatınca odada karşı karşıya kalıyoruz. Son kaçış yolum da çıkmaz sokağa varıyormuş meğer. İşte şimdi göreceğiz şu zurnanın zırt dediği yer neresiymiş bakalım.
 
“Söylediğin belgeseli bulup izledim ben de.”
“Haa… İyi yapmışsın… Beğendin mi?”
“Beğenip beğenmediğimi bırak şimdi. Biz kendi konumuza gelelim. Sana bir şey söyleyeyim mi? Bir gün çocuklarımdan biri çıkıp ben eşcinselim dese öyle sert karşılamam. Siz yine benim çocuğumsunuz nihayetinde. Kardeşlerinden biri bir gün gey olduğunu açıkladı diyelim. Bağırıp çağıracak değilim ya. Yavrumu kaybetmekten başka ne geçer o zaman elime? Mesela benim biricik kızımın eğilimini yıllardır biliyorum; erkekleri sevmiyor. Zorla mı sevdireyim yani! O hâlâ benim canım evladım tabii ki.”
 
Şaşkınlık, sevinç, korku iç içe geçmiş, tek vücut olup göğsümün üstüne oturmuş gibiydi. Miğdem bulanıyordu. Yanında durduğum sandalyenin arkalığını sımsıkı kavramıştım. Anlatacak öyle çok şey ve aklımda öyle az cümle vardı ki… Birkaç kez yutkundum konuşabilmek için.
           
“Ne zaman fark ettin baba?”
“Çocukluğundan beri seziyordum aslında. Mahallede hiçbir kız birbiriyle anlaşamazken sen sürekli onların peşinde koşardın. Daha beş altı yaşlarında sırf kucağına alabilmek için kızları bisikletinin önüne oturturdun. İlk o zaman sorgulamaya başladım işte.”
“Ben dokuz on yaşlarında hemcinslerime yakın olmanın ne kadar hoşuma gittiğini hatırlıyorum. Sonra dört yıl boyunca lisede bir kıza nasıl tutulduğumu. Ama ancak üniversitede adını koyabildim bunun.”
“Hepimiz başka başkayız kızım, demek ki sen de böyle yaratılmışsın. Dedim ya, benim evladıma duyduğum sevgi asla değişmez. Ben istemez miyim ilerde torunlarımı alıp parka götürmeyi? Ama değiştiremeyeceği şeyleri kabullenebilmeli insan. Sen de bir gün bir hayat arkadaşı bulursan onla aynı evde yaşarsın, olur biter.  Bir çocuğum da böyle kurar yuvasını, ne olacak.”
           
Dünyalar benim olmuştu. Koşulsuz sevgi değil de neydi bu? Hayatta en çok saygı duyduğum insanın beni her halimle, her şekilde kabul etmeyi seçişine minnet duyuyordum. Çevremdekilere, babam benim arkadaşım, derdim hep. Bu sözün gerçekten hakkını vermeyi başarıyorduk demek. En değerli sırdaşımdı o artık. Söylediklerini dinlerken hissettiğim güven duygusunu hiçbir şeye değişmem.
           
Yıllardır kendime sakladığım hayali onla paylaşırken de sesim titriyordu.
           
“Biliyor musun baba en çok neyi istiyorum: Ömrüm diyebileceğim kızla karşılaşırsam, onu tanıştırdığım ilk insan sen ol olur mu? Kendimi kabullendiğimden beri, bir gün bu düşü gerçekleştirmeyi diliyorum çünkü.”
           
İçimden mutluluğun binlerce tonu parıldarken sıkıca sarıldığım adam, hem şefkati daima her şeyden üstün gelen babam, hem de bundan sonra en derinlerime gömdüğüm gizi dahi gün yüzüne çıkarıp paylaşabileceğim biricik dostumdu. 

_________________________________________________

* Kardelen Özpınar'ın yazısı kaosgl.org'dan alınmıştır.