Kültür-Sanat

Avangard yıkıcı, snobizm bulaşıcıdır!

Barış Acar T24'e yazdı

18 Nisan 2011 03:00

Barış Acar- T24

http://prounodasi.wordpress.com/

“Sizin avangardınız (öncünüz) biz sanatçılar olacağız. Çünkü en ani ve en hızlı etki eden güç, sanatın gücüdür [...] İnsanların hayal gücüne ve duygularına seslendiğimiz için, her zaman en kuvvetli ve en kararlı etkiyi biz yaratırız.”

19. yüzyılın ilk yarısında Saint-Simon toplumda dönüşümü simgeleyen kesimlere böyle sesleniyordu. Ali Artun’un yayıma hazırladığı Sanat Manifestoları’nda rastladığım bu ifade, beni çağdaş sanat ve avangard üzerine sürekli yeniden düşünmeye çağırıyor. Bugün hangi gruptan kaç sanatçı kendinde bu gücü görüyor?


Avangardı Ütopyasından Ayırmak



Baskın eğilim, sanatın dönüştürücü gücü söz konusu oldu mu, bıyıkaltından gülmek. Sanatçısı, sanat kurumu, akademisyeni… Hep bir ağızdan. Bununla da kalmıyor. Bir yandan avangard tutum kısa yoldan modernizm söylemine bağlanarak onun ütopyacılığıyla dalga geçilirken, bir yandan da ütopyaya sahip olmak bir tahakküm biçimiymiş gibi algılanıyor/ algılatılmaya çalışılıyor. Oysa, Hal Foster Compulsive Beauty (Zoraki Güzellik) kitabında bu tavrın gözlerine kısa süreli de olsa fener tutuyor. Postmodernist eleştiri modernizmin manifestolarını, ütopyacılığını hep “olmayacak işe soyunmak” saydı, küçümsedi; ıskaladığı nokta ise zaten çoğu modernist sanatçı için hedefe koyduğu şeye ulaşmak ya da ulaşamamak değildi sorun, ütopyanın gerçekleşemeyecek oluşunun farkındaydılar, yalnızca bunu denemek gerektiğini, başka türlü yaşamanın sefalet olduğunu söylüyorlardı, diyor. Postmodern eleştirinin bunu görmediğini ya da bilinçli olarak görmezden geldiğini söylüyor Hal Foster.

Bu noktada, “Sanat Manifestoları”, genellikle modernist projeye, oradan da Aydınlanma’ya eklemlenen avangard hareketlerin asıl özünün Fransız Devrimi’nde, oradaki özgürlük ve eşitlik idealinde, Courbet’yi, Baudelaire’i etkileyen Proudhon’da, onun “mülkiyet hırsızlıktır”, “anarşi düzendir”, “yıkmak şiirseldir” sözlerinde gizli olduğunu yeniden anımsatıyor. Avangard sanatçı yıkarak kendini kuruyor, kaosun içinde başka bir dünya arıyor, sahip olmak yerine yeryüzünün bir parçası olmaya çalışıyor.

Her güzel sanatlar fakültesi öğrencisinin, her amatör sanatçının, her sanat meraklısının gönlünde bir “avangard” yattığını düşünüyorum. Ne var ki, o avangard ya okul koridorlarında sindiriliyor, ya görmezden gelinip daha sonra (para edeceği bir dönemde) iade edilmek üzere itibarı iki paralık ediliyor, ya da piyasa ilişkileri içinde her geçen gün biraz daha ayaklar altına alınarak kirletiliyor. 


Kültür Analizi ve Etnograf Sanatçı



Dünya avangard sanatçının oyun alanıdır ve o bu oyunu büyük bir ciddiyetle oynar. Onun çözümlenmesi, deşifre edilmesi, alternatifinin gösterilmesi başlıca amaçları arasındadır. Eleştiri avangardın ilk işidir. Bunu yaparken kendisini eleştirisinden ayrı tutmaz. Bu yüzden istemese, nefret ettiğini söylese de refleksiftir (düşünme süreçleri üzerine de düşünür); kavramsallık onun özüdür. Bu kavramsallık tek tip olan yerine farklılıkların bir arada olmasına olanak tanır. Her yeni durum için yeni bir deney öngörür, sonucunda yeni bir denklem üretir. Avangard sanatçı içinde bulunduğu toplumsal yapıya karşı bir etnograf gibi harita çıkarır. Karşımıza hangi kılıkta çıkarsa çıksın “kültür analizi” onu ayırt etmemize olanak sağlar.

Avangard sanatçı kültürel yapıyı hedef alır. Asla tamamlanmış ve donuk olarak görmediği “kültür” onun için zaman zaman başlıca saldırı konusu olsa da bunu bir tür üst-kültür tavrıyla yaptığı için kendi içinde çelişkilidir. Ne var ki, bu çelişki ona zarar vereceği yerde onu besleyen unsur olur. Çünkü eleştirisini yaparken ilk taşı kendi kafasına atar. Bütün avangard sanatçıların en çok kendi kendilerinin kurtları olması, erken yaşta ölüp gitmeleri ya da bir süre sonra kendi karanlıklarında kaybolmaları bu sahihliğin göstergesidir.

Öte yandan, modernist tasnif edici söylem, bütün bir kültür dünyasına yaptığı gibi, manipüle etmek amacıyla onun da etrafını ustaca dolanmasını bilmiştir.

Modernizm sınıflandırmasında avangard “üst-kültür” tanımının içine sıkıştırılır. Üzerine kafa yoranlar, onu Saint-Simoncı etkin varlığından sıyırarak, diğerleri arasında bir “tür”e, bir “akım”a, bir “kategori”ye dönüştürürler. Bu noktadan itibaren avangard için iki yol kalır: Ya bu söylemden kaçıp sonsuz bir müphemlik alanında kaybolacak ya da en istemediği şeye dönüşerek kendi kendinin karikatürü olacaktır.

Kavramsal olarak düşünen bir kafa için “müphem olan”ı tercih etmek, özyıkımı da beraberinde getireceğinden, cesaret ister.


Modern Snobizm ve Postmodern Snobizm


Diğer çıkışın önü ise snobizm (züppelik) tarafından kesilmiştir. Plastik sanatlar evreninde akademide bol bol karşılığı bulunan “burnundan kıl aldırmaz tutum” git gide avangard sanatçıya ve onun yarattığı alternatif alana sirayet eder. Kendi sınırlı çevresinden başka kimseyi tanımaz. Ortaya attığı kavram ya da öneri kendisinin malıdır. Onu yurtiçinde ve yurtdışında ancak o temsil edebilir. Yazılacak bir şey varsa o yazmıştır, söylenecek bir şey varsa o söylemiştir ya da “öteki” ancak ondan icazet alarak rol çalabilir. Öncesiz ve sonrasızdır. Ulaşılmazdır. Asla dinlemez. Sürekli yargı verir. Eleştirisini yaptığı kültür endüstrisinin sıkıcı nesnelerinden birine dönüşür.

Kabul etmek gerekiyor ki, avangard özün bir sonucu olarak ortaya çıkan etnograf-sanatçı bugün, 60’ların özgürlük söyleminin ya da 80’lerin, 90’ların estetik karşıtlığının yokluğunda, git gide teatralleşerek var oluyor. Araştırma yapıyor, ama sonuçlarının bir şeyi değiştirmeyeceğini düşünerek; dokümantasyon yapıyor, ama kimsenin onları okumadığını görerek; sergi yapıyor, ama kendi sergisi üzerinde bile kavramsal ya da estetik bir hakimiyeti olmadığını bilerek.

1990’larda avangard ruhtan beslenerek akademiye ve modernist bürokrasiye karşı duran, sanat yapıtının alımlanışı için Türkiye ölçeğinde yeni bir epistemonojinin yerleşmesi için çaba harcayan çağdaş sanatın bugün cevaplaması gereken soru, “kültür analizi”nden “kültür endüstrisi”ne ne kadar terfi ettiğiyle ilgili olandır.

Avangardı önce herhangi bir sanatçı yapacak, sonra da piyasa ilişkilerinde tüketecek tavır “snobizm”dir. İroni içinde bile  ironik olarak metamorfoz tamamlanır ve ütopya karşıtına dönüşür. Belki de şunu söylemenin tam zamanı: avangardın dışı “kitsch”tir.



---

Yazıda kullanılan görseller: 1. Man Ray, Ütü, 1921; 2. Guy Debord, “Gösteri Toplumu”ndan, 1967; 3. Mathieu Barney, “Cremaster”dan, 1994.