Kültür-Sanat

Attila Özdemiroğlu'nun Durul Gence'ye son sözleri: Ağlama; demek bir ömre ancak bu kadarını sığdırabilmek mümkünmüş

Özdemiroğlu, Ankara'dan İstanbul'a gelmek için neden 114.5 lira istedi?

24 Nisan 2016 18:54

Müzisyen ve orkestra şefi Durul Gence, besteci ve aranjör Attila Özdemiroğlu'nun hayatını kaybetmeden önce kendisine, "Durul ağlama, çok güzel şeyler yapmayı başardık. Demek bir ömre ancak bu kadarını sığdırabilmek mümkünmüş. Gerisi varsa eğer, başka bir alemde" dediğini aktardı.

1966 yılında Attila Özdemiroğlu'nun, İstanbul'a gelmek için kendisinden 114.5 (yüz on dört buçuk lira) istediğini söyleyen Durul Gence, "Hoppala... Haydi, 100’ün 10’unu anladık, 4’ünü de bırak bir yana, ama o buçuk da neyin nesi diye bir süre düşündüm. O günlerde ancak bir ekmek almaya yetecek kadar ufak bir rakamı, yani yarım lirayı 114’e eklemiş olmasının mantığını anlamaya çalışıyordum" diye yazdı. 

Durul Gence'nin Hürriyet gazetesinde yayımlanan (24 Nisan 2016) yazısı şöyle: 

Adının çift “T” harfi ile, yani ATTİLA olarak yazılmasına hep özen göstermiş olan bu arkadaşımı, ODTÜ’de okuduğum 1960’lı yılların başında Ankarada, Yurdaer Doğulu’nun gitarı eşliğinde ilk enstrümanı olan keman çalarken tanıdım. Çalıştıkları lokale sık sık giderdim. 

27 Mayıs İhtilali ve onu izleyen ekonomik kriz ailelerimizin bütçelerini altüst edince, kapımıza dayanan alacaklıları durdurabilmek için Üstün Poyraz orkestrasında buluştuk. Attila ikinci enstrümanı vibrafona bu ekipte başladı.

Çok azimli ve çalışkandı. Zamanını hiç boşa geçirmedi. Nitekim benim askerlik hizmetimi yerine getirmek için bu ekipten ayrılmış olduğum iki yıl içinde Attila, flüt ve trombonun da üstesinden gelmiş ve Erol Pekcan, Nejat Cendeli, Selçuk Sun gibi zamanın ünlü müzisyenleriyle Ankara Amerikan Subay Kulübü’nde çalmaya başlamıştı bile. 

Anlattığına göre burada Nejat Cendeli’den ve Boston’daki Berklee Müzik Okulu’nun karşılıklı yazışmayla yürütülen “Denizaşırı Eğitim Programı”ndan öğrendiklerini uygulama olanağı bulmuştu.
 

Gerçekten de özgüveninin arttığı ve çalışma tarzının olgunlaştığı açıkça belli oluyordu. Ayrıca, birlikte çaldığı kişilerin caz eğilimli olmalarının, blues ve swing’i yorumlamasında kuşkusuz büyük katkıları olmuştu. 

Kendinden emin ve zevk sahibi biri olarak özenle seçtiği seslerden oluşan blues eğilimli soloları beni çok etkilemişti. Birbirinden değişik tekniklerle çaldığı bu enstrümanların oluşturacağı değişik tınıların dinleyenler üzerinde yaratacağı etkinin bilincine varmış olarak ona veda ettim. Tabii Attila ileride oluşturmayı tasarladığım ideal grubun birinci adayı olarak onu defterimin başına yazdığımın farkında bile değildi. 
Nitekim can kardeşim Erkut Taçkın’la Münih’te yeni bir grup oluşturup İstanbul’a döndükten sonra, 1966-1967 kış sezonu için güvenilir bir işverenle anlaşmış olmamızın verdiği güç ve heyecanla Attila’ya, İstanbul’a gelip bizimle çalışması için “Hayır” diyemeyeceği bir teklifte bulunmak üzere soluğu Ankara’da aldım.

Attila, bulunduğu müzik ortamından mutluydu. Ama İstanbul’a gelmek ve özgün bir şeyler yapmak da cazip gelmişti ona. Nihayet ailesinin de fikrini almak ve daha sağlıklı bir hesap yapabilmek için benden 24 saatlik bir süre istedi.




"114,5 Liradaki o buçuk neyin nesi"


Ertesi gün buluştuğumuzda Attila, İstanbul’a gelmek için ihtiyacı olan parayı 114,50 TL yani yazı ile YÜZ ONDÖRT BUÇUK lira olarak açıkladı. Hoppala... Haydi, 100’ün 10’unu anladık, 4’ünü de bırak bir yana, ama o buçuk da neyin nesi diye bir süre düşündüm. O günlerde ancak bir ekmek almaya yetecek kadar ufak bir rakamı, yani yarım lirayı 114’e eklemiş olmasının mantığını anlamaya çalışıyordum.

Öyle ya, neden 115 veya 114 değil de 114 buçuk?
Ansızın bir şimşek çaktı kafamda ve değerlendirme tablomdaki değerler birden değişiverdi. Çünkü bu yarım lira, bu ufak detay bence Attila’nın önce kendisine karşı olan dürüstlüğünün bir yansımasıydı. Evet, bu zaviyeden bakınca gerçek çok daha net görünüyor ve anlaşılıyordu ki o önemsiz gibi görünen buçuk, Attila’nın vicdanının sesi, adaleti temsil eden terazinin ibresi, arsız, şımarık ve fırsatçı bir profesyonel olmak yerine tokgözlü, ağırbaşlı ve karakterli bir adam, hamuru iyi yoğrulmuş, ADAM gibi bir ADAM olma erdeminin simgesiydi...

Yanılmıyorsam sözleşmemize göre 5 kişilik orkestraya 650 TL veriyorlardı. Orgcu, basçı ve gitarcı 100’er, Attila’ya da grup içindeki özelliği ve göreceği fonksiyonların önemini dikkate alarak 150 TL ayırmıştım. Bu dürüstlük ve tokgözlülüğü karşısında onunla pazarlığa girişmeyi gereksiz gördüm. 
Üstelik karşımdaki, bunca zaman üzerine planlar kurduğum adamdı. “Tek adam” ADAM ADAM...
Attila’ya “Canını sıkma” dedim: “Ben senin için 150 TL ayırmıştım. Ona göre için rahat olsun. Toparlan ve bir an evvel gel ki provalara başlayalım.”

 

"Canım kardeşim nur içinde yat"


İstanbul’da, Nişantaşı’nda bir ev bulup taşınmasının kolay olmayacağı bir gerçekti. Ama o çektiği güçlükleri ve sıkıntıları bize yansıtmadan geldi, yerleşti, A planımdaki çizgiyi ve hedefi benimsedi.

Yaptığım yönlendirmeleri profesyonelce dikkate aldı ve grubun müzik yönünden teknik sorumluluğunu yüklendi. Ekibin diğer üyelerinden zaman zaman gelen fikirleri de gayet açık ve demokrat bir tavırla değerlendirdi.

Yalnızca verdiğim söze güvenerek, çoluğuyla çocuğuyla İstanbul’a gelip ekibime katılan Attila ve ekibin diğer üyeleri Mehmet Şahinbaş, Mehmet Horoz, Ahit Oben ile önce yaptığımız müziğe, sonra birbirimize ve ailelerimize sevgi saygı dolu olarak gelişen çalışmalarımız, kavgasız, gürültüsüz, uyum içerisinde sürüp gitti. Çok geçmeden doğru, güzel ve geçerli işler yapmakta olduğumuzun kanıtları olan başarılar birbirini izledi.

Bütün bunları senetsiz, sepetsiz, makbuzsuz, sözleşmesiz, sadece bir el sıkışma ve karşılıklı güvenle gerçekleştirmiş olduğumuza, bugünün koşullarında inanmak ne kadar güç ise, Attila gibi daha ne güzel ne değerli eserler yaratacak birini kaybetmiş olmamıza inanmak da o kadar güç.
Tedavisi sırasında yaptığımız son telefon konuşmamızda kendimi tutamayıp ağlamıştım. Fark etti ve dedi ki “Durul ağlama... Çok güzel şeyler yapmayı başardık. Demek bir ömre ancak bu kadarını sığdırabilmek mümkünmüş. Gerisi varsa eğer, başka bir alemde”...

İşte o 114,5 liranın buçuğu gibi, bu alemden aldığımızla yetinmemiz gerektiğini ifadeyle tokgözlülüğünü son nefesini vereceğini bildiği günlerde bir kez daha kanıtlayan ADAM ADAM...

Canım kardeşim nur içinde yat...



Attila Özdemiroğlu, Durul Gence, Ahit Oben, Mehmet Şahinbaş ve Mehmet Horoz’dan oluşan Durul Gence 5, bir döneme damga vurmuştu.
 


Üstün Poyrazoğlu, Durul Gence, Ertuğrul Çayıroğlu, Attila Özdemiroğlu ve Seren Dosdoğru.