Çiğdem Bozdağ*
Rehinelerin dönüsü, IŞİD, okullarda başörtüsü derken bazı konuşmaya fırsat kalmıyor. Medya okuryazarlığı derslerinin müfredatının yenilenmesiyle ilgili basın toplantısı dahil bu gündem yoğunluğunda, orta öğretimde türbanın serbest bırakılmasına dair tartışmaların gölgesinde kaldı. Ancak medya okuryazarlığı başlı başına önemli bir konu ve müfredatın yenilenmesine dair yapılan açıklamalar ışığında tartışılması gereken noktalar var.
Medya okuryazarlığı dersi Türkiye’de 2006’dan beri orta öğretimde seçmeli olarak sunuluyor. Ancak RTÜK ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Tarafından hazırlanmış olan bu içerik günümüz medya ortamını anlatmakta ve özellikle yeni medya okuryazarlığına dair önemli soruları yanıtlamakta yetersiz kalıyordu. Bu açıdan, uzun süredir akademisyenlerle birlikte yürütülen bu müfredat yenileme çalışmalarını çok önemli. Yeni müfredat "Eğlencem Medya", "Medyaya Soru Soruyorum", "Önce Bir Düşüneyim" ve "Benim Medya" başlıkları altında toplanıyor. Ders içinde çocukların röportajlar yapma, kısa bir süre medya diyeti uygulama, bir olayın farklı yayın organlarında ele alınışını inceleme gibi aktif bir şekilde medya üzerine düşünmesini sağlayacak alıştırmalar yapması planlanıyor.
Dersin içeriği değişmiş olsa da, basın toplantısında yapılan konuşmalar temelde medya okuryazarlığına bakış açısında hala korumacı bir yaklaşımın hakim olduğuna işaret ediyor. Milli eğitim bakanımız Nabi Avcı da yeni müfredatı tanıtırken burada en önemli hedeflerden bir tanesinin “çocukların masumiyetinin korunması” olduğunu söyledi. Medya okuryazarlığını çocukların yaratıcılığını, dijital medya ortamını anlama ve kullanma becerilerini artırıcı bir etken olarak daha olumlu bir bicimde tanımlamak ve medyanın demokratik toplumlarda oynaması gereken denge ve denetleme rolüne vurgu yapmak yerine, medyayı sadece zararlı etkileri üzerinden tanımlamak, dersin bastan yanlış bir zemine oturtulmasına sebep olabilir. Öte yandan, bir tarafta çocukların kendi başlarına türban takıp takmama kararını verebilecek yetkinliğe sahip olduklarına hükmederken, diğer taraftan medyanın etkilerine karşı tamamen savunmasız olduklarını varsaymak da bir çelişki yaratmıyor mu?
Bu temel soruların yanında, bu yaklaşımın kendi içinde de sorulması gereken en önemli sorulardan bir tanesi de “masumiyetin” nasıl tanımlandığı ve bu masumiyeti nelerin zedeleyeceğinin, nasıl belirleneceği. Örneğin ateizm veyahut da cinsel eğilimler ile ilgili herhangi bir medya içeriği çocukların masumiyeti açısından zararlı olarak mı tanımlanacak? Veya sosyal medyayı bağımlılık yapma ihtimali olduğu için zararlı mı kabul edeceğiz? Çocuklar açısından neyin zararlı olup neyin zararlı olmadığını kim nasıl belirleyecek?
Sayın Nabi Avcı’nın yaptığı açıklamalar sonrasında akıllarda uyanan sorulardan bir tanesi de bu dersi verecek öğretmenlerin yeterliliği ile ilgili. Mevcut uygulamada ders farklı branşların öğretmenleri tarafından verilirken, pek çok okulda bu ders açılmıyor veya boş geçiyor. Bu konuda nasıl bir çözüm yöntemi izleneceğine dair çok detaylı bir açıklama yapılmadı, ancak hizmet içi eğitimlerle bu alanda öğretmenlerin yetiştirileceğinden bahsedildi. Ancak uzaktan eğitimle yapılacak olan kısa süreli hizmet içi eğitimler, öğretmenlerin bu derece kapsamlı bir konuda uzmanlaşmasını ne derece sağlayabilirler? Madem medya okuryazarlığı dersi günümüz eğitim sistemi açısından önemli bir konu olarak değerlendiriliyor, bu alanda uzmanlaşmış öğretmenler yetiştirilmesi gerekmez mi? Örneğin, daha önce pek çok farklı yazar ve akademisyenin de belirttiği gibi iletişim fakültesi mezunları bu konuda ders vermek üzere yetiştirilebilir.
Dersin içeriğinin aktif öğrenme yöntemlerini de içerecek şekilde değişmiş olması genel olarak olumlu bir gelişme. Ancak bu dersin hedefine ulaşıp, çocuklarda medya kullanımı ve içeriğine dair eleştirel bir bakış geliştirecek, medyanın demokratik toplumlarda oynadığı önemli rolü vurgulayabilecek, genel olarak “bütün topluma yayılan bir bilincin çekirdeğini oluşturabil(ecek)” ve toplumda medya okuryazarlığı düzeyini artırabilecek bir rol oynayabilmesi için, su an hakim olan korumacı söylemden uzaklaşması ve bu konuda gerçekten uzmanlaşmış kişiler tarafından verilmesi gerekiyor.
*Yard. Doç. Dr. Çiğdem Bozdağ, Kadir Has Üniversitesi, Yeni Medya Bölümü