Cumhuriyet gazetesi yazarı Can Dündar, 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş’in önceki gün vefat eden annesi Mukaddes Gezmiş ile olan anılarını yazdı. Mukaddes Gezmiş’in “Deno” dediği Deniz Gezmiş’in bir atla çarpışmasını köşesine taşıyan Dündar, “Bir gün alışveriş için ana oğul Üsküdar Meydanı’na inmişler. Deniz yolda dalgın yürürken taşımacılık yapan bir at arabasının atıyla çarpışmış. Ergenlik çağındayken bile irikıyım olan Deniz’in çarpmasından at sersemlemiş. Bağırmış arabacı: “Hey delikanlı, dikkat etsene; atı perişan ettin.” Mukaddes Hanım, en keyifli zamanlarında kahkahalar atarak anlatırmış bu toslaşmayı…” diyerek anlattı.
Can Dündar’ın Cumhuriyet’te “Deno ile annesi” başlığıyla yayımlanan (23 Kasım 2014) yazısı şöyle:
Deno ile annesi
Mukaddes Hanım, “Deno” dermiş, delifişek oğluna…
Dalgınlığıyla da çok dalga geçermiş.
Sivas’ta iki katlı bir evin alt katından üst katına taşındıklarında, bir gün küçük Deniz, eski alışkanlıkla alt kattaki evin açık duran sokak kapısından içeri dalmış; doğruca salona girip yemek masasına kurulmuş ve içeri doğru bağırmış:
“Anne! Çok açım, yemek verir misin?”
Bu ses üzerine ev sahibi doktor girmiş salona:
“Deniz hoş geldin” demiş gülerek:
“Hadi ablan yemek koysun da beraber yiyelim.”
Alı al moru mor kaçmış evden Deniz…
Bazen de o, annesinin dalgın anını kollar, mutfakta iş yaparken sessizce yanaşır, 1.91’lik boyuyla arkasına dikilirmiş. Mukaddes Hanım, aniden dönüp de sütun gibi oğluna çarpınca önce korkup çığlık atar, sonra “Delioğlan” diye sarılırmış.
Bir gün alışveriş için ana oğul Üsküdar Meydanı’na inmişler. Deniz yolda dalgın yürürken taşımacılık yapan bir at arabasının atıyla çarpışmış. Ergenlik çağındayken bile irikıyım olan Deniz’in çarpmasından at sersemlemiş.
Bağırmış arabacı:
“Hey delikanlı, dikkat etsene; atı perişan ettin.”
Mukaddes Hanım, en keyifli zamanlarında kahkahalar atarak anlatırmış bu toslaşmayı…
Ağır bir ameliyat geçirdiğinde, 15 yaşındaki Deniz bakmış en çok kendisine… Çünkü o zaman da babasından da, abisinden de, kardeşinden de daha boylu poslu, iri kıyımmış. Annesini yatağa yatırıp kaldırma işi, onun güçlü kollarına bırakılmış. O dönem ortalık süpürmekten bulaşığa, annesinin yapamadığı ev işlerini hep Deniz yapmış.
***
Bu sıcak ilişkiye rağmen, Deniz’in tatil kartları, hapishane mektupları hep “Baba” diye başlıyor, “Anneme selam” diye bitiyor.
Darağacının altında yazdırdığı son mektup da yine “Baba” hitaplı... “Annemi teselli etmek sana düşüyor” diyor.
İlkokuldan sonra anaoğul çekilmiş fotoğrafları yok.
Deniz, fotoğraflarda hep babasının yanında…
Neden?
“Babama özel bir ilgisi vardı abimin” diyor Hamdi Gezmiş:
“…büyük olasılıkla babamın daha çok okumasından, siyaset ve edebiyatla daha ilgili, birikimli, tartışmaya açık, demokrat karakterli bir insan olmasından…”
Baktım, Yusuf da son mektubuna “Sevgili babacığım” diye başlamış; “…annemin, senin teselline ihtiyacı çok” diye eklemiş.
Yetiştikleri ailelerin ataerkil özelliğinden mi?
Belki…
Ama kamuoyu önündeki babalarının gölgesinde yaşayan analarının çok gözyaşı döktüğü belli…
Nitekim Mukaddes Hanım da oğlunu vahşi bir devlet cinayetinde kaybettikten sonra hiç ortaya çıkmamış. Acısı depreştikçe oğlundan kalan parkayı, askılı atleti, kahverengi ceketi, yeşil kazağı gardıroptan çıkarır, sevip okşar, mektuplarındaki satırlara dokunur, onlarla konuşur, ağlarmış.
***
“Abim Deniz” kitabını yazarken, bir toplu aile fotoğrafı çektirmek istedi Hamdi Gezmiş…
Etrafta “ailedenim” diye gezinip iş çevirenler çoğalmıştı; kimin gerçekten aileden olduğu bilinsin istiyordu.
Annesi de ilk kez ailenin en büyüğü olarak o fotoğrafta olacaktı. Ondan da torunlara bir hatıra kalacaktı.
Olmadı.
Tam da fotoğrafçının eve geleceği gün, ağırlaştı annesi… Aile fotoğrafı eksik kaldı.
Ama Mukaddes Hanım, adeta bekledi o kitabı… Son nefesini vermeden bir gün önce, oğlunun kitabını görebildi, bağrına basabildi.
Dün, Selimiye Camii’nin avlusundaki büyük kalabalığın yakasından siyah-beyaz bir huzurla gülümsüyordu.
Deniz’ine nihayet kavuşmuş olmanın saadetiyle…
Nur içinde yatsın!