Yaşam

Annemin, olan bitenler yüzünden komşularına karşı duyduğu utancı unutamadım...

Şeref Tokgöz, 'iyi bir komşu' dizisi için yazdı: Biz Tophane'liyiz

08 Eylül 2017 03:00

Şeref Tokgöz

Tomtom Kaptan'la, Baba Ocağı sokaklarının köşesini tutmuş, parlak kırmızı tuğlalarla kaplı, Şakir Bey Apartmanı'na, mermer tabanlı, yüksek tavanlı geniş bir holden girilirdi. Yeşile boyalı kocaman, demir bir kapısı vardı.

Giriş katında, şimdi isimlerini hatırlayamadığım Rum bir aile otururdu. Sonradan o daire Ahmet Usta'nın oto tamirhanesi olmuştu.

Loş, yıpranmış, ahşap merdivenlerle çıkılan o üçüncü katta, dünyanın en güzel yaşlı kadınıMatmazel Melpo otururdu. Geniş odasında, İstanbul'un seçkin hanımlarına özel elbiseler dikerdi. “Onun parmakları sihirli,” derdi annem. Hiç evlenmemişti. O yüzden biz üç kardeş ona “Matmazel Teyze” diye seslenirdik.

Matmazel Melpo'nun bitişik komşusu, balkonunu inanılmaz güzellikteki çiçeklerle bezeyenMadam Vasiliki'yle eşi haymatlos* Mösyö Sokrat'tı.

Dairemiz, bugün hâlâ aynı yerde faaliyetini sürdüren Beyoğlu Telefon Santralı'na bakıyordu. Ortak kullanılan mutfağımızdan, uzun ahşap bir balkona çıkılıyordu. Yatak odaları bu balkona bakan dairede ise, Tornacı Niko, eşi Madam Katina, oğulları Vasil ve kızları Evangelia otururlardı.

Madam Zaharo, kocası Sirkeci’de fırın sahibi Mösyö Sotiri, ve sürekli evlendirilmekle tehdit edildiğim tombul kızları Olga üst kat komşularımızdı.

Olga'ların üzerinde de yine kim olduklarını hatırlamadığım Rum bir aile otururdu.

Binamızın denizi gören, kocaman ama hiç kullanılmayan bir terası vardı. Terasta ortak bir çamaşırhane bulunuyordu. Bu geniş alan, apartmanın çocukları için paha biçilmez bir oyun sahasıydı.

Şakir Bey Apartmanı'nda huzur içinde bir arada yaşıyorduk. Rum komşularımıza, aşureler verip kolivalar** alırdık.

Güzel bir sonbahar akşamıydı. Galiba yemek vaktiydi, ama daha sofraya oturmamıştık. Hava çoktan kararmıştı. Sokaktan birtakım gürültüler geliyordu, annem yerinden kalkıp, pencerenin sürgülü camını kaldırarak, uzun uzun sokağa bakmış, ardından da camı kapatıp bize dönmüştü. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Onu böyle görmeye alışık değildim, ürkmüştüm.

"Kasketli, eli sopalı adamlar var," demişti yüzündeki o korkutucu ifadeyle.

Bir süre hareketsiz kalmıştı. Ne yapacağını düşünüyor gibiydi. Evden çıktı. Kısa bir süre sonra Rum komşularımızla birlikte geri döndü. Üç çocukları vardı. Onlarla birlikte oynamaktan çok hoşlanırdık.

Annem, ışıkları söndürüp, tekrar camı açtı. Sokaktan şangırtılar, bağırış sesleri gelmeye devam ediyordu. Pencereden dışarı sarktı; sanırım sokağın uzak köşelerini görmeye çalışıyordu.

"Tanaş'ın bakkalı yanıyor,” diye seslendi. Telaşla arka odaya gitti, geri döndüğünde, şifonyerin çekmecesinde muhafaza ettiğimiz Türk bayrağının elinde olduğunu gördüm. Aynı endişeli yüz ifadesiyle bayrağı aşağı sarkıtıp, camın kenarına tutturdu.

Korkuyordum, küçüktüm. Annemin eteğine sıkıca yapışmıştım. Rum komşularımız endişe içindeydiler. Karanlıkta gıkımızı çıkarmadan oturuyorduk. Annem camdan bakmaya bir süre daha devam etti. Sokaktan yükselen itfaiye sirenleri, evdeki sessizliğe bıçak gibi saplanıyordu. Annem çıkıp diğer Rum komşularımızı da bizim daireye getirdi. Şimdi, tüm komşular, çoluk çocuk, bizim küçük dairemizdeydiler. Aralarında ağlayanlar, dua edenler vardı.

"İtfaiyenin hortumlarını kesiyorlar, Tanaş'ın dükkânı cayır cayır yanıyor,” diye inlemişti annem, ağlıyordu.

Bu korku fırtınası iki gün sürdü. Ortalık yatıştıktan sonra annemle İstiklal Caddesi'ne çıkmıştık. Galatasaray Lisesi'nin köşesinden Taksim'e, sonra da Tünel'e doğru uzun uzun bakmıştı. Ben onun eteğine asılıp, nereye bakıyorsa oraya başımı çeviriyordum.

Cadde adeta savaş yerine dönmüştü. Meşrutiyet Caddesi yönündeki mağazaların kumaş topları yanık ve ıslak bir halde etrafa saçılmıştı. Camı çerçevesi kırılmamış tek bir dükkân kalmamıştı.

Havadaki o yanık ve ıslak kumaş kokusunu hayatım boyunca unutamadım.

Annemin, olan bitenler yüzünden komşularına karşı duyduğu utancı da.

Türk, Rum, Ermeni, İtalyan, Bulgar, Fransız, Kürt, Çingene, Arap, Yahudi, Acem, Sünni, Alevi, Bektaşi, Polonez, vatansız aileler bir arada yaşadık biz.

Arada bir çıkan ufak tefek sorunlar mahalle karakolundaki komiserin tatlı-sert raconuyla itirazsız çözülüverirdi.

Bazen ekmeğimizi, bazen hüznümüzü, çokça sevinçlerimizi bonkörce paylaştığımız, özlenesi, övünülesi bir mahalle halkıydık biz.

Bakkallarımız Rum Tanaş, Girit mübadili Enver, asık suratlı, Sofu Osman...

Gazete bayimiz Acem Gaffar,

Hamamcımız Ermeni Sragan,

Şekercimiz Ehlisünnet Yusuf,

Dondurmacımız Bulgar Toma,

Kartonpiyercimiz İtalyan Cenoveziler,

Manavımız Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş Satılmış,

Kasabımız Bektaşi Mahmut,

Köftecimiz Rum Kosta,

Aktarımız Yahudi Salamon,

Yumurtacımız Rum Yorgo idi.

Anastas, Vasili, Diliz, Deniz, Enis, Yako, Filippo, Olga, Lena, Nesrin, Ali, Yavuz, Nüvit, Ercan, Ara, Rahmi, Garo, Kosta, Berksin, Ayhan, Aygün, Oleg, Vaçek... arkadaşlarımın adlarıydı.

Yaşadığımız yer Tophane’ydi, biz Tophaneli'ydik...


Vatansızlara verilen isim.

** Bir tür kuru aşure.

T24'ün notu: İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. 

Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlattı.

Bienal başlayana dek mart ayından beri her pazartesi yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazdı, yazıyor. Diziye, proje kapsamı dışında gönderilen yazılar da imkânlar nispetinde kullanılıyor.

15. İstanbul Bienali

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek.