Almanya'da Nasyonal Sosyalizmin mezaliminden kaçan çok sayıda bilim insanı ve sanatçı, Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle 1930'larda Türkiye’ye geldi ve Türkiye’ye bilimsel ve sanatsal katkılarda bulundu. Aradan geçen zamana karşın bu katkıların izlerini, başta Ankara olmak üzere Alman mimarların Türkiye'de inşa ettikleri binalarda görmek mümkün. Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası (TD-IHK) bu binaların fotoğraflarından oluşan bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
Ankara ve Berlin arasındaki mimari benzerlik
Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası (TD-IHK) Genel Sekreteri Suat Bakır, Ankara Goethe Enstitüsü ve Türkiye Mimarlar Odası'nın “Bir Başkentin Oluşumu - Avusturyalı, Alman ve İsviçreli Mimarların İzleri” adlı serginin fotoğraflarını ilk kez gördüğünde fotoğraflanan binaların Berlin’e ait olduğunu düşünmüş. Bakır, Berlin ve Ankara’nın tarihî çehresindeki bu benzerlikten etkilenerek, Ankara'daki serginin bir benzerinin Berlin’de açılması gerektiğine karar vermiş.
Ankara’da altmıştan fazla binanın Almanca konuşan mimarlar tarafından yapıldığına dikkat çeken Suat Bakır, Türk-Alman ilişkilerinin geçmişini ve farklı yönlerini göstermek için söz konusu sergiyi Berlin’e taşıdıklarını anlatıyor. Bakır "Bizim öne çıkarmak istediğimiz; birincisi Türk-Alman ilişkileri çok eski yıllara dayanıyor. İkincisi ilişkilerimizin sadece güncel siyaset konusu olan AB ya da vize sorunları gibi konularla sınırlı olmadığını, çok daha köklü olduğunu göstermek. Yani mimarların, sanatçıların, bilim insanlarının karşılıklı birbirine gittiği, uzun yıllara dayanan bir ilişkinin varlığını ortaya koymak istedik" diyor.
Ankara'nın mimari cazibesi
Türkolog ve tarihçi Prof. Dr. Klaus Kreiser, 30'lu yıllarda Almanca konuşan akademisyenlerin ve göçmenlerin, bilimde, siyasette ve sanatta genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasında etkili olduklarını dile getiriyor. Klaus Kreiser, o yıllarda özellikle Avrupalı mimarların Ankara’ya ayrı bir ilgilerinin olduğunu belirtiyor.
Kreiser "Ankara boş beyaz bir sayfa gibiydi. Yeni rejimin yeni başkentinde neredeyse hiçbir şey yoktu. Mütevazı bir tren garı ve geçici meclis olarak kullanılan Genç Türkler'in kurduğu kulüp binası dışında. Tüm kamu binalarının planlanıp, inşa edilmesi gerekiyordu. Yurtdışından gelen mimarlar da önce yerel inşat malzemelerini tanıdılar, ardından planlanan kenti inşa etmek üzere ustalar yetiştirdiler. Ankara’nın şansı Avrupa’da taş üstünde taş kalmadığından tanınmış tüm Alman, Avusturyalı ve İsviçreli mimarların kente gelmiş olmasıydı. Dolayısıyla 30’lu 40’lı yıllarda mimarlık okumak isteyen herkes Ankara’yı ziyaret etmek zorundaydı” açıklamasını yapıyor.
‘Türkiye'ye altyapı kazandırdı'
Serginin fotoğraflarını hazırlayan fotoğraf sanatçısı Çetin Ergand, 30’lu yıllarda Türkiye mimarisine damgasını vuran mimarların sadece bina inşa etmediklerini, Türkiye’ye bu alanda bir altyapı da kazandırdıklarını söylüyor.
Ergand "Tabii bu insanların bıraktığı izler sadece mimari yapılarla sınırlı değil. Özellikle Bruno Taut ve Ernst Arnold Egli, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin de kurucuları arasında yer alıyorlar. Bir dönem dekanlık ve öğretim üyeliği de yapmışlar. O yüzden onlarla beraber bu projenin içinde olmak beni çok duygulandırdı ve heyecanlandırdı. Ayrıca adı geçen binalar, zamanın çok ötesinde olan, fonksiyonel binalar. Umarım bu binaları gelecek nesiller için de koruruz” şeklinde konuşuyor.