Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, BirGün gazetesindeki yazısında “Silahlı darbe girişimine nasıl gelindi?” sorusunun sorulmaması halinde sağlıklı tahlil yapılamayacağına dikkat çekerek, kamu hizmetlerinde liyakat ilkesinin yerini kamu hizmetlerinde tarikata bıraktığını ifade etti.
İbrahim Kaboğlu’nun bugün (21 Temmuz 2016) yayımlanan “Liyakat ilkesi ve hukuk geçerli kılınmadıkça…” başlıklı yazısı şöyle:
Sn. Erdoğan, gerek başbakanlığı döneminde gerekse Cumhurbaşkanı olarak, geçmişe yönelik iki hedefi öne çıkarma alışkanlığını hep sürdürdü:
-Tek parti dönemi,
-Koalisyon hükümetleri.
Tek parti dönemini yakın geçmişe dönük siyasal söyleminin merkezine oturtmasının nedeni, o dönemin demokrasi ve hukuk eksiğinden kaynaklanmıyor. Ana nedeni, Cumhuriyet reformlarının din yerine dünyevi gereksinimleri öne çıkarmış olması: Laiklik ve çağdaş uygarlık düzeyi…
Koalisyon hükümetlerine ise, sadece söylemde değil, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası görüldüğü üzere, eylemsel olarak da karşı çıktı. Bunun başlıca nedeni, AK Parti’nin TBMM’deki çoğunluğu kaybetmemek için aldığı önlemlere meşruluk zemini yaratmak. “İstikrar” sloganı, neredeyse tabu haline geldi. Öyle ki, Hükümet politikalarına yönelik eleştiriler ile darbe arasında bağlantı ilişkisi hep canlı tutuldu. Hatta sınavlarda yapılan yolsuzlukları eleştirerek bunların üzerine gitmek isteyen çevreler, Tv ekranlarından, istikrarı bozup darbeye zemin hazırlamakla bile “itham”! edildi.
Yozlaşma ve çürüme nedenleri…
Fakat şu bir gerçek: Anayasal kurumlar içinde ve arasındaki ayrışma ve çatışma, en sorunlu koalisyon hükümetleri dâhil hiçbir hükümet döneminde, hatta Milliyetçi Cephe Hükümetleri ve 12 Eylül öncesi Demirel’in azınlık hükümeti döneminde bile görülmemişti.
Şimdi; “darbeyi Erdoğan ve Hükümet’in kararlı tavrı önledi” diye, dünyevi ve uhrevi kahramanlık türküleri ve silah sesleri eşliğinde meydanları inletenler, öncelikle Türkiye, “anayasal kurumların bu denli yozlaşmasına nasıl geldi?” sorusunu sormak zorunda.
Gülen Cemaati’nin tarihini kırk yıl geriye götürenler, 10 yıl süreyle Türkiye’yi ittifak yaparak yönettiklerini unutmamalı. AK Parti hükümetleri, bu ittifakı, özellikle Anayasa’nın iki hükmünü sürekli ihlal ederek sürdürdü:
-Kamu hizmetlerinde liyakat ilkesi (md.70), yerini “kamu hizmetlerinde tarikat”a bıraktı;
-Devletin, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma” yasağı (md.24/son), yerini, “mezhep-tarikat ekseninde devleti yönetme”ye bıraktı.
Özetle, liyakat ve laiklik ilkeleri yerine, “yandaşlık ve din bağı”, Devlet yönetiminin ekseni haline getirildi. Bu süreçte, vesayet ve darbelere karşı mücadele söylemiyle, “algı operasyonu” hep canlı tutuldu.
Üçlü çelişkiye dikkat!
Ne var ki, “asıl darbe”, en az on yıl boyunca, “vesayet ve darbelere karşı mücadele”de müttefiki (bir tür “koalisyon ortağı”) tarafından yapıldı. Birinci çelişki bu.
İkinci çelişki ise, darbe girişimi, en çok kendilerini “darbenin mağduru” olarak görenleri memnun etti.
Üçüncü çelişki ise, darbe girişimcisi ile muhatabı, “dinsel müttefik” oldukları halde, camiler ve dinsel sloganlar, “darbeye karşı koyma araçları” haline getirildi. Öyle ki, darbe sanki dinsiz ve ateistler tarafından dine karşı yapılmış gibi şu görüntü yaratıldı: anayasal düzeni silah zoruyla yıkma girişiminde bulunan cuntacılardan çok, dine saldıran silahlı kuvvetler mensupları.
Darbenin halkaları
Anayasal kurumların ve liyakatın değersizleştirilmesi yolunda, “her istenenin verildiği” dönemin ardından, kesinlikle lanetlenmesi gereken silahlı kalkışma, darbe halkalarından biridir aslında. Neden ve nasıl?
-Kısmi anayasal darbe: 24/son ve 70. Maddelerin askıya alınarak, mezhep-tarikat ekseninde kurulan ittifak dönemi.
-Anayasasızlaştırma: Ağustos 2014’ten itibaren, siyasal rejim bakımından anayasal düzenin askıya alındığının ilanı.
-Silahlı darbe girişimi: “Kısmi anayasal darbe” döneminde oluşturulan elverişli zeminin itici güç olarak katkıda bulunduğu silahlı darbe girişimi.
-Hukuk darbesi: 15 temmuzdan bu yana, giderek yaygınlaştırılan hukuk dışı işlem ve uygulamalar…
Tek yol: Hukuku savunmak
15 Temmuz gecesi kâbusunun bir kez daha yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapalım: Meydanlara çıkalım, sloganlar atalım, cuntacıları ve onları destekleyen güçleri lanetleyelim…
Ne var ki, sorunu, dünden bugüne, “silahlı darbe girişimi”ne nasıl gelindi?” şeklinde sormaz isek, nedenleri sağlıklı olarak tahlil edemeyiz.
Aynı şekilde, son beş günde yaşadığımız hukuk dışı ortamı görmezden gelirsek, bugünden yarına hiçbir biçimde güvenle bakamayız.
Sonuç olarak, kamu görevlerinde bilgi, uzmanlık ve liyakat geçerli kılınmadıkça, Hukuk Devleti’nin asgari gerekleri yeniden tesis edilmedikçe, “Türkiye barışı”, safça bir umut olmanın ötesine geçemeyecek.