Kültür-Sanat

Allai de Botton: Mutlu olmak değil, ilginç bir hayat yaşamak önemli

Botton, hayata dair ipuçları verdi. Botton için önemli olan mutlu bir hayat yaşamak değil, önemli olan ilginç bir hayat yaşamak.

16 Ocak 2011 02:00

T24 - 'Gündelik yaşam filozofu' İngiliz yazar Alain de Botton, hayata dair ipuçları verdi. Botton için önemli olan mutlu bir hayat yaşamak değil, önemli olan ilginç bir hayat yaşamak.

Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman'ın "Mutlu olmak değil, ilginç bir hayat yaşamak önemli" başlığıyla yayımlanan (16 Ocak 2011) yazısı şöyle:


Mutlu olmak değil, ilginç bir hayat yaşamak önemli

İlk okuduğum kitabı ‘Aşk Üzerine’ydi?

Tamamen bir tesadüf eseri?

İşte o zaman tanıştım Alain de Botton’la?
Ve sarsıldım?
Dilinden, sadeliğinden, analizlerinden, tespitlerinden, karmaşık meseleleri bu kadar basite indirgeyebilmesinden?
En çok da yaşından?
Aynı yaştaydık.
Merakımın gerisi geldi: ‘Romantik Hareket’, ‘Öp ve Anlat’, ‘Seyahat Sanatı’, ‘Mutluluğun Mimarisi’, ‘Statü Endişesi’, ‘Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı’ Havaalanında Bir Hafta?
Aşk, felsefe, mimari, seyahat, edebiyat, iş?
Konudan konuya, daldan dala sıçrayan ama hepsi arasında bağlantı kuran adam?
Yalın, içten, zeki, ironik, espritüel?


Sonunda geliyor

O, modern zamanların ‘yeni gündelik yaşam filozofu’ydu?
İçimden, “Bir gün acaba tanışabilir miyim?” dedim.
Benden daha şanslı bir kadın var mı acaba?
Geçen hafta Alain de Botton söyleşisi için Londra’ya gittim.
Tanyer Sönmezer’le birlikte?
Onun, Alain de Botton’un evine ulaşıncaya kadar, yol boyu bana anlattıklarını, size günlerce yazabilirim, yazacağım da. Sanırım ‘danışman’ olmak böyle bir şey, sonsuza kadar konuşabiliyor ama güzel konuşuyor, hiç bilmediğiniz bir sürü şey öğreniyorsunuz.
İşte bu adamın ortağı olduğu şirket, MCT (Management Centre Türkiye) 16-17 Şubat tarihleri arasında Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda, İnsan Kaynakları Zirvesi 2011’i sunuyor. Bir sürü sanatçı, yazar ve lider yönetici, performans hikayelerini anlatıyor. Alain de Botton İK zirvesinin sürpriz isimlerinden. İş hayatı ve statüler üzerine konuşacak. Yıllardır, kimsenin gelmeye ikna edemediği adam, sonunda geliyor ve hayranlarıyla buluşuyor.


Muzip gözler

Tipik Essex evlerinin arasında, müzeye benzeyen cam bir ev, işte orası de Botton’un evi, yan apartmanda da home ofisi.
Bizi güler yüzle karşılıyor.
Hızlı konuşan ve hızlı düşünen biri. Fazla açık, ne sorsan cevap veriyor. Halden anlıyor, kendisi de röportaj yaptığı için lafı dolandırmıyor. Sulandırılmış erik yeşili gözleri var. En çok o gözlerden etkilendim. Zeki, meraklı ve muzip bakıyor. Bir süre sonra sadece gözlerini görüyorsun. Alaycı bir hali var kendisine çok yakışan. Hâlâ okumadıysanız, bu adamın kitaplarını mutlaka okuyun ve hatta fırsatınız varsa Zirve’de izlemeye gidin?


Türk okuru size bayılıyor!

- Ne güzel! Facebook’tan ve e-maillerden çıkartabiliyorum aslında. Bana, “Kitabınızı okudum, sevdim. Siz de benim evlilik hikâyemi dinleyin, tavsiye verin” diyenler bile oluyor. Türk okuru sıcak ve samimi. Bu beni hem sevindiriyor hem de şaşırtıyor?


Ne o, İngiliz okurlar sokaklarda size coşku göstermiyor mu?

- Londra’da öyle şey olmaz. Yazarlar, meşhurluk listesinin alt sıralarındadır. Bu da kötü bir şey değil. Çünkü ben bir yazarım, benim başka insanları izlemem, gözlemem gerekir. Onların bana bakması, benimle ilgilenmesi dengeyi bozar. Tanınmış olmak, işin dinamiği değiştirir, beni işimi yapmaktan alıkoyar.


Çocukken dünya çapında ünlü bir yazar olacağınızı düşünüyor muydunuz?

- Aklımdan bile geçmiyordu. Zaten uzun süre ne olmak istediğime bile karar veremedim.


İsviçre’de doğduğunuza dair bilgi var ama yaşam öykünüz yok. Nasıl bir aileye doğdunuz?

- Nörotik bir aileye! Baba tarafım Mısır’dan. İskenderiye’de yaşayan bir Musevi ailesi. ‘De Botton’ İspanyol kökenli bir soyadı. Mısır’a oralardan geçmişler. Baba tarafım Akdenizli bir aile yani. Bazı köklerim İzmir’de, bazı köklerim Atina’da. Babam İskenderiye’de doğuyor, büyüyor, Nasır’ın gelişiyle Zürih’e taşınıyor. Bir daha da dönmüyor. Arapça, Fransızca, İngilizce, Hibru konuşabilen biri. İsviçre’de de annemle tanışıyor.


Anneniz?

- O da İsviçreli Musevi?


Musevi olmak sizi tanımlayan şeylerden biriymiş gibi durmuyor?

- İnançlı biri olduğum söylenemez, dinlere inanmam?


Karınız peki? O da İngiliz Musevisi mi?

- Yok hayır, o Hıristiyan. Bir Musevi için, bir Hıristiyan kadını baştan çıkarmak müthiş bir şeydir! Çocuklarımızın ise ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Büyüyünce kendileri karar verirler, dört ve altı yaşında iki oğlum var.


Hemen çocuklara geçmeyelim? Sıkıcı olan Zürih’te büyüdünüz? Sonra?

- Evet, sıkıcı ve Protestan. Ama çocuklar olmak için şahane. Ergenlikte tüymek gerekir?


Peki nasıl bir çocukluk?

- Hayalci bir çocukluk, legolarla oynanan bir çocukluk?



Annemle babam şahaneydi ama normal değillerdi

Sizinle farkınız neydi ki hepimizin hayran olduğu Alain de Botton oldunuz?

- İnsan durduk yerde yazı yazmaz. Tamam, altında yatan, var olan her şeyi anlamaya, anlamlandırmaya çalışmak ama bence son derece nörotik bir şey, korkulara ve endişelere karşı bir reaksiyon.


Nasıl yani?

- Hepimiz bir şeylerden korkuyoruz. Ve hepimiz bu korkuları bertaraf edebilmek için çeşitli yollar buluyoruz; benimki yazmak. Benim çocuklum, diğerlerine göre daha karmaşık ve problematikti. Çünkü annem ve babam şahaneydi ama normal değillerdi. İkisi de bir tür deliydi. Hayatımızdan korku ve endişe eksik olmadı.


Neyle ilgili?

- Her şeyle ilgili. Histeri öyle bir şey, özel bir sebep gerekmez. Herşey, bir kriz sebebiydi. Havaalanına gitmek bile. Bağırtı, çağırtı, gürültü.


Sizi eğlendiriyor muydu?

- Şimdi evet. Ama o zaman, çocuk olarak dehşete düşüyordum. Korkuyordum da. Annem ve babam kontrol dışıydı.


Ben bazen insanların kendi geçmişlerine dair hikayeler yazdığını düşünüyorum. Bunları uydurmuyorsunuz değil mi?

- Ne münasebet! Babam finansçıydı. Onu ofis ortamında görseniz, anlattıklarımın palavra olduğunu düşünebilirdiniz, çünkü işte gayet aklı başında bir adamdı. Ama evde, aman Allah’ım çıldırmış gibiydiler, hayatla baş edemeyen iki yetişkin insan?


Ne oldu? Boşandılar mı?

- Evet, ben 18 yaşımdayken boşandılar. Aslında bu yaşananlar, neden benim sessiz olmayı tercih ettiğimi, kafamızı karıştıran şeyler üzerine kafa patlamayı seçtiğimi, insanlar ve hayat üzerine yazmak istediğimi açıklıyor?


Kitap yazmak bina yapmak gibi, tuğlalar yerine fikirleri kullanıyorsunuz

Bize bir gününüzü anlatır mısınız?

- İki küçük çocuk babası olduğum için, zamanım çoğu ‘yapılması gerekenler’le geçiyor, “Oğlanları okula götür, markete git, onlar için şunları al?” Eski kadar romantik bir hayatım yok. Her akşam 18:30’da çocuklarımla olmam ve onlara hikaye okumam gerekiyor. Hayatım daraldı. Ama tabii o çocuklar, aynı zamanda beni çok zenginleştiriyor?


Peki sizin çocuklarınızın dadısı var mı?

- Hayır. Sadece biz varız.


O müthiş fikirler nasıl geliyor aklınıza?

- Ben de düşünüyorum bazen, bir fikirden bir kitaba nasıl varılıyor diye. Çok zor. Konunun beni ilgilendirmesi ve bende bir derinliğinin olması gerekiyor. Çiçekleri seviyorum ama çiçekler hakkında kitap yazamam mesela. Bilgisayarımda, ‘muhtemel kitap fikirleri’ diye bir dosyam var. Fikir biriktiriyorum. Fikirleri buluyorum, sonra onlara bir ev inşa etmeye çalışıyorum. Bu iş, bina yapmak gibi. Odaları, katları tuğla yerine, fikirlerle doldurmanız gerekiyor.


Orhan Pamuk okudunuz mu hiç?

- Evet, birkaç kitabını okudum.


Elif Şafak?

- Evet, Elif’le mailleşiyoruz zaten, Londra’da biliyorsunuz, buluşacağız?


Takıntılı tutturuk bir tipim

Çocuklar hayatınızı nasıl değiştirdi?

- Zamanım azaldı. Düşünmeye, yatakta oturmaya ve derin düşüncelere dalmaya? Çok daha pratik olmak zorundayım ve çok daha ciddileşti her şey.


İyi bir baba mısınız?

- Galiba. En azından babamdan daha iyiyim. Gerçi ondan iyi olmak çok kolay. Oğullarımla ilgiliyim, çok konuşuyorum, gülüyoruz, iyi arkadaşız, iyi zaman geçiriyoruz.


İyi bir babasınız da iyi bir koca mısınız aynı zamanda?

- Bazen. Her zaman değil. Evlilik, zor bir şey. Birini sevmek kolay, ben de karımı seviyorum ama biriyle sürekli aynı evde yaşamak? Eskiden, aşık olursun, evlenirsin mutlu mutlu yaşarsın diye düşünüyordum, pek naiftim?


Karınızı delirten bir özelliğiniz?

- Ben takıntılı, tuturuk bir tipim. Aklıma bir şey gelirse, hemen o anda, yapmam lazım, konuşmam, anlatmam lazım, o fikirlerin derinleştirmem, üzerine gitmem lazım. Hani öyle, “Ya boş ver yarına bırakalım, sonra konuşalım” diyemem. Gecenin bir yarısı kalkıp, “Şöyle şöyle bir kitap yapmak istiyorum” diyorum karıma. O, beni sakinleştirmeye çalışıyor, “Sonra konuşuruz, şimdi değil...” Oysa ben anlatmak istiyorum, hemen o anda. Sabah başka bir fikirle uyanıyorum, o çocuklarla uğraşırken, “Şunu şunu yapmamız lazım!” diyorum; bana deliymişim gibi bakıyor?


Bu delilik annenizden babanızdan miras olmasın!

- Olabilir ama onlar kadar deli değilim. Evlilik böyle bir şey, çekici bulduğun birini buluyorsun, aslında benzemediğin için birbirini çekiyorsun ve sonra onu delirtiyorsun! O benim saplantılı ruhuma, ben karımın sakinliğine, sukünetine çekiliyorum. O bana, “Kes artık bu kadar tutturuk olma!” diyor, ben de ona, “Sen de bu kadar sakin olma!” diyorum. Sende olmayan bir şeye çekiliyorsun. Hem çok sevdiğin hem nefret ettiğin bir şey. İnsan olmakla ilgili de insanı aşağılayıcı şeyler hissediyorum. Hepimiz bir tür deliyiz. Evlilik de her şeyin en çok hayat bulduğu, su yüzüne çıktığı kurum?


Artık çok insan boşanıyor?

- Evet doğru, boşanmalar artıyor ama beni asıl şaşırtan insanların hâlâ evleniyor olması?


Etrafınızda size aşık bir dolu kadın vardır. Karınız ne diyor?

- “İyi şanslar!” diyor. “Şu şu kadınla tanıştım bana şöyle davrandı” deyince pek oralı olmuyor. Gayet sakin?


Gerçekten bir ilişkiniz olsa, ne olur? Sizi kapının önüne koyar mı?

- Sorun yaşarız. Ama yine de hayatta kalır ve devam ederiz. Ona sorsanız böyle söylemez tabii, bence böyle olur?


Onun bir ilişkisi olsa?

- Yine aynı şey, bir şekilde üstesinden geliriz. Gayet çekici bir kadın, onunla flört eden bir adam olursa, tuhaf gelecek, sevinirim ama aynı zamanda kıskanırım? Karışık duygular?


Evlilikler üzerine bir şey yazmayacak mısınız?

- Yazıyorum zaten?


Hayat Okulu'ndaki dersler

Aşk, evlilik, yalnızlık, seks, din, iş hayatı

Gelelim Hayat Okulu’na?

- Ben hep, hayatta neyin gerçekten önemli olduğunu üniversitelerde öğretmiyorlar diye şikayet ediyordum. O zaman niye yapmamayım dedim. Şaka gibi başladı, adında bile bir ironi var: Hayat Üniversitesi. Ama üniversite kelimesini kullanmamız yasak olduğu için okul kelimesini kullandık. İki yıl oldu başlayalı, şaşırtıcı derecede iyi gidiyor.


Neler öğretiyorsunuz?

- Psikanalistler, yazarlar, filozoflar ders veriyor. Evlilik, iş hayatı, yalnızlık, aşk, seks, din bu tür derslerimiz var. Sadece klasik ders dinleme değil, performans sergileniyor, tartışmalar, grup terapi yapıyoruz. Londra’ya gelmiş bir yabancıysan, en acayip insanları tanıman için iyi bir fırsat. Hayatları boyunca hiçbir konuda açıkça konuşmayan İngilizlere inanamazsın, bizim okulda kendilerini açıyorlar, kendilerini aşıyorlar. İlişkilerini, annelerinin onları nasıl terk ettiğini anlatıyorlar. Benim için önemli olan insanların bu paylaşımı. Çünkü Londra olağanüstü bir şehir ama çok yalnız bir şehir. Kapalı bir toplum. Müthiş yemeklerimiz oluyor. Bir restorana gidiyoruz, masada normal bir mönü yerine, sağınızdaki ve solunuzda oturanlarla neler konuşmanız gerektiği yazıyor. Mönüye bakıyorsunuz, “Soru: Seks hayatınızdan memnun musunuz?” Yanınızdakine dönüyorsunuz ve “Özür dilerim ama seks hayatınızdan memnun musunuz?” diye sorarak sohbete başlıyorsunuz.


İnsanlar cevaplıyor mu?

- Tabii tabii. Hem de bayılıyorlar. İnanılmaz diyaloglar yaşıyoruz. Beni son zamanlarda en çok heyecanlandıran şeylerden biri bu okul.


Esas olarak sizin okulunuza devam edenler neler öğreniyor?

- Hayatta herkesin bir meselesi var, acısı var. Onları konuşuyoruz, bu işin iletişim tarafı. Tabii bilgi de ediniyorlar?


Normal ilişkide kaç kere sevişilir

Bir süre önce, evli çiftlerin aseksüksel yaşamayı tercih ettiğine dair bir konu yaptım. Görünüşte her şey yolunda ama sevişmiyorlar. Sizce neden?

- İnsanlar, normallik anlayışı yüzünden eziyet çekiyor. Kim yapıyorsa, “Normal ilişki şöyledir” diye bir tanımlama yapılıyor. “Normal ilişkide, haftada şu kadar sevişilir.” Ama çok az çift, normal diye tanımlanan bu ölçüye uyuyor. Kimi, ayrı yataklarda yatıyor, kimi çok daha az sevişiyor ama mutlu. Tabii “Normal şudur” diye bir ölçü konunca, “Ha bizde bir sorun var demek ki!” diyorlar. Sana dayatılan normalliğe yakın değilsen, acı çekiyorsun, terörize oluyorsun.


Peki olması gereken ne?

- Eğer ilişkin yürüyorsa, tamamdır. Hiçbir şeyin normal olması gerekmiyor. Eğer devam ediyorsa, normali filan boş ver. Bir şey daha var: Mutlu olmaya çalışmak?


O da mı gerekmiyor?

- Evet. Mutlu olman gerekmiyor! Hayatının ilginç olması gerekiyor. İlginç bir ilişkinin olması gerekiyor. Karım bana diyor ki, “Beni mutlu ettiğini söylemem zor. Her zaman mutlu değilim seninle. Ama seninleyken kendimi canlı hissediyorum.” Daha derin bir soru var bunun altında her gün kendimize sormamız gereken: “Mutlu bir gün geçirdim mi?” değil, “Kendimi canlı hissettim mi? Yaşadığımı fark ettim mi?” Evet”se bunun cevabı, yaşıyorsun demektir?


Melankolik kadınları seksi buluyorum

Seksi kadın tarifiniz ne?

- Melankolik kadınlar. Duyarlı kadınlar. O duyarlılık, hüzün ve melankoliyi de beraberinde getiriyor. Çok fazla mutluluk, coşku bana göre değil?

Hem dadıma hem babama yazıyorum

Benim büyüdüğüm evde annemin ve babamın dışında bir karakter daha vardı: İsviçreli dadımız. Bir dağ köyündendi. Kendimi ona hep çok yakın hissettim. Uzun süre bizimle yaşadı. Bir gün fark ettim ki, ben kitaplarımı hem babama hem dadıma yazıyorum. Daha doğrusu yazdıklarımla, insanlar arasında köprüler kurmaya çalışıyorum. En büyük amaçlarımdan biri hep bu oldu.