Politika

Ali Bulaç: Devletin denetiminindeki din müntesipleri kirletilmiş bir peçete gibi çöp sepetine atılırlar!

"Devletlerin ve iktidarların payandası haline gelen Müslümanlar..."

30 Ocak 2016 17:37

Zaman yazarı ilahiyatçı Ali Bulaç, Müslümanların devletle irtibatlarını ve 'devletçilik' anlayışını irdelediği yazısında, "Devletin denetimine girmiş din müntesipleri fonksiyonel oldukları sürece muteberdirler, işleri bitince kirletilmiş bir peçete gibi çöp sepetine atılırlar" görüşünü dile getirdi. "Müslüman ne idealini koruyabiliyor, ne özünde adaletsizlik ve baskı olan devlete karşı özerkliğine sahip çıkabiliyor" diyen Bulaç, "Bu da değerleri tahrip ediyor. Devletlerin ve iktidarların payandası haline gelen Müslümanların dünyada oynayacakları rol bu değildir" ifadesini kullandı.

Bulaç'ın Zaman'da "Müslüman'ın devletle sınavı!" başlığıyla yayımlanan (30 Ocak 2015) yazısı şöyle:

Müslümanın devletle sınavından kastettiğimiz, felsefi temeli nihilizme dayanan anarşizm ile devleti yüceltip bireyi ve toplumu içinde eriten faşizm arasında bir denge noktasına ne kadar yakın veya uzak durduğu konusudur.

Yönetim veya siyasi organizasyon tarihsel bir realite ve sosyal bir zaruret olduğuna göre, devleti de söz konusu realite ve zaruretin cisimleşmiş aygıtı sayabiliriz, bu meşru tanımdır.

Müslümanın devletle sınavından iki şeyi anlıyoruz: Biri, hiçbir şekilde ideal kaybına uğramadan reel olanı ideal yönünde değiştirmeye çalışmak; diğeri hukuktan sapmış devlete karşı birey olarak bağımsızlığını, toplum olarak özerkliğini koruma azmine sahip olmak. Mevcut durumda Müslüman ne idealini koruyabiliyor, ne özünde adaletsizlik ve baskı olan devlete karşı özerkliğine sahip çıkabiliyor. Bu da değerleri tahrip ediyor.

Dinin (ed Din olan İslamiyet'in) esası tevhid, nübüvvet ve ahiret inancıdır; ruhu ihlastır. Devletin kontrolüne girmiş din, ruhu olan ihlası kaybeder. İhlas dinin sadece ve sadece Allah'ın rızasına uygun yaşanması ve kurallar neyi emrediyorsa öylece yerine getirilmesidir. Din; kişilerin ve ailelerin, cemaat/grup ve partilerin, sınıf ve zümrelerin, kabile ve hanedanların, devlet ve iktidarların çıkarları doğrultusunda yorumlanamaz, eğilip bükülemez. Dinin meşru siyaseti ideal politik ile reel politik arasında denge ve uyum kurmayı hedefleyen hatt-ı harekettir. Müslüman'ın da devletle ve iktidarla sınavı ideal ile reel arasında gider gelir. Devletin denetimindeki din:

        a) Devletin çıkarları ve ideolojisinin hizmetine girer, meşruiyet aracına döner, böyle bir dinden murad-ı ilahi ve makasidu'ş-şeria hasıl olmaz;

        b) Devletin güdümüne girmiş din, benzer tutum içinde olan diğer bölge devletleriyle çatışma sebebi olur. Bir bakmışsınız komşular ve kardeşlerin her biri diğeriyle din ve dinin meşru yorumu olan mezhep adına çatışır hale gelmişlerdir.

       c) Devletin denetimindeki dinden sivil özgürlükler neş'et etmez; muarefe, müzakere ve muahede yoluyla akdedilmesi gereken toplumsal sözleşmeler sadır olmaz.

       d) Devletin denetimine girmiş din müntesipleri fonksiyonel oldukları sürece muteberdirler, işleri bitince kirletilmiş bir peçete gibi çöp sepetine atılırlar.

Devletlerin ve iktidarların payandası haline gelen Müslümanların dünyada oynayacakları rol bu değildir. Müslümanların dünyaya nizam vermeye kalkışmadan önce kendi ahlaki duruşlarını, politik mücadelelerini ve başkalarına karşı olan tutumlarını kritik etmeleri gerekir.

Baskı altında yaşayanlar arasında dayanışma duygusu gelişir. Öteden beri Müslümanlar baskı altında yaşamışlardır. Baskı Müslüman'ı özgürlükçü ve çoğulcu kılıyor; ama kendi kelami ve fıkhî kaynaklarını ciddi bir zihinsel muhasebeden geçirmediğinden baskı Müslüman'ı özgürlüğe ve çoğulculuğa, hatta ne anlama geldiğini tam olarak bilemediği demokrasiye can simidi gibi sarılmaya mecbur etmiştir. Kişinin ne kadar hukuk devletinin üstünlüğüne riayetkar, başkalarının temel hak ve özgürlüklerine saygılı olduğunun ölçütü, onun iktidar olduğunda sergileyeceği tutum, yani takip edeceği politikalarda açığa çıkar. Müslümanın gerçek sınavı muhalefette iken değil, iktidar zemininde iken başlar ve muhaliflerine, rakiplerine ve hatta düşmanlarına karşı hangi ölçülerde adalet üzere hareket ettiği konusuyla test edilir. Zayıf zeminde ve son derece pragmatik olarak özgürlükleri ve demokrasiyi sahiplenen Müslüman iktidar olunca kolayca bunlardan vazgeçebiliyor. Çünkü onu baskıya altı alanlar özgürlükçü ve çoğulcu değildi, bunları söylem düzeyinde kullanıp aslında devletin baskıcı gücünü kullanıyordu.

Müslümanların ihlastan kopmaları; birbirleriyle çatışmalarının bir sebebi devlete ve iktidara ilişkin algılarıdır. Mezhep ve fırkalar arası görüş ayrılığının meşru anlamını kaybetmesi de bununla ilgilidir.  Fikrî ve itikadî görüş ayrılıklarının çatışma sebebine dönüşmesi, dinden ve mezhepten değil, ya grubun devlet adına konuşmasından veya adına konuşmak üzere devlete göz dikmesinden kaynaklanıyor. Modern devlet kabaca faşist ve komünist, sofistike liberal temellük felsefesine dayandığından, Müslüman bu aygıtı eline geçirince statüler ve kaynaklar yanında dini de temellüke kalkışır. Çatışmalarla ilgili altını çizeceğimiz ilk husus budur.