Yarına Bakış yazarı Ali Bulaç, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la yaşadığı anlaşmazlık sonrası genel başkanlık ve Başbakanlık koltuklarına veda etme kararı alan Ahmet Davutoğlu'nun dokunulmazlık oylaması sırasındaki medyaya yansıyan bir görüntüsüne ilişkin olarak, "Kim ne derse desin, bu resim bizim neslimizin hüsranı, başarısızlığı ve düş kırıklığıdır!
Biz ademin çocukları babamız gibi ciddi bir muhasebe-i nefs yapmak zorundayız" görüşünü dile getirdi. "Davutoğlu’nun duruşu beni de hüzünlendirdi" diyen Bulaç, "Eğer 2002’den bu yana süren iktidar beyninin ana koordinatlarından biri olan Davutoğlu dahi bu durumda ise, özgül ağırlığı olduğunu düşünen, beraber yola çıkıp da yolun kenarına itilen ve ömrünü bu davaya hasretmiş olan diğerlerinin halini siz tasavvur edin" ifadesini kullandı.
Meclis'te oylamalar devam ederken, AKP'li bazı vekiller zarfları atmaları sırasında hatıra fotoğrafı çektirmek istedi. Tam da bu sırada Başbakan Davutoğlu da yanlarındaydı. Ancak Davutoğlu karenin dışında kalmıştı. Davutoğlu'nun bu görüntüsü sosyal medyada gündem olmuştu.
Bulaç'ın Yarına Bakış'ta "Davutoğlu: Hüzünlü resim!" başlığıyla yayımlanan (19 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Sayın Cumhurbaşkanımız R.Tayyip Erdoğan’ın Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu ile çalışamayacağının anlaşıldığı 4 Mayıs günü yaklaşık üç senedir Sayın Davutoğlu ile süren davamızın da Yargıtay’da karara bağlandığı gün oldu. Yargıtay, davayı lehime sonuçlandırdı. Böylelikle benim Sayın Davutoğlu’nun medyaya yansıyan “kardeş katli”yle ilgili demecine Din ve Siyaset adlı kitabımda yer vermemin kendisine bir hakaret veya iftira olmadığı karara bağlanmış oldu.
Aslında Yarına Bakış gazetesinde mümkün ölçüde günün siyasetiyle ilgili yazılar yazmak istemiyorum. Sabun köpüğü gibi uçup giden olayların peşine düşmektense, söz konusu olayların gerisinde yatan sebepleri, dinamikleri araştırmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. Olayların can acıtıcı olduğunun farkındayım; olup bitenlere fazlasıyla üzülüyorum.
Yine de en azından aramızda dostluk, kardeşlik hukuku olduğunu düşündüğüm arkadaşlarımın bugün devletin tepesindeki durumlarıyla ilgili bazı değerlendirmelerde bulunma ihtiyacını hissediyorum. “Sayın” demeyi dahi riya kokan protokol kabul etsem de yine de “Sayın” dediğim Davutoğlu’nun 4 Mayıs’tan sonraki durumu bana gerçekten hüzün verici geliyor; yazmayı arzu ettim ama süren davamızla ilgili algılanır diye şahsı, başbakanlığı ve siyasi anlayışıyla ilgili tek satır yazmadım. Ancak “dokunulmazlıkların kaldırılması”yla ilgili oylamada Davutoğlu’nun medyaya yansıyan duruşu beni de hüzünlendirdi. Hemen belirteyim, Sayın Erdoğan’a ne kadar yakın veya uzak isem, aynı mesafede Sayın Davutoğlu’na da yakın veya uzağım. Beni yakından takip edenler, AK Parti iktidarıyla ilgili düşüncelerimin 2013’ten sonra değil, ilk kurulduğu günde şekillendiğini bilirler. Ama benimsedikleri siyasi çizgi, iç ve dış politikada takip ettikleri hatt-ı hareket bence ne kadar yanlış ve hatalı olursa olsun, sonuç itibariyle ana gövdesi Milli Görüş/İslamcı gelenekten gelen insanlar bugün Türkiye’nin geldiği noktadan birinci derecede sorumludurlar. Sevabıyla günahıyla olup bitenler onların amel defterine yazılıyor, ancak ne yazık ki fatura İslami hareketlere, hatta onlara karşı olan diğer mütedeyyin grup ve akımlara da çıkıyor.
Artık pek ilgimi çekmese de karşılaştığım nice insan bana “Ne oluyoruz?” diye soruyor. Dindarların denetimindeki Türkiye nereye gidiyor? Sahiden her şey dindar/İslami/İslamcı kadroların kontrolünde mi? Derin MHP, Ergenekoncularla derin Milli Görüşçülerin/dindar görünümlü yarı resmi birimlerin yüzyılın ittifakını kurdukları doğru mu? Legal ve şeffaf Milli Görüşçüler, ömrünü bu davaya hasretmiş İslamcılar, temiz dindarlar tasfiye mi ediliyor? Kürt meselesinde dindar-muhafazakârların çözümü bu muydu? Her Allah’ın günü 10-15 kişi hayatını kaybediyor, bu nereye kadar devam eder? Suriye ve bu bahtsız ülkeyle beraber Ortadoğu’nun genelinde uğradığımız başarısızlık, bizim de sebep olduğumuz insani dramlar ne zaman son bulacak? Yüzyıllık yorucu bir mücadelenin gelip dayanacağı nokta bu muydu? Vs.
Hiç kuşkusuz bu soruların ve benzerlerinin cevapları var. Ama artık eskiden olduğu gibi İslamcılar sükunetle, İslami ana değerler, ortak iyi, aklın ve vicdanın rehberliğinde sorunları teşrih masasına yatırıp konuşabilecek durumda değiller. İktidar ateşi içlerine öyle düşmüş ki, ne değer kaldı, ne kardeşlik hukuku! Trol ve troliçeler, tetikçiler sövüp sayıyor.
Anlaşılan şu ki, biz Adem’in çocukları bunca uyarıya rağmen acı meyvenin tümünü yiyeceğiz. Eğer 2002’den bu yana süren iktidar beyninin ana koordinatlarından biri olan Davutoğlu dahi bu durumda ise, özgül ağırlığı olduğunu düşünen, beraber yola çıkıp da yolun kenarına itilen ve ömrünü bu davaya hasretmiş olan diğerlerinin halini siz tasavvur edin.
Kim ne derse desin, bu resim bizim neslimizin hüsranı, başarısızlığı ve düş kırıklığıdır!
Biz ademin çocukları babamız gibi ciddi bir muhasebe-i nefs yapmak zorundayız.