AKP'nin kurucularından Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, kadın erkek eşitsizliğiyle ilgili olarak "Müslüman olmak zaten kendi üzerinde sadece Allah'ın otoritesini tanıyarak bir özgürleşme modeli önermez mi? Bu konular üzerinde aklı selim tartışmalara ihtiyaç var" dedi. Böhürler, "Özgürleşme kelimesi geçişli bir fiil olarak bir yerden başka bir yere doğru bir gidişi anlatır. Ne yapmak için özgürlük? Bu soruya batılı hemcinslerimizin cevabı kolay olmuş; din baskısından, sanayileşmenin, kapitalin sömürüsünden, erkeklerin hegemonyasından, toplumsal baskılardan, biyolojik yapı dahil pek çok şeyden kopmayı kapsayan bir kavram olarak. Bu içerik ve manalarla yüklenerek de 'özgürleşme' meselesi kadın hakları terminolojisinin ortasına oturmuş" diye yazdı.
Ayşe Böhürler'in Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (24 Eylül 2016) nüshasında yayımlanan 'Kadınlar, din ve özgürlük' başlıklı yazısı şöyle:
Malezya İslam Üniversitesi ve Türkiye'den Tasam çatısı altında Memur-sen, Hazar Derneği, Belediyeler Birliği gibi birçok sivil kuruluşun katkı sunduğu Aile Bakanlığı'nın desteğiyle yapılan “Müslüman Kadınlar Zirvesi” için Kuala Lumpur'dayım.
İlk gözlemim, İslam ülkelerinde kadın haklarına ilişkin bakışta bir değişimin olmayışı yönünde. “İslam kadına değer vermiştir. Hz. Hatice örneği bizim için önemlidir” açıklamaları ekseninde dönüp duruluyor. Bugüne dair söylenenler gençler ve iyi ahlakın ötesine geçemiyor. İslam dünyası birbirini tanımıyor. Sorunları farklı cevaplar ise ezber ve klişe. Feminist söylemden kaçalım derken farklı ve yeni bir söz üremiyor. Bugüne dair söylenmesi gerekenleri ise Türkiye'den giden konuşmacılar ortaya koyabiliyor.
Belgesel çekimleri için İslam ülkelerine gittiğim yıllarda da söylemiştim. Aradan geçen 10 yıldan sonra aynı şeyi tekrarlayacağım. Türkiye, tüm İslam ülkeleri arasında kadın hakları konusunda önde ve çok farklı. Ancak bizim de iç siyasi tartışmaları uluslararası platformlara taşımak yerine; Abdülhamid'den Atatürk'e, Erdoğan'a, kadınlar lehine gerçekleşen tüm iyi işlere sahip çıkmamız gerekiyor. Abdülhamid'in Kız Rüştiyelerini açmasını, Atatürk'ün Türk kadınına verdiği hakları, Erdoğan'ın 14 yıllık iktidarında kadınları güçlendiren yasalar çıkarmasını, kadın-erkek eşitliğini anayasa güvencesi altına almasını ve daha pek çok şeyi birlikte hayırla yad etmek ve hepsini ülkenin zenginliği olarak görmek zorundayız. Yoksa kendi fasit dairemizde kendimizi alkışlar dururuz.
15 Temmuz olaylarını anlatan fotoğraf sergisi ve konuşmalar da Zirve'de yer aldı. Üniversite eğitimini Malezya'da tamamlayan, Cumhurbaşkanlığı'ndan Tubanur Sönmez'in sunumunu çok başarılı bulduğumu belirtmek isterim.
Müslüman kadınların özgürlük meselesi…
Özgürleşme kelimesi geçişli bir fiil olarak bir yerden başka bir yere doğru bir gidişi anlatır. Ne yapmak için özgürlük? Bu soruya batılı hemcinslerimizin cevabı kolay olmuş; din baskısından, sanayileşmenin, kapitalin sömürüsünden, erkeklerin hegemonyasından, toplumsal baskılardan, biyolojik yapı dahil pek çok şeyden kopmayı kapsayan bir kavram olarak. Bu içerik ve manalarla yüklenerek de 'özgürleşme' meselesi kadın hakları terminolojisinin ortasına oturmuş.
Müslüman kadınlar içinse kadın hareketinin benzer çizgide ilerlemesi İslami düşünce açısından mümkün görünmüyor. Bunun yanı sıra geleneksel İslam'ın kadına bakışını, klasik fıkhı korumak da mümkün görünmüyor. Ancak iş feminizm ile İslam'ı örtüştürmeye gelince durum biraz karışıyor.
Diğer taraftan “özgürleşme” kelimesi geçişli fiil olarak “ne yapmak için” sorusunu aldığında, cevaplarımızın batılı kadınlarla aynı olması mümkün değil.
Nerden kaçıp nereye sığınacağız? Neyi yok ederek özgürleşeceğiz? Müslüman olmak zaten kendi üzerinde sadece Allah'ın otoritesini tanıyarak bir özgürleşme modeli önermez mi? Bu konular üzerinde aklı selim tartışmalara ihtiyaç var.
Batı'ya karşı Yed-i Beyza'yı taşımak…
Bu sözler Pakistanlı alim ve şair Muhammed İkbal'e ait. Ulus devletlerin kuruluşuna sahne olan 20. yy acılarının en büyük tanıklarından biri olmuştu. “Çağdaş Avrupa kültür ve ilimlerinin ışığı özümü alamadı, gözümü kamaştırmadı. Çünkü ben, gözüme Medine'nin sürmesini çekmiştim. Batı eğitim ve öğretim ateşinin içinde eğleştim, ama İbrahim'in, Nemrut'un ateşinden sağ salim çıktığı gibi çıkıp kurtuldum. Asrın firavunları, hep beni avlamak için çabalayıp durdular; fakat ben onlardan korkmadım ve korkmuyorum. Zira Yed-i Beyza'yı (Kur'an) taşıyorum.”
Batı karşısında bu ruh hali içinde miyiz yoksa kuru sloganik bir reaksiyon mu bilmiyorum. Özellikle batı ülkelerinde eğitim alan gençlerimiz için İkbal'in üzerinde durduğu noktanın altını çizmek istiyorum.
TARTIŞILAN DİN Mİ BENLİK Mİ?
Dini konuların tartışılması meselesi kritik. Bu konu tartışılırken herkes alıngan davranıyor. Konu hemen şahsileşiyor. Herkes kendi mensup olduğu dini cemaati ya da grubu korumayı 'dini korumak' olarak görerek siper alıyor. Savunma mekanizmaları devreye giriyor. Oysa Allah, Kur'an'da “Şüphesiz ki Kur'ân'ı biz indirdik ve elbette biz onun koruyucularıyızdır.” diyor. Hal böyleyken bizim iddia sahibi olmamızın bir önemi olmasa gerek. Aslında dini koruyoruz derken korunanın kişisel ve grupsal çıkarlar olma ihtimaline karşı dikkatli olmak gerekiyor.
Fetö olayı dinin kullanıldığı din dışı bir olaydır. Buradaki tartışma dini olamaz.
Ayrıca diğer tarikat ve cemaatlerle Fetö karşılaştırılamaz. Tarikatlar gönüllü yapılanmalardır. İster Nakşi ister Bektaşi ister Şazeli olun. İsterseniz de benim gibi hepsine muhalif olun. Tercih şahsi ve kalbidir. Mürid mürşit ilişkisi siyasi, ekonomik, uluslararası bir misyon ya da ajanlık içermez. Derdiniz kendinizledir, nefsinizledir.
Ancak yine de bu yapılar da dokunulamaz, tartışılamaz, üzerine laf edilemez değillerdir. Diğer taraftan da bu unsurlar coğrafyamızın din anlayışının temelinde ve kültür hafızasında vardır. Daha öz bir ifadeyle Anadolu sûfiliği bu toprağın mayasında vardır, kolay kolay da yok olmaz. Dini terbiyenin temelinde yer alır, ahlak adap öğretir. Hepsinin temelindeki kırmızı çizgi ise tevhidi koruyup şirkten sakınmaktır. Allah'tan başka tapılacak kimse yoktur. Bu nedenle birbirimizi tekfir etmeden kucaklayacak, kapsayacak bir dile ihtiyaç var.