Tayyip Erdoğan, Prens Suud ve Nevzat Yalçıntaş.
22 Şubat 2016 10:41
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Milli Türk Talebe Birliği’nde hocalığını yapan, AKP kurucularından eski İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, partide 'ağabeyler' olarak bilinen isimlerin 17 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrası izlenen politikadan rahatsız olduklarını belirterek, "Batı demokrasilerinde aynı şey yapılır; Başbakan istifasını verir. Çünkü söz konusu kişiler Başbakan’ın mesai arkadaşları. Yani Tayyip Bey istifasını verecekti, kabine düşecekti, kabineyi kurmak için yine Tayyip Bey’e görev verilecekti" dedi.
17-25 Aralık sonrası "havuz medyası" nitelemesi yapılan iktidara yakın medyanın "dünün besleme basını olduğunu" söyleyen Yalçıntaş, “Besleme Basın Menderes’e zarar verdi, havuz medyası da Erdoğan’a zarar veriyor" diye konuştu.
Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (22 Şubat 2016) Nevzat Yalçıntaş'ın açıklamaları şöyle:
Partinin ağabeylerindensiniz. AK Parti’de ağabeylerin asıl rahatsız olduğu meseleler nelerdir?
Burada iki sebep olabilir. Ben ikisini de tabii görüyorum. Birincisi, biliyorsunuz partinin ağabeyleri denen kişilerden büyük bir kısmı son seçimde, üç dönem meselesine takılarak listeye alınmadı. Sebeplerden biri budur. Hepsini kastetmiyorum ama ağabeyler denen grupta, kurucu olup yaşı ilerleyen insanların bir kısmı Meclis’e, Meclis’teki çalışmalara alışmış. Bir nevi hayatlarının akışının dışında kaldılar. İkinci sebep, 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonu ile bazı bakanların yolsuzluk işlerine karıştığı iddiaları ve bu duruma karşı takınılan tavır, partinin bel kemiğini oluşturan kişileri üzdü. Bunu tasvip etmediler. Bunlar olduktan sonra bu kişiler yanlışlık yapıldığını seslendirmeye başladılar.
Yani partinin ağabeyleri yolsuzluk iddiasının üzerine gidilmemesinden mi rahatsızlar?
Tabii ki. Beni de ağabey olarak görüyorsunuz, başkasına hiç atıf yapmadan kendi düşüncemi söyleyeyim. Ben bu haberleri, gazetelerde okuyup televizyonlarda izledim. Söz konusu kişilerin evlerinde yapılan aramalar, kutularda bulunan paralar ve başka hususlar, günlerce televizyon ekranlarından yayımlandı. Kendilerine suç isnat edilen kişiler de çok tatmin edici cevaplar vermedi o anda. Mutlaka suçlular demiyorum, vak’ayı anlatıyorum.
Benim reaksiyonum açıktı. Böyle hallerde yapılacak iş basittir. Bütün Batı demokrasilerinde aynı şey yapılır; Başbakan istifasını verir. Çünkü söz konusu kişiler Başbakan’ın mesai arkadaşları. Hukuki takibin tarafsız ve rahat olabilmesi için Başbakan istifa eder, yeni kabineyi de Abdullah Bey ona verecektir zaten. Somut delillerin çıktığı kişiler sanırım 3 bakandı. Büyük ızdırap duydum o isimlerle ilgili iddialardan dolayı. Ama annemin bir lafı var, ‘Kanı kanla yıkamazlar, kanı suyla yıkarlar.’ Yani Tayyip Bey istifasını verecekti, kabine düşecekti, kabineyi kurmak için yine Tayyip Bey’e görev verilecekti.
Yargının rahatlaması için bu süreç gerekiyordu diyorsunuz?
Şüphesiz efendim. Ondan sonra hem yargı rahatlayacaktı hem de kendisi rahatlayacaktı. Hiçbir dedikoduya karışmamış, üzerinde hiçbir şaibe olmayan yeni bir kabine kurulacaktı. Başbakan’ın bu jesti de dünyaca takdir edilecekti. Anlatabilirsen anlat bunları. Etraflarında hiçbir tecrübesi olmayan, bazıları fanatik olan kişiler partiye gelmiş, lider ne derse hemen tasdik ediyor. Biz, bu sözleri söylediğimiz zaman bizi dahi tenkit etmeye kalktı bu arkadaşlar. Yani istifa ile birlikte yepyeni bir kabine kurulsaydı adalet de çalışırdı.
Ben bunun örneğini ailemde yaşadım. Benim oğlum Murat Yalçıntaş için ‘Kamu malları için rüşvet verdi’ suçlaması yaptılar. Dünyada görülmüş bir şey mi? Murat, Dünya Ticaret Merkezi’nde başkan da değil, başkan yardımcısı. Başkanı Kadir Topbaş. Kadir Topbaş da değerli bir kardeşimiz, bana dedi ki, ‘Asıl başkan benim. Bu yerlerin kirasının yükseltilmesi meselesinde şayet rüşvet verildiyse, ki öyle bir şey yok, ben mi sorumluyum yardımcım mı’ dedi. Biz, o soruşturmada, siyasete girmeden hukuki yolları en titiz bir şekilde takip ettik. Sonra Anayasa Mahkemesi bir üye hariç Murat ve arkadaşlarının, ‘Rüşvet verme işine karışmadığını’ tasdik etti. Yani 17 Aralık’la ilgili burada olduğu gibi yargı işletilebilir ve yargı da bu kadar örselenmezdi.
Hüseyin Çelik ve Bülent Arınç, iktidara yakın olarak lanse edilen medya tarafından büyük hakaretlere uğradı. Bu durumu nasıl karşıladınız?
Aslında ağabeylerin nelerden rahatsız olduğuyla ilgili üçüncü madde olarak bunu söyleyecektim. İsmine ‘Havuz Medyası’ dedikleri medya ortaya çıktı. Böyle bir tabir Türk siyasi hayatına girdi. Biz, yaşımız ve mekanımız itibariyle bunları görmüşüz. Bu olayların neredeyse aynısı ‘Besleme Basın’ adı altında olmuş Türkiye’de. Babam, Demokrat Parti’nin oy deposu olan bir bölgesinin kurucularından. Çocuk yaştayım ama işin içindeyim, neler olup bittiğini görüyorum. Bu tecrübeden gelerek, bu ‘Besleme Basın’ın nasıl ortaya çıktığı, nasıl neticeler verdiği ve sonradan nasıl birer felaket haline dönüştüğünü yakinen takip ettim. Ben bugünkü arkadaşlardan böyle bir tecrübe beklemiyorum ama bunlar da sakalları yeni bitmeye başlayan insanlar değil.
Şu anda öyle bir medya ortaya çıktı ki, muhaliflere küfür ediyorlar, başka da bir şey yapmıyorlar. Arınç’a bile ettiler. Arınç’ı linç edebilirlerdi. Allah’tan ki Arınç tecrübesiyle bertaraf etti. Diğer arkadaşlar da olgun davrandılar. Şimdiki gazeteler içinde öyle bir iki gazete var ki, evlere şenlik. Tayyip Bey’e biat ediyorlar ve ondan sonra sanki dokunulamaz, tenkit edilemez, uyarılamaz bir insan durumuna getiriyorlar. Böyle bir şey İslami anlayışta olmadığı gibi, Tayyip Bey ve arkadaşlarını daha çok yanlışa götürür.
Yani “Besleme Basın Menderes’e zarar verdi, Havuz Medyası da Erdoğan’a zarar veriyor” mu diyorsunuz?
Evet, aynen öyle. Hem de nasıl zarar veriyor. Bugün inanamıyorum kulaklarıma. Biraz insafa gelsinler bu arkadaşlar. Bir insanı böyle kamuoyu önünde presente etmek o kişiye zarar verir. Diğer arkadaşları da linç etmeye kalktılar. O ağabey denilen arkadaşları... Başta Bülent Bey. Bu sefer insaflı olan, hükümeti uyaralım diyenler de bu linçten sonra söz söylemeye çekindiler. Bu medyanın yaptığı yapıcı değil, yıkıcı olmuştur.
Bugün birçok hukuksuzluk yaşanıyor ülkede. İlk tepki vermesi beklenen İslami camia, dernekler ya da STK’lar, gerekli reaksiyonu gösterebiliyor mu?
Bu sualinize gönül rahatlığıyla ‘Evet gösteriyor’ diyemem. Elbette ki İslami camiada, medya olarak bakarsınız işlerini hakkıyla yapanlar var. Aynı şekilde işini yapan gazeteciler de var. Mesela Nazlı Ilıcak. Nazlı Hanım haksızlıklar karşısında susmayan bir kişi. 1960’ları takip eden yıllarda genç bir kızdı ve sözünü hiç esirgemedi. Bizim partimizden de milletvekili oldu. Nazlı hakikatçidir ve hakikati de her yerde söyler. Nazlı Hanım matbuatın, yazarların yüz akıdır. Bazı gazetelerimizin tutumu yapıcıdır ve milleti temsil eder. Bazıları da yanlış ve haksız demeden, belli bir cenahtan, belli kişilerden bu yanlışlık ve haksızlıklar sadır olsa bile susmayı hatta alkışlamayı tercih ediyorlar. 17 Aralık 2013’te yapılan yolsuzluk operasyonunun ardından dönemin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan görevlerini bırakmak zorunda kaldı. 4 bakan istifadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma yaptığı otobüsün üzerinde kalabalığı böyle selamlamıştı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na yoğun eleştiriler oluyor. Ne dersiniz?
Türkiye’de en temiz kurum hala Diyanet’tir. Tenkitten hiçbir şey münezzeh değildir. Ama tenkit, çamur atma aşamasına gelmemesi lazım. Son senelerde dikkat çekicidir, Diyanet’i yıpratmak için ortaya atılan kişiler senden benden daha Atatürkçü kişiler. Bunlar Diyanet kaldırılsın diyor. Hepsi için söylemiyorum ama bunların bir kısmı Diyanet’in bizatihi kendilerine karşıdır. Diyanetin siyasileştiği iddiaları var? Bir otomobil almış Diyanet İşleri Başkanı. Haber yaptılar da yaptılar. Bir ihale alan müteahhit kardeşlerimizin altında Mercedes var. Peki, bu Diyanetin aldığı araba Diyanet İşleri Başkanı’na mı ait? Değil. Bunu da maalesef en büyük gazetelerden birinde yaptılar ve pişman oldular. Buna da en fazla Aydın Bey (Doğan) üzüldü.
Akın İpek ve Melek İpek’e yapılanları izliyor musunuz?
Hukuki işlemler, onu yürüten insanlar tarafından biliniyor. Ben o işin teferruatına vakıf değilim. Bir şey söylersem hatalı olabilir. Ama konunun insani tarafını görüyorum. Oğlum Murat aklıma geliyor. Rüşvet verdi iddiası vardı. Washington’daki toplantıdan döndü ve tutuklandı. Akın Bey’in yurt dışında olmak mecburiyetinde olmasını, bizdeki hukuki boşlukların hatta yanlışlıkların neticesine veriyorum. Çünkü böyle müteşebbis insan, büyük bir istihdam yapan insan...
Her yurt dışına giden insana da suçlu olarak bakılamaz. Nitekim bazı savcılar da yurt dışına gitti. Bazı gazeteler bunlara karşı suçluymuş gibi yayın yapıyor. O yayınlara bakıyorum, bu insanlara öyle bir saldırı yapıyorlar ki, kendilerine şunu hatırlatıyorum: ‘Şüphe ile hüküm verilmez.’ Her yurt dışına giden suçlu olsaydı Namık Kemal, Mehmet Akif, Nazım Hikmet de mi suçlu. Ben Akın Bey’le ya bir ya iki kere karşılaşmışımdır. Annesi ile eşimin, dolayısıyla benim Ankaralı olduğumuz için bir yakınlığımız var. Melek Hanım’ı biliyorum, ne kadar hanımefendi olduğunu, Türk hanımına yakışır cesarette olduğunu, nasıl kendini müdafaa ettiğini biliyorum. Beyanlarına inandığım bir kişi.
Melek İpek’in kendi evine alınmamasıyla ilgili görüntüleri izlediniz mi?
Görüntüyü görmedim ama gazetelerde Nazlı Hanım ile Melek Hanım’ın fotoğraflarını gördüm. Eve almamışlar. Üzüldüm. Telefon açtım kendisine, ‘Bacım eğer sizi eve almama durumu olursa benim Çatalca’daki konağım hazır. Seni elbette evine alacaklar ama senin evin var. Anahtarı da hazır’ dedim. Böyle bir anneye nasıl böyle bir şey yapılır ya. Bir kadın, anne, o yaşta... Bu konuşmalardan sonra hislendi.
Peki neden İslami dernekler, STK’lar kim ve ne olduğuna bakılmaksınız gerekli ‘Hak’ duruşu gösteremiyor?
Kendi çıkarlarına bunu daha uygun görüyorlar. Ortada bir çıkar meselesi var. Neden böyle ağır bir şey söylüyorum. Çünkü çok açık haksızlıklara dahi kılıf buluyorlar, o haksızlıkları meşru gösterecek yayınlar yapıyorlar. Kendi nefsani çıkarları için... İslami demekle de İslami olmaz bir şey. Bu sıfat, altı dolarsa kabul edilebilir. En önemli olan şahsın karakter yapısıdır. Efendim adam hacıdır, hocadır ama İslami olması bu fiille ölçülür. Bu bir ahlak meseledir. Fransızların güzel bir sözü vardır, bir kişinin ne olduğuna değil ne yaptığına bakılır.
İslami demişken, mesela bazı ihalelerde belli bir yüzdenin rüşvet olarak verildiği ve bunun için de fetva alındığı belirtiliyor?
Ben parti içerisinde böyle bir şey müşahede etmedim ama şikayetler geldi. İsim vermeyeyim, Fazilet Partisi döneminde bir milletvekili geliyor diyor ki; ‘Hocam bizim bakanlıklarda ihaleler rüşvetle veriliyormuş. Rüşvet de Ankara’da bir büro varmış ve oraya veriliyormuş’ dedi. Olmuş bir vak’a bu. Dedim ki ‘Niye bana geliyorsunuz, yetkili mercilere bildirin. Yani böyle bir şeyi tahkik etmeden çamuru alıp yapıştırmamak lazım.’ Sonra o vekil bana ‘Bizzat benim ağabeyimden istendi’ dedi. İsim de verdi. O zaman ‘Öğreneceğim ve size söyleyeceğim’ dedim. Benim bütün ailem tüccar. Hepsini yemeğe davet ettim eve. Konuyu açtım. Dediler ki ‘Hakikaten böyle bir şey olduğunu bilmiyor musunuz. Bir tane değil iki tane büro var’ dediler. Bir hafta geçmeden yakalandı.
Hala bu tip bürolar var mı?
Bilmiyorum, delil olmadan bir şey söyleyemem. Kimse emin olmadığı şey hakkında konuşmamalı. İnsanları karalıyorlar. İnsanların itibarlarını düşürüyorlar. Olmadık işler yapıyorlar. Mesela Bülent Arınç’a, Hüseyin Çelik’e nasıl saldırdılar. Buna literatürde biraz kaba olacak ama akbabalar denir.
© Tüm hakları saklıdır.