Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, AKP ve Gülen cemaati arasındaki çatışma sonrası hükümetin "paralel yapı" iddiasıyla devlet kadrolarında yaptığı tasfiyelere dikkat çekerek, "Bugün Hizmet’in eğitimli elemanları bürokratik jenoside (soykırım) tabi tutulurken boşalttıkları yerlere 'diğer cemaat ve tarikat' üyeleri doldurulmaktadır. Özellikle “tarikat-cemaat karışımı iki grup” neredeyse bütün mekanizmaları ele geçirmektedirler. Hiç şüpheniz olmasın, devlet birkaç sene sonra kendini bir kere daha restore etmeye kalkıştığında bunlara karşı aynı acımasız operasyonları yürütecektir" dedi.
Bulaç'ın Zaman'da "Cemaatlerin devletle ilişkileri" başlığıyla yayımlanan (21 Ağustos 2014) yazısı şöyle:
Bundan önceki üç yazıda cemaatlerle devlet arasındaki tarihsel ve aktüel zorunlu ilişkiyi anlatmaya çalıştık.
Buna eğitim ve bürokrasinin tabiatından kaynaklanan bir faktörü daha eklemek lazım. Şöyle ki: Modern devlet aydınlanmacı aklın organizasyonu demek olan bürokrasi demektir. Eğitim özü itibarıyla bir propaganda ve işlemden geçirme ameliyesi olarak iktidara eleman tedarik eder. Bütün bir toplumu eğitim denen işkence süreçlerinden geçiriyorsanız, belli aşamaları kaydedip diploma alanlar bürokratik yapı içinde yer almak isteyeceklerdir. Bunlardan birilerinin sivil (dini, mezhebi, etnik, cemaat, tarikat, fikri vs.) mensubiyete sahip olması ve üstlendikleri görevleri adaletsiz kullanmıyorlarsa aralarında bir network oluşturmaları onların bürokratik aygıtı işletme haklarının ellerinden alınmasının gerekçesi değildir.
Mevcut durumda devletin ve iktidarın yapısı değişmedikçe cemaatleri kamudan uzak tutmak mümkün değildir. Nihayet bugün Hizmet’in eğitimli elemanları bürokratik jenoside tabi tutulurken boşalttıkları yerlere “diğer cemaat ve tarikat” üyeleri doldurulmaktadır. Özellikle “tarikat-cemaat karışımı iki grup” neredeyse bütün mekanizmaları ele geçirmektedirler. Hiç şüpheniz olmasın, devlet birkaç sene sonra kendini bir kere daha restore etmeye kalkıştığında bunlara karşı aynı acımasız operasyonları yürütecektir.
Mevcut cemaatler-devlet ilişkisi sağlıklı değildir. Altını çizmemiz gereken husus şudur: Devlet kendini bir cemaatmiş gibi davranma alışkanlığından kurtarmalı, cemaat bilincini üzerinden atmalı; bir cemaate karşı başka cemaatleri ikame etme düşüncesinden vazgeçmelidir. Hele kendisinin cemaat oluşturmaya veya birilerinin kamunun imkanları ve avantajlarıyla cemaat oluşturmaya kalkışması hepten yanlıştır.
Zorunlu ilişkiye rağmen bugün koruduğu yapısıyla devlet, cemaat ve tarikatları kirletmekte, misyon ve sahih fonksiyonlarını suistimal etmektedir. Şu veya bu cemaat devletle böylesine içli dışlı olunca devletin tarafgir, eşitsiz, suistimale açık teamüllerinden etkilenmekte ve fakat bu zaten öyle olan devlete değil, cemaate fatura edilmektedir.
Devlet sadece kendini düşünür, narsisttir, iktidar algısıyla ilahi kudrete rakiptir, modern zihniyeti itibarıyla iktidarı kendine indirgemiştir, halktan veya milli irade üzerinden yetki alsa da erkin kullanımında şerik kabul etmez. Böylesine kışkırtıcı bir güç, devasa mekanizma içinde ancak “grup dayanışması” ile kontrol edilebileceği düşünülür, ister istemez gruplar devlet içinde yer almak ister. Ancak deneysel olarak biliyoruz ki iktidar çerçevesinde grup dayanışmasının olduğu her yerde ve her düzeyde adaletsizlikler olur, hakkaniyet zedelenir, diğer gruplar bundan mutazarrır olur. Bir cemaatin grup dayanışması tabiidir ve zaruridir ama bu, cemaati var eden misyonu takviye edici sosyal ve ahlaki motivasyonları aşmadığı sürece öyledir. Kararında tutulmadığında grup dayanışması asabiyete dönüşür, her asabiyet aşırılıktır, haksızlığı intaç eder.
Çoğu zaman cemaat veya tarikat ava giderken avlandığının farkına varmaz. Kendinden başka ortak tanımayan devlet, her cemaat ve grubu araçsallaştırır, işi bitince de kullanılmış peçete gibi atar; devlet gayrı şahsidir, ne vicdanı vardır ne vefası. Kendini devlete kaptıran Müslüman da vicdanını ve vefa duygusunu kaybeder.
Devlet, bir cemaatin yanlış yaptığını iddia ettiği birkaç sempatizanı değil, ruhundaki korku ve güvensizlik dolayısıyla cemaatin tamamını hedef alır, kolektif ceza vermeye kalkışır, medyadan eğitime, finanstan fişlenmiş özel şahıslara kadar cemaatin ve ilişkili olduğu herkesin mal varlığını kanun hileleriyle müsadereye tabi tutar. Bu süreçte devleti ele geçirdiğini zannedenler, iktidar refleksiyle “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin” ilkesini çiğner, bir dershanede veya Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında hizmet veren bir öğretmeni cezalandırmaya kalkışır. Hani “ispatsız itham” olmazdı; mukabele-i bilmisli zalimane uygulamamak ve “haddi aşmamak” esastı?
Bu gidiş çatıştırıcı ve tahrip edicidir. İslami gruplar toplum, cemaat, devlet, siyaset ve iktidar gibi temel sorunlar üzerinde yeniden düşünmek durumundadırlar.