32 yıldır AB ile uğraşan Dr. Cengiz Aktar, AB süreci ile ilgili görüşlerini Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay’a anlattı. Aktar’a göre AB süreci bütün cinleri şişelerinden çıkardı. İlk iki yıl yaptıkları reformlarla herkesi şaşırtan AKP’nin bizi başından beri aldatmıyor. Sadece vizyonları yetmiyor. İşte o söyleşi:
Biz tam sorularımızı sormaya hazırlanırken “Bir dakika” dedi Dr. Cengiz Aktar, “Türkiye, AB konusunda o kadar tuhaf bir yerde ki, benim buna ilişkin üç makro gözlemim var.”
Doğrusu bu tip bir “Bir dakika” duyduğunuzda yapacak en iyi şey kendi cümlelerinizi kenara koyup karşınızdakini dinlemektir. Çünkü belli ki bir konunun uzmanı olmuş, yılların birikiminin durup bir analiz yapma anına denk gelmişsinizdir ve bu fırsatı da kaçırmamak gerekir.
Biz de öyle yaptık; pek fazla araya girmeden Aktar’ın beş ayrı cepheye (Erdoğan+Gül+CHP+AB+Liberaller) birden çattığı AB analizini dinledik. Okuyunca göreceksiniz; Aktar’ın yaptığı aslında sadece bir AB analizi de değil, Türkiye ve geleceğine ilişkin bir nevi ufuk turu. Katılır ya da katılmazsınız, ama eğer bu ülke üzerine düşünüyor, konuşuyorsanız mutlaka bir bakmalısınız. Şimdi söz Bahçeşehir Üniversitesi AB Bölüm Başkanı Dr. Cengiz Aktar’da:
1- Her şeye rağmen AB’yi seviyoruz
“Gözlemlerimden ilki Türkiye’de ‘AB’ denince insanların her şeye rağmen olumlu bir bakışa sahip oldukları. Yani her şeye rağmen Türk insanı AB’nin kötü bir şey olmadığını biliyor, bunu hissediyor. Kızıyor, bağırıyor, çağırıyor falan, ama son tahlilde o Türk insanının pragmatizmi kendi hayatı için, çocuklarının hayatı için AB’de olumlu bir damar yakalıyor. Burada böyle bir pozitif apriori (hiçbir deneye dayanmayan, yalnızca hissederek) var. Ne de olsa Avrupa’yla 200 yıldır düşüp kalkan bir yer Türkiye… İran sınırını sağlama aldığımızdan beri gözümüz hep Batı’da ve bu tarihi eğilim toplumda hâlâ devam ediyor.”
2- Ama efeliğimiz yüzünden küçümsüyoruz “Bu birinci gözlemimin yanı sıra bir de ikincisi var ki işte o noktada sosyal psikolojiye hakikaten çok iş düşüyor. Çünkü aslında Türklerin AB’yle ilişkisi, bir aşk-nefret ilişkisi… Elbette bunda AB’nin çelişkili tavırlarının katkısı büyük, ama bizim de Türklükten mi, imparatorluk geleneğinden mi yoksa efelikten mi gelen, inanılmaz bir küçümseme, tu-kaka etme halimiz var. Yani ‘Canım bu da neymiş’ tavrı... Ben bunun derininde bilgi eksikliği olduğunu düşünüyorum. Mesela bugün yolda kalmayan güvenli otomobillere biniyorsak, bozulmayan buzdolapları kullanıyorsak, insanlar bunun aslında AB sayesinde olduğunu bilmiyor. AB’nin ne işe yaradığı hâlâ tam anlaşılamadı, ama bu da tabii sokaktaki insanın işi değil. Burada bir iletişim eksikliği var ve sorumlusu da siyasetçiler.”
3- Ve artık cinler şişelerinden çıktı “AB öyle farklı bir dinamik ki, o sürece dahil olan bütün ülkeler sarsıcı bir değişim yaşamak zorunda kalıyor. Betonlaşmış yapıları, mıh gibi kalmış ülkeleri bile silkeliyor AB ve o ülkelerin o güne değin bütün bildikleri bir anda tuz buz oluyor.
Türkiye de özellikle 1999’dan itibaren AB adaylığıyla birlikte hızlanan bir ‘dünyalılaşma’ içine girdi. Son 9-10 yıllık dönem, bu ülkenin herhalde hiç yaşamadığı kadar değişikliği aynı anda yaşadığı bir dönem oldu. Ezberlerin bozulduğu, tabuların üzerine gidildiği, bildiğimizi sandığımız şeyler hakkında sorular sorulmaya başlandığı bir dönem… Yani bütün cinler şişelerinden çıktı. Envai cin şimdi ortada dolaşıyor ve bu cinleri yeniden o şişelere sokmak artık mümkün değil. İşte bu da benim üçüncü gözlemim.”
Yarım bırakırsan AB zarar verir Aktar, analizinin giriş bölümünde sunduğu bu üç gözleminden sonra son derece tedirgin edici şu tespitte bulunuyor:
“Şimdi bütün cinler böyle ortada dolaşırken eğer AB sürecimiz yarım bırakılırsa çok tehlikeli bir yola gireriz. AB işi yarım yapılmaz. Yarım kaldığı andan itibaren el yakar. Çünkü bu cinleri normalleştirmenin, o cinlerle birlikte yaşamanın yolunu bulmanın birbirine zıt iki yolu vardır. Türkiye bu iki yoldan birini seçmek zorunda.”
Ya AB eksper olacak…
“Birinci yol, AB sürecine daha sıkı sarılmak. Ekonomi konusunda, çevre konusunda, Ermeni konusunda, Kürt konusunda, Kıbrıs konusunda ve bunun gibi statükonun tuzla buz olduğu daha pek çok konuda Türkiye’nin bir ortağa, bir ekspere ihtiyacı var. Türkiye bu cinleri tek başına normalleştiremez, bunu kimse yapamaz.”
Ya da devlet otoriterleşecek… “İkinci yol ise Türkiye’nin bütün cinleri kontrol altında tutabilmesi için otoriter bir yapıya doğru evrilmesidir. Bu olasılık hiç az değil. Türk ulusu zaten Sünni İslam üzerine bina edilmiştir. Böyle bir yapı, milliyetçi otoriter yapıyla çok kolay birleşebilir.”
Cengiz Aktar’ı dinlerken aklımıza ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin son “Küresel Eğilimler 2025” başlıklı raporundaki “Türkiye, 15 yılda İslamcı ve milliyetçi çizginin birleştiği bir politika izleyecek” cümlesi geliyor. Anımsattığımızda Aktar, “Evet, işte AB’den koptuğumuz anda başımıza gelecek olan budur. Hatta şimdiden başladık bile. 2002’den beri yaşadığımız özgüven balonu giderek sönüyor, Türkiye adeta 1990’lardaki gibi yaşamaya hazırlanıyor. Yani resmen attan inip eşeğe biniyoruz ve inanın bu hepimize eskisinden çok daha fazla ağır gelecek.”
ICG: AKP inandırıcılığını yitirdiAKP meşruiyetini kaybetti Aktar’ın analizi bu noktadan sonra artık daha sertleşiyor ve beş cepheye birden ağır eleştirilere geçiyor. İlk eleştirisi AKP’ye:
“AKP artık otoriter Türkiye’yi rahatlıkla içine sindirebilecek bir parti. Meşruiyetini kaybettiği gibi varlık nedenini de kaybetmiş durumda. Sivilleşeceğine giderek merkezileşti; ANAP gibi, DYP gibi bir parti oldu çıktı. Hatta belki daha beteri oldu. Çünkü AKP’deki o Türk-İslam sentezi damarı, aslında otoriter ve içe kapanmacı politikaları çok daha kolaylaştırıcı mahiyette. ‘İşte bizim Müslüman ulusumuz’ deyip milliyetçi otoriter yaklaşıma çok kolay ayak uydurabilir.”
Küreselleşmecilik de bir yere kadar
“Ben AKP’nin bu içe kapanmaya yatkınlığını 2005’te keşfettim, ancak ortaya koyduğu müthiş bir tezatlık pek çok aklı karıştırmaya yetti. Bir yandan içe kapanmacı, ama bir yandan da küreselleşme şampiyonu. Herkesle iş yapıyor, özelleştiriyor, neoliberal ekonomi konusunda kimse eline su dökemez vs.
Fakat artık AKP’nin küreselleşmeciliği de tıkanmak üzere. Çünkü kriz derinleştikçe tüm dünyada küreselleşme sekteye uğrayacak ve herkes içe dönmeye başlayacak. İçe döndüğü anda ise AKP’nin opsiyonları belli. Buradaki oyuncular belli. Zaten 2005’ten bu yana karşımızda cilbab dışında askerle gayet iyi anlaşan bir AKP vardı.
Dolayısıyla artık AKP reform dönemini bitirmiştir, restorasyon (geri dönüş) dönemine girmiştir. Bu yoldan çıkması için ise ancak mucize olması lazım.”
Gül, güven vermiyor Aktar, partide artık kimsenin Başbakan’a “Bir dakika, ne yapıyorsun” diyecek durumda olmadığı görüşünde. “Peki ya Cumhurbaşkanı Gül; o fren ya da itici güç olamaz mı?” diye soruyoruz. Aktar’ın ikinci ağır eleştirisi bakın nasıl geliyor:
“Gül’ün iki sorunu var: Birincisi reform yapmak öncelikle Başbakan’ın işidir, cumhurbaşkanının değil. İkincisi de Gül zaten inandırıcı değil. Mesela daha geçen hafta Kamu İhale Yasası’nı onayladı. Herkes yapma etme, bırak AB’yi, dünyadaki her standartla uyumsuz, berbat bir yasa, dedi ama gitti şak diye bastı imzayı. Aynısını türbanda da yaptı. Madem AB konusunda çok duyarlısın o zaman hükümete geri yolla bazı yasaları, ‘Uyumsuz’ de… Hodri meydan, hadi bakalım diyor mu?”
Kıstasım Babacan ve Sungar oldu Bu arada Aktar’ın demin söylediği bir lafı hâlâ aklımıza takılmış, duruyor: “…Ben AKP’nin bu içe kapanmaya yatkınlığını 2005’te keşfettim!” Merak ediyoruz, o yıl bu keşfe yol açacak ne olmuştu diye, Aktar yanıtlıyor:
“Benim iki kıstasım var: Birincisi, biz 3 Ekim 2005’te müzakere sürecine Hırvatlarla beraber başladık. Hırvatların baş müzakerecisi aynı gün tayin oldu, bizimki sekiz ay sonra mı ne…
İkincisi de, aynı yıl AB Genel Sekreterimiz Murat Sungar istifa etti. Sungar’la yaptığım özel görüşmelerden de anladım ki bu hükümetin 17 Aralık 2004’ten sonra AB ile falan uğraşmaya niyeti yok.”
3- Liberal arkadaşlarım hataları görmezden geldi
Aktar kaldığı yerden devam ediyor ve sözü AKP’yi destekleyen liberallere getiriyor. Aslında çoğu arkadaşı; ama onlar da Aktar’ın eleştiri oklarından nasibini alıyor:
“Pek çok insan AKP’nin AB konusundaki gönülsüzlüğünü görmezden geldi. Ben de liberalim; iyi işler yaptığı zaman ben de AKP’yi destekledim, ama bir entelektüelin asıl işlevi kenarda durup olanı biteni iyi görmeye çalışmaktır. Aksi takdirde bir partinin entelektüeli olursunuz, o da zaten bu kadar olur.”
Aslında AKP’ye zarar verdiler “Gerçi ben kimseyi suçlamak istemiyorum, ama bu da benim siyasi bir gözlemim. AKP’yi alternatifsiz sayarak yapmadığı her işi ‘Tamam canım, ilerde yapar’ diyerek görmezden gelme tavrı aslında en çok AKP’ye zarar verdi. Cengiz Aktar’ın ve birkaç kişinin dışında kimse çıkıp ‘Yahu bir dakika oturun, çalışın’ demeyince ne oldu? AKP, ‘Oh ne güzel, hayat kolay, biz işimizi yapmasak bile eleştiren yok’ dedi ve dört yıldır sadece bildiğini okudu. Şimdi birtakım adamlar çıkmış diyor ki, ‘AKP değişti’; yahu AKP dört yıldır böyle, sizin aklınız nerede?”
En komik gerekçe “Liberal arkadaşlarımın bu müsamahasının sebeplerini ben bilemem; ama kimisi diyor ki çok göbekten bağlıydılar; kimisi diyor ki hakikaten görmediler; kimisi alternatif olmadığı için mahkûm oldular; ama en komiği de ‘AKP reform sürecinden AB’nin tavrı yüzünden soğudu’ diyenler... Ya böyle bir şey olur mu? Bu imama kızıp oruç bozmaktır. Hırvatlara da kimse kucağını kocaman açmadı, ama onlar kulaklarını tıkadılar ve bugün neredeyse müzakereleri bitirmek üzereler.”
Yanlış anlamayın, sevinmiyorum Cengiz Aktar, Türkiye’nin AB’ye girmesi gerektiğine o kadar inanmış biri ki özellikle şu notu da düşmeden geçmiyor:
“Ben amiyane tabirle, AKP’nin çuvallamasına sevinmiyorum. Bu sevinilecek bir şey değil, çünkü bir çuval inciri berbat ettiler. Sonuçta beğenelim beğenmeyelim, ama bir sürü iş yaptılar. Bir kere Türkiye’nin zencilerine kamusal alanda bir yer açtılar. Batı için anlamlı bir ‘deney’ oldular. Batı ilk kez demokrasiyle İslam’ın bağdaşabileceğini gördü. ‘Müslüman demokrat’ diye bir kavram ‘Hıristiyan demokrat’ın karşılığı olarak siyasi literatüre AKP sayesinde girdi. Bu küçümsenecek bir şey değil.”
Nefesleri bu kadarmış…
Burada araya girip, “Peki o zaman AKP sizce niçin AB işinin gerisini getiremedi?” diye sorduğumuzda Aktar iki şıktan ikincisiyle yanıtlıyor bizi:
“AKP’nin aslında başından beri bizi aldattığını düşünenler var, fakat ben buna inanmıyorum. İlk iki yıl o kadar reform yaptılar ki aldatmış olamazlar. Ama demek ki nefesleri bu kadarmış. Vizyonları yok. Ya da ‘Bu kadar cini nasıl yöneteceğiz’ diye paniğe kapılmış olabilirler, çünkü profesyonel ekspertizleri yok. Özal’ın aksine hiçbir zaman kendinden olmayan uzmanlarla çalışmadı AKP… Kendi uzmanlarıyla da sonuç bu.”
4- AB, bizi desteksiz bıraktı
Sanmayın ki Cengiz Aktar sadece Türkiye’deki aktörlere kızıyor, aynı şekilde AB’ye de ateş püskürüyor. Üstelik şu samimi ifadelerle:
“Biz muhalifler 2002’de Hükümete ‘Hadi 2004’te AB’yle randevumuz var, şu reform paketlerini çıkartın’ diyebiliyorduk. Önceki koalisyon hükümetine de benzer şeyler söyleyebiliyorduk. Ama özellikle 2006’dan itibaren AB kendisini adres göstererek muhalefet yapan sivil toplumu desteksiz bıraktı. ‘Senin sürecinin ucu açık. Şimdi çalış, ilerde bakarız’ dediği anda Türkiye’yi şişeden çıkan cinleriyle baş başa bırakmış oldu. Oysa başta Almanya ve Fransa olmak üzere Türkiye’ye destek vermeleri, Türkiye’yle ‘ortak’ olmaları lazımdı. Ama işte Avrupa’nın en çok canımı sıkan tarafı, hâlâ Türkiye’ye bir ‘ortak’ muamelesi yapmıyorlar. Türkiye’yi muazzam bir avantaj olarak göreceklerine kurtulmaları gereken yük gibi görüyorlar. Bu da tabii onların vizyonsuzluğu oluyor.”
5- CHP, çarşafı yapar AB açılımını yapamaz
Türkiye’de tek güçlü muhalefetin AB olduğunu, ama artık onun da bittiğini söyleyen Aktar, CHP’yi aklına dahi getirmiyor:
“Evet, CHP’nin çarşaf açılımı sayesinde Türkiye’de bütün örtünenlerin AKP’li olmadığı ortaya çıktı. Bunu gösterdiği için CHP’ye teşekkür etmemiz lazım. Ancak aynı CHP şimdi bir de AB açılımı yapar mı derseniz, bu inanın çarşaf açılımı yapmasından daha zor. CHP hâlâ Osmanlı dönemindeki Batıcılık anlayışından öteye gidebilmiş değil. Dolayısıyla ben CHP’nin ‘AB bayraktarı’ olabileceğini bir kere yapısal olarak asla düşünemiyorum. Zaten yapacak olsalardı dört yıldır AKP’yi istedikleri gibi sıkıştırabilirlerdi, ama yapmadılar.”
Yerel seçim sonrası da ümitsiz “AKP yerel seçimlerden sonra eski reformcu AKP olacak” tezini soruyoruz Aktar’a… Onu da ümitsizce yanıtlıyor:
“2009, pek çok krizin bir arada yönetilmesi gereken bir yıl olacak Türkiye’de. Ekonomik kriz, AB’yle kriz, Kürt sorunu, işsizlik patlaması ve daha niceleri… Hele ki ‘tek adam’ın hükmettiği bir partiyle bu zorlukları idare etmek reformdan çok içe kapanmayı düşündürüyor bana.”
Yeni parti ve Derviş Bu kadar olumsuzlukları konuştuktan sonra ve bir anlamda analizin de ucunu kapatmak adına “Bu iş AKP’yle, CHP’yle olmayacak diyorsanız nasıl olacak” diyoruz. Aktar’ın iki formülü var:
“Geniş kesimlere hitap edecek liberal sol, liberal demokrat ya da sosyal demokrat bir parti çıkacak ortaya. Türkiye artık böyle bir partisi olmadan yapamaz. Soru, ne zaman çıkacağı.
AKP zayıfladıkça bu süreç mutlaka hızlanacaktır, ama bu arada hiç belli olmaz Kemal Derviş’in Türkiye yolu da açılabilir. Tabii hemen gelip başbakan olması için değil, ama Türkiye’de ciddi bir alternatif yaratması için. Sonuçta Türkiye çok önemli bir ülke. Türkiye’nin kayıp gitmesi kimsenin hayrına değil.” (Son Derviş haberlerinden önce konuşuldu.)
İşte o iki cümlenin anlamı
“Özür diliyorum” kampanyasının ilk aşamasından itibaren içinde olan Cengiz Aktar’dan uğruna bir yıl boyunca imzalar toplanacak kampanyanın o iki cümlesini açmasını istedik. Çünkü bu belli ki üzerinde epey düşünülmüş, çalışılmış ve her vurgusuna 93 yıl sığdırılmış iki cümle… Sonuç olarak biz buraya o iki cümleyi yazdık, Aktar da parantez içlerini:
“1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı ‘Büyük Felaket’e (Bu, Ermenilerin kendilerinin kullandığı bir ifade. Yani “Medz Yeğern.” Büyük Felaket’in içine kim ne koyarsa koyar, önemli olan büyük bir felaketin yaşandığı) duyarsız kalınmasını, (“4 bin yıldır oturdukları yerde artık Ermeniler yok. Demek ki burada bir anormallik var, demek ki bir şeyler olmuş, ve bu olanlar neden konuşulamıyor” dememek, bundan rahatsız olmamak duyarsızlıktır ) bunun inkâr edilmesini (“Evet, bir şeyler oldu, ama çok olağandı, savaş vardı, karşılıklı katliamlar yapılıyordu, boğazlaşmaydı” diye olanı biteni normalleştirmek inkardır) vicdanım (Akılla her şeyin mantıklı bir özrü bulunur, ama vicdan başka bir şeydir. Bunu da en iyi Anadolu insanı anlar. Ermeni komşularını saklayan, cezalandırma, hatta öldürülme pahasına Ermenileri koruyan Türklerle Kürtlerin çocukları, torunları anlar) kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma (Yani benim bir tek muhatabım var, o da kendi vicdanım. Başka kimseye hitap etmiyorum, sadece kendim rahatsız olduğum için ve kendim olarak…)
Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor (Yani elimi yerlerinden yurtlarından olan, yaşayabilmek için kimliklerini değiştirmek zorunda kalan, acılarını içlerine gömen Ermeni kardeşlerimin omzuna koyuyorum), onlardan özür diliyorum (“Biz yapmadık ki niye özür dileyelim” demek çok iptidai bir yaklaşım. Elbette 1915’le bizim alâkamız yok. Ama 93 yıldır acının üstünün örtüldüğü taraftaki insanlar olarak bir “pardon” diyoruz. Yani Ermenilerle bir duygudaşlık, diğerkâmlık, bir empati yapıyoruz.)
2009 her açıdan tehlikeli bir yıl Aktar’a göre 2009, Türkiye’nin AB’yle ilişkileri açısından Fransızların deyimiyle “Annee de tous les dangers” (ane dö tu le danje), yani “bütün tehlikelerin yılı” olacak.
2009’da AB’nin, Lizbon Antlaşması, Avrupa Parlamentosu seçimi ve en önemlisi ekonomik krizle uğraşacağını belirten Aktar, “Türkiye tarafında ise yerel seçim, ekonomik kriz ve Başbakan’ın giderek otoriterleşmesi sorunları var” diyor.
Aktar, bunlar olmasaydı bile AB’yle Türkiye’nin zaten 2009’da “nur topu” gibi bir sorunları olduğunu vurgulayarak, “2009’un Aralık’ı askıya alınan sekiz faslın bir karara bağlanması için son tarih” uyarısında bulunuyor.
32 yıldır AB’yle ilgileniyor
Dr. Cengiz Aktar, 1955-İstanbul doğumlu. Soyunda Sivastopol, Bağdat, Urfa ve İstanbulluluk var. Galatasaray Lisesi’nin ardından Sorbonne’da iktisat okudu. “Dr.” unvanını yine bu üniversiteden aldı. Sahada olma isteği, hele de antropoloji merakı yüzünden BM’nin Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde çalışmayı seçti. 1982-88 yılları arasında Kongo, Uganda, Ruanda, Afganistan ve Pakistan’da görev yaptı.
Aktar’ın AB’ye olan ilgisi ise ilk 1976’da Sorbonne’da aldığı “AB Ekonomisi” dersi sayesinde başladı. 1989’dan 94’e kadar BM’yle AB arasındaki göç ve iltica politikaları alanında çalıştı. AB’nin genişleme sürecine birinci elden tanıklık edebilmek adına 1994-1999 yılları arasında BM’nin Slovenya Temsilciliği’ni yönetti. 1999’da Türkiye’ye döndü. Halen Bahçeşehir Üniversitesi’nde AB Bölüm Başkanı olan Aktar’ın AB üzerine beş kitabı var.