27 Mart 2018 15:14
Beyoğlu sevdalısı, yazar Ahmet Ümit, Beyoğlu’nun da İstiklal Caddesi’nin de korunmadığını vurgulayarak, "Şu 15 yıl içerisinde önerilen tek şey, AVM’ler. Muhafazakârlar ağızlarını her açtığında tarihten bahsederler ama buna saygı göremiyorum. Her şey para için, rant için ortadan kaldırılıyor. Tarih derseniz bu şehrin kendisi tarihtir. Bu şehre çivi çakarken düşünmeniz lazım, ama bu şehrin çivisini çıkardılar." dedi.
"Bugün bunları kapatabilirsiniz, elinizde basın organları var, yazdırmazsınız, konuşmazsınız ama tarih unutmaz!" ifadesini kullanan Ümit, "Bu şehre neler geldi, neler geçti ama hiçbiri unutulmadı. Bu şehri yönetenlerin iyi mi kötü mü olduğuna dair hepsinin kaydı var" diye konuştu.
Beyoğlu'nu Ahmet Ümit'le birlikte gezen Birgün'den Uğur Şahin'in haberi şöyle:
Ahmet Ümit’e ilk olarak AKM’nin yıkımına ilişkin düşündüklerini soruyorum. Ümit, ‘Karar verdim, yıktım’ anlayışının doğru olmadığını ifade ediyor. İstanbul’un 2 bin 700 yıllık tarihi olduğunun altını çiziyor ve “Tarihi bir şehirde bina yapmak, bina yıkmak çok büyük bir sorumluluk ister. Canınızın istediğini yapamaz, canınızın istediğini yıkamazsınız. Tarih bu şehrin dokusudur, bu tarihi kimliği zedelemek cinayetle eşanlamlıdır. Bütün şahsiyetli şehirler, kişilikli insanlar demektir. AKM yeterli olmayabilir, sorunları olabilir bu sebeple de iyileştirme yapılabilirdi. ‘Ben yaptım, oldu’larla siyasetçilerin istedikleri gibi şehri düzenlemesi çok yanlış. Bu dünyanın her yerinde yanlıştır. Siyaset çok yoğun bir şekilde şehre müdahale ediyor” diyor.
AKM’nin ardından camii inşaatının önünden geçiyoruz. Ümit, “Buraya cami gerçekten bir ibadethaneye ihtiyaç olduğu için mi, yoksa siyasi rant nedeniyle mi yapılıyor” sorusuyla başlıyor sözlerine. Devamında, “Gerçekten bir ibadethane talebi varsa, o da dokuya uygun bir şekilde değerlendirilebilirdi. Ancak buradaki meselede siyasi rant devşirme, siyasi bir kimlik oluşturma ve bunu intikam alırcasına hoyratça yapma ise bu şehre zarar verir” yorumunda bulunuyor.
Usta yazar ile devamında İstiklal Caddesi’ne giriyoruz. Caddeye girer girmez, sokak müziğini duyuyoruz. Kulağımıza gelen ezgi ise Arapça. Usta yazara Beyoğlu’nun ‘çok sesli’ günlerini hatırlatarak, soruyorum. Yanıtlıyor: “Beyoğlu, Fransız Elçiliği’nin açılmasıyla birlikte ortaya çıktı. Özellikle 19’uncu yüzyılın sonunda kendi kimliğini buldu. O kimlik neydi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok sesli, çok dilli, çok dinli yapısının bir göstergesiydi. Giderek bu kimlik, artık tek sesli bir hâl almaya başladı. Arapların burada olmasında hiçbir sorun yok. Sorun burada Hollandalıların, İngilizlerin, Rusların, İspanyolların olmamasında.”
Ahmet Ümit, geçen yüzyılın başında Beyoğlu’nda çok farklı dillerin konuşulduğunu hatırlatıyor, “Aynı New York gibiydi” diyor ve ekliyor: “Bu olmayınca, Araplar göze batmaya başladı ve insanlarda ırkçı bir yaklaşım başladı. Araplara neden tepki duyuluyor, onların bir suçu yok. Biz kendimiz bu kültürü öldürüyoruz, burayı koruyamadık. Aşağıda Tarlabaşı var, orada büyük vurgun var, büyük paralar dönüyor. Orada bir mezbelelik vardı, bir şehrin en değerli yerini nasıl bu hale getirdik? Rumları kovduk, Ermenileri kovduk, Yahudileri kovduk. Kim kazandı bundan, bizim kaybettiğimiz kesin. Bu insanları kaybettiğimiz için Beyoğlu bugünkü haline geldi.”
Ahmet Ümit’e göre, Türkiye tek sesliliğe değil, çok sesliliğe alışık bir ülke. Beyoğlu’nun çok sesliliğin son kalelerinden biri olduğunu vurgulayan Ahmet Ümit’e göre, Türkiye tek sesliliğe değil, çok sesliliğe alışık bir ülke. Beyoğlu’nun çok sesliliğin son kalelerinden biri olduğunu vurgulayan Ümit, şöyle devam ediyor: “Türkiye’nin köklerine bakın, Hititler, Roma, Osmanlı… Hepsi çok sesli, çok kültürlü. Beyoğlu’nda türbanlısı da, başı açık da, mini etekli insanlar da dolaşıyor. Türkü bar da var, rock bar da. Dünyaya baktığımız zaman gelişmiş uygarlıkların hepsi çok seslidir. Tek seslilik dünyanın hiçbir yerinde demokrasi getirmez, o ülkenin halkını mahveder. Ülkenin faydasına değil bu. Bize gereken çok daha fazla renk, çok daha fazla kültür, çok daha fazla özgürlüktür. Ama bunlar olmadan, bir kesimi baskı altına alarak ayakta kalmanız mümkün değil.”
"Taksim Meydanı'nı soyutlamak istiyorlar"
Ümit ile Taksim Meydanı üzerine de konuşuyoruz, Taksim Meydanı’nın politik gerekçelerle insanlardan soyutlanmak istendiğinin altını çiziyor. İstanbul’daki meydanlara ilişkin tarihi bilgiler veren Ümit, şunları ifade ediyor: “Şehir ilk kurulduğu zaman, özellikle Roma döneminde meydanlar çok önemli yer tutuyor. Tarihi yarımadada bunu görebilirsiniz. Mesela Birinci Tepe dediğimiz, bugün Ayasofya’nun hemen önünde forum vardır. Çemberlitaş dediğimiz eski adıyla Konstantin Sütunu olan yerde meydan var. Beyazıt’ta, Aksaray’da o zaman da meydan var. Yani Roman döneminde meydanlar çok önemli, çünkü insanlar meydanlarda, kamusal alanda var olabiliyor. Fakat Doğu Roma ile Hıristiyanlığın seçilmesiyle birlikte meydanlardan tapınaklara geçiliyor. Dünyaya kilise bahçesinden bakılıyor, sonrasında aynı gelenek Müslümanlıkta da devam ediyor. Bugün İstanbul’da meydanların çoğu politik kimlikleriyle öne çıkıyor. Beyazıt Meydanı, 60’lı yıllarda gösterilerin yapıldığı yer. Biraz daha öncesine gidersek Sultanahmet Meydanı… Kurtuluş Savaşı sonrasında meşhur Halide Edip’in konuşması vardır. 31 Mart Ayaklanması’nda önemli etkenlerden biridir ve elbette Taksim Meydanı… Bugün hem Beyazıt, hem de Taksim politik etkilerinden dolayı kitlelerden soyutlanıyor. Buralarda siyaset yapılması, protesto gösterilerinin yapılması engellenmek isteniyor. Yenikapı’da bir meydan oluşturuldu ama bu insanlardan uzak, yalıtılmış bir yer.”
Ümit, sözlerine şöyle devam ediyor: “İstanbul’a uçaktan baktığımda içim kan ağlıyor. Ne meydan kaldı ne de yeşillik. Bir tek Gezi kaldı. Onun da akıbeti ne olacak bilmiyorum. Bu ne demek; kansere, depresyona davetiye demek… Çünkü yeşil alanlar, zengin olsun, fakir olsun insanların ortak buluştuğu yerdir. Bunların yerini ise AVM’ler aldı. Bu şehri, bir beton, plastik ve çelik yığınına çeviriyorlar. Baktığınız zaman Göztepe’ye, Maslak’a bir beton mezarlığıyla karşı karşıyayız. Ve bu beton mezarlığı artık satamıyorlar, çünkü tıkandı.”
"Beyoğlu korunmuyor"
Ardından Demirören AVM hakkında konuşuyoruz. Ümit, Beyoğlu’nun korunmadığını düşünüyor. Buna örnek olarak Demirören AVM’yi gösteriyor: “Üst katı kaçak, hâlâ daha da yıkamıyorlar. Kimse bir şey yapamıyor, o kamunun malı, bir grup nasıl tutabiliyor orayı. Burada bir problem var.”
Ümit, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Fatih Sultan Mehmet, Konstantinopolis’i aldığı zaman, insanların yaşam biçimine karışmadı ama Osmanlı yaşam biçimini önermek için külliyeler kurdurdu. Şu 15 yıl içerisinde önerilen tek şey, AVM’ler. Muhafazakârlar ağızlarını her açtığında tarihten bahsederler ama buna saygı göremiyorum. Her şey para için, rant için ortadan kaldırılıyor. Tarih derseniz bu şehrin kendisi tarihtir. Bu şehre çivi çakarken düşünmeniz lazım, ama bu şehrin çivisini çıkardılar. Bugün bunları kapatabilirsiniz, elinizde basın organları var, yazdırmazsınız, konuşmazsınız ama tarih unutmaz! Bu şehre neler geldi, neler geçti ama hiçbiri unutulmadı. Bu şehri yönetenlerin iyi mi kötü mü olduğuna dair hepsinin kaydı var.”
Ümit ile yenilenerek yeniden hizmete açılan Yapı Kredi Kültür Sanat binasının önünden geçiyoruz. Ahmet Ümit’e binanın yurttaşlarda İstiklal Caddesi'nin hareketli günlerine dönmesine yönelik umudu artırdığını hatırlatıyorum, şöyle yorumluyor: “Yapı Kredi Kültür Sanat binasının açılması çok iyi oldu. Aşağıda Can Yayınları var, ileride de Metis Yayınevi var. Bunların olmasını çok olumlu karşılıyorum ama yeterli değil, Hâlâ çok büyük bir tiyatromuz yok. Bazıları kapatıldı, sinemalar AVM’lerin içine hapsedildi. Kültürel etkinlik yapabileceğimiz alanlar ne yazık ki yok.”
Ümit ile restorasyonu kamuoyunda büyük tepkilere neden olan Narmanlı Han’ın önünde de söyleşiye devam ediyoruz. Ümit, Narmanlı Han’ın ilk Rus Elçiliği binası olduğunu hatırlatıyor ve buradaki ‘restorasyon’a tepki gösteriyor: “Narmanlı Han’ın dışını yapmışlar, ne olduğu belli değil. Oradaki iki tane çok önemli sanatçı var: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Aliye Berger. Bu insanlar burada üretmişler, çok değerli bu. Beyoğlu’nu var eden şey elçiliklerdir. Şehrin en yoğun anıt binaların olduğu yer Beyoğlu’dur ancak korunması gerekirken, korunmuyor. Restorasyon adı altında binaların içeriği çökertiliyor. Yani yapamıyorsan dokunma ya da doğru yap! Her şeyden önce bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Tarihe bakış açısının toptan değişmesi gerekiyor. Bunlar değişmeden Beyoğlu özelinde değişme beklemek çok zor. Bu bir kavgadır ve bu kavgayı sürdürmek gerekiyor. Çünkü rantçılar, açgözlüler, şehri talan etmeye devam edecekler. Fırsat buldukları her dönem, ellerinden gelen her şeyi yapacaklar. Biz de bu şehri korumaya devam edeceğiz, çünkü koruduğumuz şey sadece şehir değil, kendi hayatımızdır. Çocuklarımızın geleceğidir. Korumaya çalıştığımız şey budur.”
Ümit, Beyoğlu’nun bilinçli bir şekilde yok edilmeye çalışıldığı düşüncesine karşı çıkıyor. Ümit’e göre, Beyoğlu’ndaki dönüşümün nedeni, ülkedeki siyasetten kaynaklanıyor. Ümit, şunları kaydediyor: “Göç nedeniyle şehre gelen insanlar, oy potansiyeli olarak görüldü. Buradan oy devşirilmesi için şehre her türlü zararı verebilecek yapılaşma, yenilenme hareketlerinde önlem alınmadı. Beyoğlu’nun hali ülke genelindeki siyasetin şehir alanındaki yansımasıdır. Beyoğlu da payını aldı ve bugünkü halini aldı.”
Ümit’e “Beyoğlu eski günlerine döner mi” diye soruyorum, şöyle yanıtlıyor: “İnsanlık İkinci Dünya Savaşı gibi, Ortaçağ gibi bir belayı atlattı. Beyoğlu da o günleri yaşadı, 6-7 Eylül’ü atlattı. 6-7 Eylül’de bu dükkânlar yağma edildi, aşağıda insanlara tecavüz edildi. Tabii ki atlatılacak. Elbette daha iyi olacak ve eskisinden daha iyi olacak. Faşizm dönemini düşünün 43’lerde faşistler Moskova’ya yaklaşmıştı, ele geçiyordu ne oldu? Bu geçici bir dönem, kalıcı bir şey olamaz, daha iyi olacak. Burası toparlar. Türkiye otoriterlikten kurtulursa Beyoğlu çok çabuk toparlar; Türkiye insanı buna hazır.”
Ümit, sözlerini şöyle noktalıyor: “Sorun geçmişe duyulan özlemden öte, semtin doğru bir şekilde var olmasıdır. Geçmişe baktığınız zaman özlenecek onlarca Beyoğlu var! Örneğin ilk havagazıyla ışıklandırma burada yapıldı. Çiçek Pasajı dediğimiz yerde Naum Tiyatrosu vardı. Padişah, Taksim'den oraya kadar halı serilerek tiyatro izlemeye gelmiştir. Önemli olan buraya dokuya uygun bir şekilde davranmak, meydanların, sokakların yağmalanmasına izin vermemek. Asıl mesele budur. Dünya hem Roma döneminde hem de Osmanlı döneminde Sultanahmet’ten yönetildi. Beyaz Saray diye bir yer yoktu o zaman! Bunun bilincinde olmadan bir şey yapamazsınız. O insanlığa uygun davranmalısınız, insanlık sizi yargılar, “Bu şehri mahvettiniz” der! Gerek İstanbul, gerekse de Beyoğlu benzersiz bir yer. Üzerinde yaşayan insanların bunun farkında olması gerekiyor. İstanbullu olmak kavramının içeriğinin doldurulması lazım. Bunun için de şehrin tarihini bilmek gerekiyor.”
***
Ahmet Ümit, sık sık Beyoğlu esnafıyla görüştüğünü dile getiriyor. Esnafın kendisine sadece hafta sonu iş yapabildiğini aktaran Ümit, “Cumartesi akşamı insanların geldiğini, hafta sonu iş yapabildiklerini söylüyorlar. Bu iyi değil, çünkü eğlence burası için çok önemli. Bunun da eksikliği hissediliyor” ifadelerini kullanıyor.
Ümit, Beyoğlu’nun yerini almaya başlayan Beşiktaş ve Kadıköy’e ilişkin şu değerlendirmede bulunuyor: “Beşiktaş ve Kadıköy, Beyoğlu’na alternatif olarak çıktı. Politik olaylar burada çok yoğunlaştı, bu yoğunlaşma sonunda protestolara karşı çok sert tepki gösterilmesi insanları ürküttü. Sonrasında da insanlar, Kadıköy ve Beşiktaş’a kaydı. Bunların altında biraz da bu gerçeklik var.”
© Tüm hakları saklıdır.