17 Ocak 2019 15:58
Mardin
31 Mart yaklaşıyor. Türkiye'de siyasetin gerilimi de artıyor. Yerel seçime özel ittifakların kurulduğu, şehirlerin paylaşıldığı bu süreçte HDP seçmeni ne yapacak? Kazanamayacağı, büyükşehirlerde hangi partiye yönelecek?
Mardin'deydik....
İçişleri Bakanlığı'nca yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ahmet Türk sorularımızı yanıtladı.
Söyleşimizin ilk bölümünde Türk, partisinin CHP ile görüşmek istediğini ancak ana muhalefetin bu görüşmeleri reddettiğini söyledi. "İyi Parti'yle nasıl görüşüyorsa partimin genel başkanlarıyla da bir araya gelsin isterim" diyen Türk'ün bu ifadesi, dünün en çok tartışılan konuları arasında yer aldı.
Yerel seçim için kurulan ittifakların içinde yer almayan HDP ve seçmeninin nasıl bir tavır alacağı merak ediliyor. Türk, HDP seçmenin tavrıyla ilgili olarak şu sözleri kaydediyor: "CHP’ye biz suskun kalsak bile, destek verin demesek de insanlar bu iktidarı geriletmek için bence onun karşısındaki en güçlü aday destekler."
Abdullah Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan'la görüştürülmesine de değinen Ahmet Türk, bu görüşmenin yeni bir çözüm sürecinin başlaması anlamına gelmeyeceğini belirtiyor. Türk, Leyla Güven'in sürdürdüğü açlık grevinin bu görüşmenin gerçekleşmesinde etkisi olduğunu savunuyor.
4 Kasım 2016'dan bu yana tutuklu bulunan ve yargılandığı bir davadan da hüküm giyen eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "Derin HDP tarafından tasfiye edildiği" iddiasını da sorduğum Türk, "Bu spekülasyonları gündeme getirip tartışmanın çok yararlı olacağını sanmıyorum" yanıtını veriyor ve ekliyor: "Şu anda cezaevinde olan bir arkadaşımızın bir genel başkan gibi davranması da zaten yakışık almaz. Kendisi de bu rolü oynamak istemez."
Ahmet Türk ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü için buyrun; söyleşinin Suriye başlıklı üçüncü bölümü de yarın T24'te olacak...
Size Mardin Belediye Başkanlığına aday bir isim olarak değil, hem Kürt siyasetinin hem de Türkiye siyasetinin akil bir insanı olarak -çünkü sizin siyaset üstü de bir şapkanız var- soruyorum. İstanbul’daki, İzmir’deki Kürt seçmenler ne yapacaklar? CHP’ye mi oy verin diyorsunuz, oy vermeyin mi diyorsunuz? Ne mesaj veriyorsunuz? Yoksa sürpriz aday mı çıkaracaksınız?
Bütün eleştirilerimize rağmen Kürtlerin, Kürt düşmanlığı yapan bir siyasi partiye destek vermesine imkân yok. Yani, iktidara destek vermesine imkân yok. Bizim eleştirilerimiz, demokrasi mücadelesine açık bir tavır koymalarını istediğimiz içindir. Bu tavrı eksik buluyoruz. Yoksa elbette ki biz burada değişim ve dönüşümün olması, bu hükümetin yürüttüğü politikalar karşısında özellikle Kürtlerin, demokratların bir tavır koymasını istiyoruz ve bunu destekliyoruz. İsimlendirmeye gerek yok. Bizim için önemli olan bir demokrasi, demokratik bir gelecektir. Şimdi bu partide bir demokratik geleceği beklemek, bu iktidardan beklemek saflık olur. Ne yapmak zorundayız? Siz farklı arayışlar içine girmek zorundasınız. Ama bu farklı arayışlar içinde gelirken bunun öncülüğünü yapanlar eğer tereddütlü davranırsa bu demokrasi mücadelesine zarar verir. Benim ifade etmek istediğim bu.
Şunun için söylüyorum. Ben de İzmir’den geliyorum. Oradaki Kürtler çok belirleyici. İzmir’de çok fazla Kürt seçmen var. Daha İzmir adayı da belli değil ama kime verecekler? Hiç sandığa gitmeyecekler mi? Sandığa gitmemek ayrı bir durum ortaya çıkarıyor. Ekrem İmamoğlu mesela… Destek verilecek mi? Şehirdeki Kürt seçmenin profili de daha farklı bölgeden.
Sizin sorduğunuz sorulara bir parti adına cevap veremem ama kendi adıma vereyim ki başında söylediğim gibi bu iktidarın demokrasiye, insanlara, Kürtlere verebileceği bir şey yok. Tavırlarından belli. Buradan tutun Rojava’ya kadar Kürtlerin nerede bir hak talebi olursa bunun karşısında duran bir iktidar. Kürtlerin bu iktidara söylesek de istesek de destek vermeyeceğini biz görüyoruz. Evet, bir baskı var, insanlar sustu ama gerçekten nelerin yaşandığını, nasıl Kürtlere karşı bir siyaset izlendiğini çok iyi görüyor ve izliyor. Bu konuda bir endişemiz yok. İsterseniz CHP’ye biz suskun kalsak bile destek verin demesek de insanlar bu iktidarı geriletmek için bence onun karşısındaki en güçlü aday destekler.
Sizce, bu seçimin sonucu ne olursa Türkiye’deki siyasette dönüm noktası olur? Mesela AK Parti İzmir ve Ankara’yı kaybederse, burada Diyarbakır’ı Mardin’i önemli illeri kaybederse siyasette yeni bir sayfa açılır mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP ile olan iş birliğini bitirir yeni bir açılıma doğru gider mi? Nasıl görüyorsunuz?
Mantıklı baktığınız zaman öyle olması gerekiyor. İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i, Adana’yı, Mersin’i kaybeden bir iktidar bu yürüttüğü siyaset üzerinde ısrar edemez diye düşünüyorum. Geçmişte de gördük. Cumhuriyet Halk Partisi büyükşehirleri kaybettiği zaman iktidarı kaybetti. Doğru Yol Partisi bu büyükşehirleri kaybettiği zaman iktidarı kaybetti. Şimdi bu şehirler iktidar için önemli bir ipucu veriyor. Bir sinyal vermiş olacak. Tabii ki bu sinyali çok doğru okumadığınız takdirde bunun sonucu o partinin erimeye doğru gittiğini gösterecektir. Burada iktidar partisi gerçekten gelecekle ilgili, bu yürüttüğü politikayla ilgili, oluşturduğu cepheyle ilgili, ittifakla ilgili eğer istediği sonucu almadığı takdirde yeniden düşünmek zorunda ve farklı bir yaklaşım ortaya koymak zorunda. Ama biliyoruz ki bu iktidarın başında olan Cumhurbaşkanı, partinin aynı zamanda genel başkanı öfke ve duygusal bir yaklaşımda hep. Birileri ya benden olacak ya benim düşmanım olacak yaklaşımı içerisinde. Kendini değiştirmeyi, yeniden düşünmeyi, yürütülen politikaların hem kendisine hem Türkiye’ye yarar getirmediğini acaba gündemine alır mı almaz mı o konuda endişeliyim. Biraz kişilikle, yapıyla ilgili bir durum.
Erdoğan’ı siz çok daha iyi tanıyorsunuz. Aslında pragmatik de bir yapısı var. Bir anda sağ gösterirken sol vurabiliyor. Böyle giderken tam bir u dönüşü yapabildiği dönemler oluyor. Bazı soru işaretleri var. Genel siyasetle ilgili soracağım. 2012’deki açlık grevlerini hatırlayacak olursak o dönem o grevler aslında çözüm sürecinin başlangıcını oluşturmuştur. Sonra 2016’da tecritin kaldırılması için Abdullah Öcalan’a yine açlık grevleri oldu ama o pek fazla sonuç vermedi. Şimdi, HDP’nin iki kadın milletvekili açlık grevine başlıyorlar. Bu birden bire bir soru işareti doğurdu. Neden şimdi? Acaba bir sinyal alındı, seçimler sonrasında yeni bir sürecin başlaması ihtimali mi var? Bu ihtimale göre HDP pozisyon mu alıyor? Nasıl değerlendirirsiniz? Nasıl değerlendirmeli kamuoyu?
Ortada bir sinyalin olduğunu düşünmüyorum ama buradaki arkadaşlarımız gerçekten yürütülen tecrit politikasının hukuksuzluğunu, haksızlığını ve bu tecrit politikasına karşı durmanın bir sorumluluk olduğunun bilinciyle hareket etti. Bence bu başlarken de örgütlü bir şekilde başlanmadı. Leyla Güven arkadaşımız böyle bir sorumlulukla başladı. Ama sonuçta bu yaygınlaştı. Tabii ki bir hükümetin ve iktidarın insanların ölüme gittiği bir dönemde suskun kalması düşünülemez. Mehmet Öcalan’ı adaya gönderdi ama bu tecriti ortadan kaldırmaya yönelik bir icraat değil. Tecriti kırmaya yönelik bir duruş olarak değerlendirmek lazım. Bir sefer kardeşinin göndermeyle tecriti ortadan kaldırdığını söyleyemeyiz, kimse de söyleyemez. Bunun arkasından avukatlarıyla görüşmeler, cezaevlerindeki uygulamaların değiştirilmesi konusunda atılacak adımlar biraz halka umut verebilir.
Bakınız 100-200 bin insanın üzerinde tutuklu var. Burada aileler perişan. Adam Mardinli çocuğu Trabzon cezaevine gönderilmiş. İnsanlar yol parasını bulup 2 – 3 yılda gidip çocuğunu göremiyor. Hükümet istese Mardin’de tutuklananı Mardin cezaevine gönderebilir. Ama ne yapıyor? Mardin’dekini Tekirdağ’a, Edirne’ye, Çorlu’ya Trabzon’a göndererek adeta bu halka bir zulüm politikası yürütüyor. Bir yerde çıkıyor diyor ki; “Ben Kürtlerin düşmanı değilim”. İyi de o çocuklar hadi cezaevinde, ailelerin ne suçu var? Aileler kendi geçimini sağlayamazken çocuğunu görmek için borç alarak, dilenerek gidip çocuğunu görmeye gidiyor. Bu zulüm değil mi? Bu bir halka zülüm değil mi? Yürütülen politika zulüm değil mi? Bütün bunlar yaşanırken diğer tarafta Rojava’da güçleri sınıra yığarak Kürtlerin tüm kazanımlarını ortadan kaldırmak için her türlü şeyin içinde. Kürtler nasıl inanacak yeni bir sürecin başlayacağına? Artık o sınırlar aşılmış. Bir yere kadar güvenebilirsiniz evet bu politikalar sonucunda değişiklikle, gelişmeler olabilir bunun hesabını yap. Ama yürütülen politika, bugünkü icraat bugünkü yaklaşım biçimi gerçekten hem bizi hem toplumu bir umutsuzluğa sevk etmiş durumda.
Siz herhangi bir adı ne olacaksa çözüm süreci mi olur, barış süreci mi olur yeni açılım süreci mi olur normalleşme süreci mi olur ismi neyse önemli değil. Bunun henüz daha bir ışığını görmüyorsunuz?
Barış, bir çözüm süreci için konuşmak çok erken. Bu aşamada böyle bir beklentimiz yok siyaseten. Ama biraz önce verdiğim bir örnekte normalleşme süreci için bazı adımların atılması lazım. Siz toplumu normalleştirmeden zaten çözümü de sağlayamazsınız. Hak ve özgürlüklerin sağlanması konusunda o hak ve özgürlüğü bir insanın bir kimliğin bir kültürün bir halkın o haklarının olduğunu içselleştirmezseniz çözemezsiniz de. Çözüm için de buna inanmak lazım. Evet Kürtlerin bir durumu var hakkıdır, bir kültürü var hakkıdır, anadilde eğitim hakkıdır. Siz bunları içselleştirmediğiniz zaman, Kürt sorununu da çözemezsiniz. Bu henüz yok. Bunların hiçbir belirtisi yok. Bir fikir bir düşünce veya bir tartışma bile yok.
Çünkü iki yıl dört ay sonra durup dururken bir anda Mehmet Öcalan’ın görüşmeye gönderilmesini herkes yeni bir sürecin taşları mı döşeniyor gibi algılamak eğilimine girdi ama bu Kürtlerin oyları için yapılan bir yatırım mıdır? Neden iki ay sonra bu görüşme oldu?
Bence belki açlık grevlerinin de etkisi olabilir. Sonuçta Leyla Güven milletvekilidir. Cezaevinde yaşamını kaybederse uluslararası bir tepki oluşabilir. Bunun da hesabı yapılmış olabilir. Ben Kürtlerin, Mehmet Öcalan’ı cezaevine göndererek Kürtlerin oyunu alacağını düşünüyorsa bu yanlış sakat bir düşüncedir diye yorumlarım.
HDP tarafı da bu görüşmeyle ilgili bir açıklama yapmadı. Neden şu anda geciktiriyor bu açıklamayı?
Tahmin edersem bugün bir açıklama gelecek. Bildiğim kadarıyla... Aldığımız bilgiler bir açıklamanın yapılacağı ile ilgiliydi. İlk ipuçları ortaya çıktı. Mehmet Öcalan’ın gönderilmesi tecritin sona erdirilmesi ya da kaldırılmasıyla ilgili değildir, tecridin kırılmasına yönelik gibi bir bakış oraya atıldı. (T24'ün notu: Sorunun sorulduğu anda HDP'den henüz bir açıklama gelmemişti. HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli Abdullah Öcalan'ın "İki cümle konuştuğunu" söylemişti.)
İki sorum var: Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılması için bu açlık grevleri başlıyor ama diğer taraftan partinin iki eş başkanı cezaevinde. Selahattin Demirtaş hüküm giydi. Seçilmiş belediye başkanları cezaevinde, milletvekilleri cezaevinde. Neden onların bu durumların ortadan kaldırılması için açlık grevi değil de Abdullah Öcalan için bir açlık grevi? Bu anlamda HDP acaba daha farklı bir okuma mı yapıyor önümüzdeki süreçle ilgili?
Gerçekçi olmak lazım ki Kürt siyasetinde Abdullah Öcalan, Sayın Öcalan önemli bir aktör. Öcalan’ın bu konudaki yapacağı çalışmalar ortaya koyacak performans sorunun çözümünü, demokratik bir gelecek için halkları buluşturabileceği bir formülasyon ortaya koyabilecek bir iradeye sahip. Sayın Öcalan’la yaptığımız görüşmelerde, artık her şey yapıldı ama bugün diyalog dönemidir. Yeniden oturup tartışmak dönemidir. Sorunları demokratik yöntemlerle çözme dönemidir. O mantıkla bakıyor. Elbetteki diğer arkadaşlarımız da çok değerli. Eş başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız tabiki bunlar için de her gün bu hukuksuzluğu dile getiren bir çaba içinde. Bizler de partimiz de. Ama sayın Öcalan sürecin demokratik bir sürece evrilmesi, barışçıl bir sürece evrilmesi konusunda önemli bir aktör. Elbetteki bu. Onun da beklentiler, Öcalan’ın devreye girmesiyle birçok şeyin konuşabileceği, çözülebileceği inancı var.
O yüzden 'yeni bir sürecin altyapısı mı' diye sorma ihtiyacı duyuyorum ben.
Belki zaman içinde bu çıkar. Ama şu aşamada ben böyle bir çalışmanın başlangıcı olarak değerlendiremem o yanlış olur çünkü onu göremiyoruz. İlk aklıma gelen soru bu tecridi kırmaya yönelik bir şey.
Ali Bayramoğlu bu konuda Kürt sorunu ya da barışın sağlanması konusunda çalışan bir gazeteci. Geçenlerde şöyle bir değerlendirme yaptı; ‘Derin HDP Demirtaş’ı gözden çıkardı. tasfiye etti. Onun söylediği kelimelerle ne dersiniz bu tespite?
Demirtaş herkesin, arkadaşlarımızın önemsediği değer verdiği bir arkadaşımız. Genel başkanlığı döneminde de gerçekten güçlü bir çıkış yapan toplum tarafından da beğeni alan bir arkadaşımız. E bugün de aynı şekilde bakıyoruz. İşte ben de bir gün önce Pervin Buldan'la ziyarete gittim, partililer, genel başkanı, arkasından bizler gittik, milletvekili arkadaşlarımız izin verildiği sürece gidip görüşmeler yapıyor. Her gün onlarca avukat gidiyor.
Bu spekülasyonları gündeme getirip tartışmanın çok yararlı olacağını sanmıyorum. Tabii ki bir görev değişimidir. Sonuçta sayın Demirtaş bugün cezaevinde; parti elbette kendisine yeni görev verecek, yeniden örgütlenecek, yeniden eş başkan seçecek. O görevi genel başkanlara devredecek. Bundan sonra da gelen başkanlar bu görevi götürecek.
Şu anda cezaevinde olan bir arkadaşımızın bir genel başkan gibi davranması da zaten yakışık olmaz. Kendisi de bu rolü oynamak istemez. Biz burada farklı bir şeyi söylüyoruz. Biz siyaseten demokratik siyasetin içinde yıllardır bu çalışmaları yaptık. Zaman zaman ‘niye bu barış konsunda bir şey yapmıyorsunuz?’ bunu söylediler, ya barışı savunacağız. Silahlı olan güç ikna edilmeden burada bizim yapacağımız fazla bir şey yok. Elbetteki bir barışçıl sürecin başlaması konusunda her türlü desteği veririz ama sonuçta elinde silahı olan kesim ikna edilmeden bizim söyleyeceğimizin bir anlamı olmaz. Bu mantıklı olan insanlar haklısınız diyorlar. Sonuçta onlar ikna olmadan bu iş yürümez. Burada silahlı güç ve silahlı gücün başındaki bütün hareketin benim irademdir dediği Abdullah Öcalan'ın bu konuda rol alması, bu konuda görüşmeler yapması, bu süreçle ilgili fikirler ortaya koyması elbette bizlerden daha fazla veya siyasetçilerden daha fazala o kesim üzerinde etkisi olur. Biz bu gerçeği görerek konuşuyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yakından tanıyorsunuz, sizce ne olursa, neyi görürse Erdoğan tekrardan 2013 çözüm süreci ruhuna döner? Onun şu anda elini tutan ya da ayağını bağlayan MHP ile olan iş birliği midir sadece? Yoksa bir şeyi görürse dönme şansı olur mu? Ya da ne olursa bu riski yeniden alır?
Çok zor bir soru. Gerçekten çok zor. Şu bakımdan zor; bugüne kadar gördüğüm siyasi liderlerden farklı bir siyaset anlayışı var. Nerede, ne zaman, neyi yapacağını tahmin edemeyeceğiniz bir siyasetçi. Bu nedenle bir dönüş yapma imkânı, şansı olur mu olmaz mı önce onu konuşmak lazım. Bütün bu yürüttüğü siyaseti, Kürtleri dışlayan, ötekileştiren toplumda adeta yüzde 50‘yi dost, yüzde 50’yi düşman gören bir anlayıştan sonra bir manevra yapma imkânı sahip olabilir mi? Biraz onu düşünmek lazım. İkincisi bu manevrayı yaptığı zaman ayakta nasıl kalabilir, yeni bir ittifaklar oluşturabilir mi? O da zor.
Artık Kürtler ittifak yapmazlar mı, güvenmezler mi diyorsunuz?
Yani bir güvensizlik oluştu. Bırakın siyasetçileri falan... Tutuklu olan insanların aileleri bile bugün öyle bir duruma gelmiş ki artık güveni kalmamış. Rojova’daki Kürtlere karşı yürüttüğü siyaset... Son dönemlerde çıkmış "Ben Kürtlerin düşmanı değilim" diyor. İyi de hangi Kürt'ün dostusun onu izah et, hangi Kürt'ün dostusun... Bekir Bozdağ'ın mı dostusun? Burada bir halk var, bir talep var. Bütün Kürtlerin taleplerini terörize ederek gündeme getirirseniz hangi Kürt, sonraki adımlarınıza güvenir ya da böyle bir beklentisi olabilir. Bence bu beklenti azalmış.
Tekçi, iktidarlar mutlaka dünyanın her yerinde bir değişim döngüsü kırılma noktasına gelmiş, kırılmıştır. Öyle bakmak lazım. Bütün kontrolü eline alan liderler, diktatörler asla ve asla bir dönüş yaptığı zaman inandırıcı olmamıştır. Ne Esad olmuş, ne Saddam olmuş ne Kaddafi olmuştur. Şimdi bu eleştirileri yapıyoruz. Sayın Erdoğan bir diktatör değil, tek kişilik lider değil diyorlar. O zaman bütün kurumları kontrol altına almışsa, her söylediği sözden sonra bütün bakanları aynı şeyi papağan gibi tekrarlıyorsa bütün kurumlar söylediklerini bir talimat olarak alıyorsa, buna ne dersiniz? Burada demokratik bir Türkiye'den, demokratik bir yönetimden söz etmek mümkün değildir. Burada belirlemeler yapıyoruz. Düşüncelerimizi ifade ediyoruz. Şimdi gelinen noktadan sonra çok radikal çıkışlar ortaya koyulmadan, projeler ortaya koyulmadan, çözümün hangi temeller ve esaslar üzerinde onu oturup tartışmadan ve bunu uluslararası bir güvenceye bağlamadan bu konuda Kürtleri, demokratları, aydınları inandırmak çok zordur. Mesele sadece Kürtler değildir. Bugün 170-180 gazeteci cezaevinde, akademisyenler hakkında davalar açılıyor. Eleştiren herkese bir düşman olarak bakılıyor. Hakkında hemen ikinci gün davalar açılıyor. Bu yaşanan süreçlerden sonra böyle temel prensipler üzerinden çıkacak bunları önümüzdeki dönemlerde yapacağız" diyecek. Şunu da gördük özelikle bir sorun varsa bu sorun bir barış süreçlerinde üçüncü bir tarafın devreye girmesi lazım. O üçüncü taraf, kimin gerçekten adım atıp atmadığını, kimin barışçıl bir gelecek için çaba göstermediğini ya da kösteklediğini görmesi gerekiyor. Yani bir hakem rolü olması gerekiyor. Biz uzun yıllar söyledik bu Kürt sorunuyla ilgili görüşmeler olurken, uluslararası, insan haklarında demokratik insanlar olabilir. Biz ille güçlü devletler araya girsin demedik.Toplum üzerinde devletler etkili olur tarafsız olurlar da, bu üçüncü kesim olarak devreye girmeli ve süreci izlemeli.
İlk bölüm için tıklayın: Ahmet Türk: CHP'ye katkı sunmak istiyoruz ama kendileri bu katkıyı reddediyor
Üçüncü bölüm yarın T24'te
© Tüm hakları saklıdır.