Gündem

Ahmet Altan: İktidara karşı hukuku korumaya kalktığım için benim hesap vermemi istiyorlar!

Ahmet Altan, hakkında başlatılan iki ayrı soruşturma kapsamında ifade verdi

11 Kasım 2015 19:50

Hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik' suçlarından iki ayrı soruşturma başlatılan gazeteci ve yazar Ahmet Altan, Çağlayan Adliyesi'nde ifade verdi. Altan, 1 Eylül 2015'te katıldığı Bugün TV yayınında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" suçlamasıyla başlatılan soruşturma kapsamında verdiği ifadede   "Bu siyasi iktidara karşı hukuku korumaya kalktığım için hukuk karşısında benim hesap vermemi istiyorlar. Hesap vermesi gereken ben değilim. Hesap vermesi gerekenler yargıyı yaralayan, hukuku ortadan kaldıran, insanların adalete güvenini sıfırlayanlardır" dedi.

Altan, "Ben havuz medyası olarak tabir edilen Sabah gazetesinin çarpıtılmış haberine göre mi yargılanacağım ya da sorguya çekileceğim? Artık bu ülkede adaletin, hukukun Adalet Bakanlığı’nın dayandığı ve güvendiği belge ve kanıt Sabah gazetesi midir?" diye sordu.

Ahmet Altan, grihat.com'a verdiği söyleşide "Saraylarda oturabilmek için gencecik çocukları öldürtüyorlar" diyerek "Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu" işlediği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında verdiği ifadede ise  "Cumhurbaşkanı'na Bu ülkede yaşanan 7 Haziran sonrası çatışmalarda gencecik insanlar öldü. Ben bu ülkenin yazarıyım. Bu ülkede yaşayan her insan gibi bu ülkenin çocuklarından sorumluyum. O çocukları ölüme götürecek her politikayı eleştirme hakkına ve görevine sahibim" dedi.

Gazeteci yazar Ahmet Altan hakkında "Cumhurbaşkanı'na hakaret" ve "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçlamasıyla iki ayrı soruşturma açılmıştı. Altan hakkındaki soruşturmalardan biri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talebi üzerine açılırken, diğeri Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün suç duyurusu üzerine başlatılmıştı.

Erdoğan adına suç duyurusunda bulunan avukatı Ahmet Özel, Hüseyin Özkaya imzasıyla grihat.com’da “Saraylarda oturabilmek için gencecik çocukları öldürtüyorlar” başlığıyla yayımlanan söyleşinin haber niteliği taşımadığını iddia etti. Özel, içerikte “Cumhurbaşkanı’na hakaret edildiğini” savundu.

 

Erdoğan'ın avukatı:
Tahammülü imkânsız paylaşımlar

 

Suç duyurusunda Altan’ın 13 Nisan 2015 tarihli söyleşisinde yer alan “Kürtlere, ‘barış istiyorsanız faşist bir diktatörlüğü kabul edin’ diyor. Bu, ahlaksız bir tekliftir” sözlerini de alıntılayan Özel, Ahmet Altan’ın sözlerinin “tahammülü imkânsız, hakaret ve ithamları içerir yalan iddialara dayalı paylaşımlar” olduğunu ileri sürdü.

TCK’nın 299. maddesinin referans gösterildiği suç duyurusu, T24 yazarı Hasan Cemal’e açılan Cumhurbaşkanı’na hakaret soruşturmasında takipsizlik kararı veren İstanbul Cumhuriyet Savcısı Umut Tepe tarafından işleme kondu.



Adalet Bakanlığı’na göre
Ahmet Altan'ın Bugün TV'deki sözleri “yazı”



Ahmet Altan hakkında açılan ikinci soruşturma Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 4 Eylül 2015 tarihli suç duyurusu üzerine başlatıldı. Duyuruda, Altan’ın 1 Eylül 2015’te Bugün TV’de Tarık Toros’un ve 2 Eylül’de Samanyolu TV’de Metin Yıkar’ın sorularına verdiği yanıtların Sabah, Zaman ve Diken’deki internet dökümlerine işaret edildi. Söyleşilerin kısmî dökümleri, dilekçede, “Kaleme alınan yazıları içerir internet çıktıları” denilerek sunulurken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan “Gereğinin takdir ve ifası ile yapılan işlem sonucundan ivedi bilgi verilmesi” istendi. 

Ahmet Altan, hakkında başlatılan soruşturma nedeniyle avukatı Veysel Ok'la Çağlayan Adliyesi'ne giderek ifade verdi.

 

'Çocukların öldürülmesine karşı konuştuğum için...'

 

"Cumhurbaşkanı'na hakaret" suçlamasıyla başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan Altan, şunları söyledi:

Ben yaklaşık 41 yıllık gazeteciyim. Ancak şu an kitap yazmakla meşgulüm ve bir gazetede görevim yoktur.  13/04/2015 tarihinde Grihat isimli internet gazetesinde “Ahmet Altan: Saraylarda oturabilmek için gencecik çocukları öldürtüyorlar” başlığı ile yayımlanan haber içeriğindeki röportaj konusu sözleri ben sarf ettim. Ben röportajı Grihat muhabiri ile yapmıştım.

Şikayette bulunan avukat yaptığım konuşmada direkt açık, net bir hakaret sözcüğü görmediği için şikayetini “kast ettiği hususunda hiçbir şüphe yoktur” ifadesine dayandırıyor. Bir hakaret davası kasıt ettiği konusundaki bir tartışmayla başlayamaz. Hakaret açık, net, anlaşılır ve hangi hedefe yöneldiği belirli olan bir aşağılamadır. Avukatının bile bu kadar net, açık bir aşağılamayı bulup çıkaramadığı bir konuşmada hakaret olduğuna karar vermek nasıl mümkün olabilir? Burada, bu konuşmada bir siyaset anlayışı eleştirilmektedir ve bu anlayış kesinlikle eleştirilebilir. Bu ülkede yaşanan 7 Haziran sonrası çatışmalarda gencecik insanlar öldü. Ben bu ülkenin yazarıyım. Bu ülkede yaşayan her insan gibi bu ülkenin çocuklarından sorumluyum. O çocukları ölüme götürecek her politikayı eleştirme hakkına ve görevine sahibim. Bunu yapmamak kendime, mesleğime, ülkeme ihanet olur. Bu çocukların öldürülmesini engellemek için yaptığım bir konuşmayı hakaret var diye mahkemeye sevk etmeye çalışmak bu tür eleştirileri durdurmak, böyle eleştiriler yapanları korkutmak amacına mahsustur. Başka da hiçbir amacı yoktur. Hukuken bu konuşmanın içinde bir hakaret sözcüğü bulamazsınız. Bulabileceğiniz sadece eleştiridir ve bu eleştiri bu ülkede mutlaka yapılmalıdır. Konuşmanın içeriğinde herhangi bir suç unsuru veya suç kastı da bulunmamaktadır. Ben atılı suçlamaları kabul etmiyorum.

 

Ahmet Altan'ın ardından avukatı Veysel Ok, şunları söyledi:

Öncelikle usulü bir itirazda bulunmak isterim. Şöyle ki, TCK’nın 299. Maddesi hakaret yönünden özel bir şahıs için yaptırım içeren bir maddedir. Ayrıca anayasanın 90. Maddesinde uluslararası sözleşme hükümlerinin ihtilaf halinde anayasadan dahi üstün olacağı hükmü yer almaktadır. AİHM kararlarında örneğin Otegi-Mondragon İspanya kararında belirtildiği üzere özel yasalarda bazı kişilere diğer vatandaşlardan fazla cezai koruma sağlanması AİHS’nin 10. Maddesine aykırıdır. Dolayısıyla aslında TCK’nın 299. Maddesinin uygulama alanı kalmamıştır. Esasa ilişkin olarak ise Cumhurbaşkanı yürütmenin de en üstünde olan bir şahsiyettir. Bu sıfatı sebebiyle de eleştiriye her insandan daha fazla açık olmak durumundadır. Gazeteciler de vazifeleri icabı gördükleri eksiklikleri kendince yorumlayıp eleştiride bulunma hakkına sahiptir. AİHM’in Obirschilk-Avusturya ve Erbil Tusalt-Türkiye davalarında bu konuları ele alınmıştır. AİHM  ifade özgürlüğünü bu açıdan oldukça geniş tutmaktadır. Bu sebeple öncelikle TCK’nın 299. Maddesinin uygulanmasının ileride Türkiye aleyhine AİHM tarafından tazminatlara yol açacağını belirtmek istiyorum. Bu maddenin uygulama alanı kalmamıştır. Ayrıca röportajın bütünü okunduğunda yapılanın siyasi bir zihniyetin ve eylemlerinin eleştirisi mahiyetinde olduğu, hiçbir yerde, özellikle Cumhurbaşkanı’nın şahsına yönelik sözler sarf edilmediği, açıklamanın genel anlamda ifade özgürlüğü doğrultusunda yapılan siyasi bir eleştiri mahiyetindedir. Bu sebeple kyok kararı verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca yazılı savunma sunacağız.

 

'Kanıt ve belge Sabah gazetesi mi?

 

Ahmet Altan, hakkında "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçlamasıyla başlatılan soruşturma kapsamında verdiği ifadede şunları söyledi:

Ben yaklaşık 41 yıllık gazeteciyim. Ancak şu an kitap yazmakla meşgulüm ve bir gazetede görevim yoktur.  Sanıyorum 01/09/2015 akşamı ben Bugün TV’ye canlı yayına katıldım. Sanıyorum bu program daha sonra Kanaltürk TV’de de yayınlandı. Koza Holding’e yapılan bir operasyon söz konusuydu. Bu yüzden de ben TV kanalına çıkıp açıklamalarda bulunmuştum. Ancak ben Ekrem Dumanlı ile aynı programa çıkmadım. Kendisini o gün görmedim. Ben o gün TV’de o günkü siyasi durumu değerlendiren açıklamalarda bulunmuştum.

Bu davanın açılmasını Adalet Bakanı adına talep ediyorlar. Birincisi Adalet Bakanı’nı ilgilendiren durum nedir? Neden ivedilikle bir karara varılmasını istemektedir? Adalet Bakanlığı’nın bu kadar aceleci ve bu kadar tarafgir olarak müdahale ettiği davalarda adaletin ve hukukun güvencesi ne olacaktır?

Ayrıca Adalet Bakanı neden şikayet ettiğini bile bilmemektedir. Şikayet yasasında aynen şöyle söylemektedir; “Suç duyurusuna konu gazetelerde çeşitli tarihlerde kaleme alınan yazıları içerir internet çıktıları yazımız ekinde gösterilmiştir. ”Bu söylediği yazıların benimle bir alakası yoktur. Gazete yazılarını kendi iddialarına dayanak yapıyor, ayrıca da yazı diye  söz ettiklerinin bir kısmı iktidar yanlısı gazeteler tarafından çarpıtılmış haberlerdir.

Daha çıkış noktası bu kadar çürük ve şaibeli olan bir iddiayı ben burada cevaplamak zorunda kalıyorum. İddialara göre hakaret etmişim. Fakat Adalet Bakanlığı kendisi yaptığım konuşmayı dinlemediği için nerede, nasıl hakaret ettiğime dair en küçük bir bilgi vermiyorlar. Ben havuz medyası olarak tabir edilen Sabah gazetesinin çarpıtılmış haberine göre mi yargılanacağım ya da sorguya çekileceğim? Artık bu ülkede adaletin, hukukun Adalet Bakanlığı’nın dayandığı ve güvendiği belge ve kanıt Sabah gazetesi midir?

Türkiye zor günlerden geçiyor. Sadece son 5 ayda 400 insanımız öldü. Hukuk ağır darbeler yiyor, hukukun darbe yemesi bir toplumun temel direğinin yıkılmasıdır. Eğer hukuka güveni yok ederseniz, o toplumu bir arada huzur içinde tutamazsınız. Hukukun olmadığı bir ülkede acı yaşanır. Ben bütün konuşmalarımda hukukun gereğini anlatıyorum. Hukuka dokunulmaması gerektiğini söylüyorum. Siyasi iktidarın yargıya müdahalesi etmemesi gerektiğini söylüyorum. Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının her toplum gibi bu toplum için de kutsal olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu siyasi iktidara karşı hukuku korumaya kalktığım için hukuk karşısında benim hesap vermemi istiyorlar. Hesap vermesi gereken ben değilim. Hesap vermesi gerekenler yargıyı yaralayan, hukuku ortadan kaldıran, insanların adalete güvenini sıfırlayanlardır. Onların yargılanması gerekir ve bu ülkede yeniden hukukun ve yargının güvenilir olmasını sağlamak zorundayız. Bunun için ben gücüm yettiğince çaba gösteririm ve göstereceğim. Bu ülkede yaşayan her insan gibi bu ülkenin geleceği, bu ülkenin çocukları beni ilgilendiriyor. Hukuku korumak bu ülkenin geleceğini ve çocuklarını korumaktır ve bunu yapmak bizim görevimizdir.

Adalet Bakanlığı’nın yaptığım konuşmayla ilgili gönderdiği iddia dosyasında Sabah gazetesinin hakkımdaki “Kendini kaybetti” başlıklı haberinde hakkımda aynen şöyle deniyor: “Altan’ın hipnotize olmuş gibi program boyunca Türkiye Erdoğan’ı başkan yapmayacak cümlesini tekrarlaması takıntısını da gözler önüne serdi.” Anladığım kadarıyla Adalet Bakanlığı, “Türkiye Erdoğan’ı başkan yaptırmayacak” lafını hakaret olarak görüyor. Bu bir hakaret değil, öngörü. Benim bu öngörüyü dile getirme hakkım bu ülkenin anayasası, yasaları, teamülleri, içtihatları tarafından güvence altına alınmıştır. Erdoğan’ın başkan olmayacağını söyleme hakkını engellemek için Adalet Bakanlığı böyle tehditkar soruşturmalar açtırmaya çalışıyordur. Yaptığı hukuka aykırıdır. Anayasaya aykırıdır. Fikir özgürlüğüne aykırıdır. Katılmış olduğum programda sarf ettiğim sözler ve yapmış olduğum tüm açıklamalar bir bütünlük içerisinde el alınmalıdır. Yaptığım açıklamaların ana fikri yine şu anki yönetimin siyasi bir eleştirisidir. Kimseye hakaret ya da tehdit kastı ile de hareket etmiş değilim. Zaten ben bir gazeteci olarak müştekiyi nasıl tehdit edebilirim? Benim en fazla yapabileceğim eleştiri ve öngörüde bulunmaktır. Bu ülkenin kanunları çerçevesinde de ifade özgürlüğünün gereği olarak bütün bunları kamuoyuna duyurmaktır. Programa da bu amaçla katıldım ve eleştiri hakkımı kullandım. Herhangi  bir suç da işlemedim. Suçlamaları kabul etmem.

Ahmet Altan'ın ardından avukatı Veysel Ok, şunları söyledi:

Öncelikle Adalet Bakanlığı’nın suç ihbarında müvekkilimin konuşmasının bütünlüğünden ve ruhundan koparılmış cümleler başlık yapılarak aslında Adalet Bakanlığı’na ilk soruşturma açılması ihbarını yapan da bu gazeteler olmuş oluyor. Biz konuşma bütünlüğü içerisinde bir suç olduğunu düşünmüyoruz. Önemli medya organına polis baskın yapıyor, gazetecileri gözaltına almıştır. Müvekkil de bir gazeteci olarak basın özgürlüğü kapsamında bir TV programına çıkarak eleştirilerini kamuoyuna açıklamıştır. Aslında her gazetecinin bunu yapması gerekir. Programda yer alan konuşmaların suç teşkil ettiğini kesinlikle kabul etmiyoruz. Bunun yanında usulü bir itirazda bulunmak isterim. Şöyle ki, TCK’nın 299. Maddesi hakaret yönünden özel bir şahıs için yaptırım içeren bir maddedir. Ayrıca anayasanın 90. Maddesinde uluslararası sözleşme hükümlerinin ihtilaf halinde anayasadan dahi üstün olacağı hükmü yer almaktadır. AİHM kararlarında örneğin Otegi-Mondragon İspanya kararında belirtildiği üzere özel yasalarda bazı kişilere diğer vatandaşlardan fazla cezai koruma sağlanması AİHS’nin 10. Maddesine aykırıdır. Dolayısıyla aslında TCK’nın 299. Maddesinin uygulama alanı kalmamıştır. Esasa ilişkin olarak ise Cumhurbaşkanı yürütmenin de en üstünde olan bir şahsiyettir. Bu sıfatı sebebiyle de eleştiriye her insandan daha fazla açık olmak durumundadır. Gazeteciler de vazifeleri icabı gördükleri eksiklikleri kendince yorumlayıp eleştiride bulunma hakkına sahiptir. AİHM’in Obirschilk-Avusturya ve Erbil Tusalt-Türkiye davalarında bu konuları ele alınmıştır. AİHM  ifade özgürlüğünü bu açıdan oldukça geniş tutmaktadır. Bu sebeple öncelikle TCK’nın 299. Maddesinin uygulanmasının ileride Türkiye aleyhine AİHM tarafından tazminatlara yol açacağını belirtmek istiyorum. Bu maddenin uygulama alanı kalmamıştır. Ayrıca röportajın bütünü okunduğunda yapılanın siyasi bir zihniyetin ve eylemlerinin eleştirisi mahiyetinde olduğu, hiçbir yerde, özellikle Cumhurbaşkanı’nın şahsına yönelik sözler sarf edilmediği, açıklamanın genel anlamda ifade özgürlüğü doğrultusunda yapılan siyasi bir eleştiri mahiyetindedir. Bu sebeple kyok kararı verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca yazılı savunma sunacağız.

 

İlgili Haberler