Intergovernmental Panel on Climate Change (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli), iklim değişiklikleri hakkındaki raporu 2014'te yayımlanacak. New Scientist'te yayımlanan haberde raporda dünyanın seyrine ilişkin karamsar bir tablo çizliyor. Karamsarlığa dayanak olan 7 temel gelişme şöyle: Kuzey Kutbu'ndaki ısınma, aşırı hava koşulları, tarımsal üretim, deniz seviyesinde yükselme, sergazı yükselişi, C02 üretimi ve ısı stresi.
Cumhuriyut gazetesinin Bilim-Teknoloji ekinde Reyhan Oksay tarafından Türkçeleştirilen haber (7 Aralık 2012) şöyle:
Bundan beş yıl önce Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC) isimli örgütün iklim değişiklikleri üzerindeki çalışmalarının sonuçlarını içeren son rapor, gezegenimizin geleceğine ilişkin çok karamsar bir tablo çiziyordu. 2014 yılında yayımlanacak olan bir sonraki rapor için veri toplayan iklim bilimciler, daha da karamsar tahminlerde bulunuyor.
Öngörüler yedi temel nedene dayanıyor.
Kuzey Kutbu beklenilenden daha hızlı ısınıyor
Çok da uzak olmayan bir geçmişte Kuzey Buz Denizi kalın buzlarla kaplıydı. Yaz aylarında bile, deniz yüzeyinin yarısından fazlası buz örtüsü altındaydı.
Dünyamız son yıllarda ısınmaya devam ederken, yaz aylarındaki erimeyi telafi eden kış dönemindeki yeniden donma sona ermiş bulunuyor. Isı-yansıtan beyaz buz, yerini ısı-hapseden koyu renk sulara bırakıyor; denizi çevreleyen karalardaki karlar daha erken bir tarihte erimeye başlıyor; daha fazla miktarda ısı-hapseden nem atmosfere karışıyor; daha büyük dalgalar ve fırtınalar incelen buzu zorluyor. Bu geribesleme süreçlerine bağlı olarak Kuzey Kutbu gezegenin üzerindeki herhangi bir noktaya göre iki misli daha hızlı ısınıyor. 1990’ların sonlarına doğru deniz buzları 1400 yılın en düşük seviyesine indi. Geçen yazın sonlarında Kuzey Buz Denizi’nin yalnızca dörtte biri buzlarla kaplıydı. Bu, modern zamanların en düşük seviyesiydi. 30 yıl önceki buzun beşte biri dolaylarındaki bu ince tabaka kolayca eriyip, yok olmaya aday durumda.
Süreklilik kazanan buz kaybının, ne kadar sürerse sürsün, çok sayıda zincirleme tepkiye yol açacağını söyleyen bilim insanları bunun nedenlerini şöyle sıralıyor:
• Kuzey yarıkürede aşırı hava koşulları
• Grönland’daki buz tabakalarında hızlı erime
• Permafrostta hapsolmuş karbonun serbest kalması
Aşırı hava koşulları daha da şiddetleniyor
2010 yılında Rusya’nın bazı kentlerinde sıcaklık 40 °C’ye ulaştı. 2011’de ise kar fırtınaları ABD’nin ve Kanada’nın doğusuna aşırı miktarda kar bıraktı. Bu yıl da aşırı hava koşulları dünyanın pek çok noktasında hayatı felce uğrattı. Örneğin İngiltere’de yaz sağanakları ve ABD’de tayfunların (Sandy) yol açtığı tahribat...Bu tür olaylar belirli bir kalıba uyuyor. Isınan bir dünyada şiddetli yağmurlar ve artan buharlaşma daha yoğun kuraklığa yol açar. Sıcak bir atmosfer daha fazla su tuttuğu için yağmurlar daha yoğun bir şekilde yere iner.
Tek tek her hava olayının iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini belirlemek, imkânsız olmasa da çok zordur. Daha kolay olan, iklimsel felaketlerin bütün olarak arttığını söylemektir. Kaldı ki IPCC’nin 2007 raporunda bile aşırı ısı, kuraklık ve yoğun yağışlar yükselen bir trendi işaret ediyordu.
Bu trend yalnızca devam etmekle kalmıyor, hava koşulları tahminlerden daha aşırı bir seyir izliyor. Örneğin, Avustralya Uluslar Topluluğu Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Örgütü’nün (CSIRO) 1950-2000 arasında suyun tuzluluğu ile ilgili verileri, küresel su döngüsünün -suyun buharlaşma ve yağmur olarak yere düşme hızı- küresel iklim simülasyon modellerine göre iki misli hıza ulaştığını gösteriyor. Tayvan ve Çin’deki bilim insanlarının yaptıkları araştırmalara göre son otuz yıldaki yoğun yağışlar, küresel iklim modellerindeki tahminlerin üzerinde. Bu arada Avrupa’da 2003 ve 2010 yıllarında meydana gelen aşırı ısı dalgalanmalarının bu yüzyılın sonlarında ortya çıkması bekleniyordu.
Geçmişteki iklim olayları, geleceğin daha da şiddetli hava olaylarına gebe olduğunu gösteriyor. Örneğin 5 milyon ile 3 milyon yıl öncesinde dünya bugüne göre 2°C-4°C daha sıcaktı. MIT’den Kerry Emanuel ve ekibi 2010 yılında yayımladıkları bir raporda, tayfun sayısındaki artışın denizler üzerindeki ısı dağılımını değiştirdiğini ve buna bağlı olarak Yeryüzü’nde iklimin tersyüz olduğunu belirtiyordu. Bu yeni rejimde tropikler daha fazla ısınırken, aşırı tayfunların sayısı artarak daha geniş alanları etkiliyor.
Tarımsal üretim tahminlerinde belirsizlik
Bu yılın başlarında ABD’de hasadın rekor düzeye ulaşacağı tahmin ediliyordu, çünkü çiftçiler artan fiyat avantajından yararlanmak için daha fazla miktarda tohum ekmişlerdi. Oysa kuraklık ve rekor düzeydeki sıcaklık nedeniyle beklentileri gerçekleşmedi. İngiltere ise farklı bir sorunla karşılaştı. Hasat, aşırı yağmurlara bağlı olarak bu yıl epey düşüktü. Dünyanın diğer noktalarındaki aşırı iklim koşullarından kaynaklanan verimdeki düşüş, küresel yiyecek fiyatlarının yeniden tırmanışa geçmesine yol açtı.
Oysa 2007 IPCC raporunda küresel sıcaklığın, sanayi devrimi öncesine göre 1.5 °C artacağı, CO2 düzeyinin de yükseleceği öngörülüyordu ve bu değişikler tahminlere göre tarım ürtiminde artışa yol açabilecekti. Ayrıca raporda tahıl üretiminin düşmesi için sıcaklık artışının 3.5 °C’yi aşması gerektiğine dikkat çekiliyordu.
Fakat bugün olanlara bakınca, sıcaklık artışı 0.8°C dolayında seyretmesine karşın, iklim değişikliğinin tarımı olumsuz etkilediği görülüyor. Geçen yıl Stanford Üniversitesi’nden bir ekip, 1980-2008 yılları arasında insanlığın aldığı kalorinin dörtte üçünü sağlayan buğday, mısır, pirinç ve soyanın küresel üretim eğrilerini inceledi. Raporu hazırlayanlardan David Lobell, “Küresel ısınmanın olumsuz etkileri ne yazık ki olumlu etkilerinden daha fazla” diyor.
Zengin ülkeler verimdeki düşüşleri bir ölçüye kadar telafi edebiliyorlar. Bunun için ürün çeşitliliğinde değişikliğe gidebiliyorlar, yetiştirme yöntemlerinde değişiklik yapabiliyorlar ve ısıya daha dayanıklı ürünler yetiştirebiliyorlar. Aslında bunu da yapmak zorundalar.
Ne var ki bu değişikliğin boyutlarını ve hızını tahmin etmek pek kolay değil. Ürünlerin aşırı sıcaklardan ve şiddetli yağmurdan nasıl etkileneceğini önceden kestirmek gerçekten zor. Dolayısıyla dünyadaki çiftçilerin bugün en büyük sorunlarından biri, geleceğin kendilerine ne gibi sürprizler hazırladığını bilmemeleridir..
Deniz seviyesi beklenilenden daha hızlı yükseliyor
Grönland’daki Summit isimli meteoroloji istasyonu, deniz seviyesinden 3000 metre yüksekte kurulu. İstasyonun ölçümlerine göre tipik yaz ayları sıcaklığı genellikle -10°C civarında. Ancak bu yıl temmuzda sıcaklık sıfır derecenin üzerine çıktı. Bir noktada buz tabakalarının yüzeyi % 97 oranında eridiği için köprüler yıkan seller oluştu. Ne yazık ki bu bir sefere mahsus bir olay değildi. Parlak karın yerini, daha fazla ısı emen kirli kar aldı. Bu da karın daha hızlı erimesine yol açıyor. Kıyı boyunca denize doğru uzanan buzullar kırılıyor. Bu “barajlar” yıkıldıkça arkadan gelen buz nehirleri hız kazanıyor ve inceliyor.
Son yıllara kadar Grönland’ın buz tabakalarını yitirmesi için önümüzde çok uzun yılların olduğunu düşünüyorduk.
Güney Kutup bölgesinde de durum farklı değil. Kenar kısımlardaki erimeyi telafi eden aşırı kar yağışı sayesinde Antarktik buz tabakasının büyüyeceği bekleniyordu. 2007 IPCC raporuna göre iki devasa buz tabakasının erimesiyle gelecek yüzyılda su seviyesi yalnızca 0.3 mm yükselecekti. Oysa uydu ölçümlerine göre halihazırda iki tabakanın erimesi sonucu bugün deniz seviyesindeki yükselme 1.3 mm’yi bulmuş durumda.
Buzul uzmanlarının (glasiyolog) pek çoğu 2100 yılında deniz yüzeyinin en az bir metre, en fazla da iki metre kadar yükseleceğini düşünüyor. Bu da deniz seviyesindeki çok sayıda kentin sular altında kalması veya fırtınalardan olumsuz etkilenmesi anlamına geliyor.
Fakat NASA’nın Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nden James Hansen, bu konuda daha da karamsar. Hansen, buzlar eridikçe geribesleme etkisinin devreye gireceğini ve buna bağlı olarak bu kaybın daha da hızlanacağını söylüyor.
Bütün bu olumsuzlukların yanında bir de Batı Antarktik buz tabakasının çökmesi söz konusu. Kaldı ki bu tabaka son birkaç milyon yıldır ısınma sonucu bu akibete uğruyor. Son yapılan gözlemlere göre bu tabaka, çevresindeki ısınmış akıntılara giderek daha duyarlı hale gelmiş durumda.
Potsdam Enstitüsü’nden oşinograf Stefan Rahmstorf’un gelecekle ilgili tahminleri şöyle: “Deniz seviyesindeki yükselme ilk başlarda yavaştır. Ancak uzun vadede küresel ısınmanın yol açtığı en etkileyici ve en vahim felaketlerden biri olmaya adaydır.”
Seragazı, emisyon dursa bile devam ediyor
Atmosfere pompaladığımız CO2’nin yalnızca yarısı atmosferde kalır. Geride kalanlar kara ve denizler tarafından emilir. Fakat dünya ısındıkça hem karaların hem de denizlerin emme kapasitesi azalır. Hatta zaman içinde bunlar da CO2 yaymaya başlar.
2007 IPCC raporu denizlerden, topraktan ve değişen bitki örtüsünden kaynaklanan karbon geribesleme olgusunu projeksiyonlarına dahil etmişti. Ne var ki permafrostun içinde hapsolmuş bulunan karbonun ve deniz yatağındaki metan hidratların atmosfere karışacağını öngörmemişti.
Bu yıl Kanada’daki British Columbia’da bulunan Victoria Üniversitesi’nden bilim insanları, permafrost emisyonlarını da modellerine dahil ettiler ve bunun 0.25 °C ekstra ısınmaya yol açacağını, bir olasılıkla da 2100 yılında bu ilave ısınmanın 1°C’ye ulaşacağını ileri sürdüler. Bu ölçümlere temel oluşturan varsayımlara göre permafrost 3.5 m derinliğe kadar bozulmadan kalacak ve kıyılardaki permafrosti erozyonu dikkate alınmayacak.
İlginç olan, insanlar atmosfere devasa miktarlarda CO2 yaysalar bile, geribeslemelerin çok az miktarda fark yaratmasıdır. Bu olgunun kaygı uyandıran kısmı, belirli koşullarda karbon geribeslemenin kendi kendini tetikleyen bir döngüyü başlatmasıdır. İnsan eliyle emisyon dursa bile, permafrost eridikçe CO2 düzeyi yükselmeye devam edecek.
Her zamankinken fazla C02 üretiyoruz
Atmosfere CO2 pompalamayı şu an durdurabilirsek, sıcaklıklardaki yükselişi durdurma şansına hala sahip olabiliriz. Ne var ki insanların karbon emisyonunu durdurmak gibi bir niyetlerinin bulunmadığı görülüyor. Yıllık emisyon 2008 yılından bu yana çok az düşmüşken, son günlerde ekonomilerin yeniden toparlanmasıyla birlikte tırmanışa geçtiği izleniyor. Son ölçümlere göre emisyonların IPCC’nin en kötü senaryosundaki değerlere yaklaşması bu yöndeki kaygıları arttırıyor.
Seragazı emisyonlarını sınırlamak için tüm ulusların imzaladığı tek antlaşma olan Kyoto Protokolü, kalkınmakta olan ülkeleri dikkate almadığı gibi çok minimal düzeyde kesintiler öngörüyor. Bütün bunların yanı sıra ABD’nin protokolde imzası yok; Kanada ise protokolden çekilme kararı aldı. Daha etkili ve kapsamlı bir antlaşma umudu ise giderek azalıyor.
Bu arada dünyanın en fazla seragazı üreticisi olan Çin, yenilenebilir enerjiye yatırım yapmaya çalışsa dahi, hızlı kalkınma çabalarının sonucunda CO2 emisyonlarında azalmaya değil, artışa neden oluyor. Bazı küçük ülkeler tek taraflı büyük kesintilere gidecekleri yolunda vaadlerde bulunuyorlar ama yatırımlarının böyle bir amaca hizmet ettiğini söylemek zor. Tam tersi bir çoğu fosil yakıt üretimini özendiriyor; kömür veya gazla çalışan enerji santralleri kurmaya devam ediyor. Fukuşima’dan sonra nükleer santrallerden de uzaklaşma, durumu daha da kötüleştiriyor. Almanya bile daha fazla sayıda kömürle işleyen enerji santrallerine yönelmiş durumda.
Sonuçta 2007 IPCC raporunda belirtildiği gibi 2100 yılında sıcaklık artışı 4 °C’ye ulaşabilecek. Ancak raporun hazırlandığı dönemlerde bilgisayar simülasyon programları bugünkü kadar gelişmiş olmadığı için ayrıntılı ve karmaşık modellemeler yapılamamıştı. Şimdi teknik açıdan daha donanımlı olan iklim bilimciler, yeni modellere göre geliştirdikleri tahminlerinde 2100 yılında sıcaklık artışının 5 ile 6 °C’ye ulaşacağını öngörüyor.
Bu da pek çoğumuzun şiddetli küresel ısınmayı yaşayacağımız anlamına geliyor. 2070 yılında veya karbon geribeslemenin yükselmesi durumunda 2060 yılında 4°C sıcaklık artışına erişebileceğiz.Manchester’deki Tyndall İklim Değişikliği Araştırma Merkezi’nden Kevin Anderson bu konuda şu çarpıcı saptamayı yapıyor: “Bilim insanlarının pek çoğu mesajlarının siyasi arenada kabul görmesi için emisyon etkisinin önemini hafifleterek verme yoluna gidiyor.”
Isı stresi öldürücü boyutlarda
Ağustos 2003’te Avrupa büyük bir ısı dalgasına maruz kaldı. Fransa’nın bazı bölgelerinde sıcaklık yedi gün boyunca 40 °C’ye çıktı. Çok sayıda insan –çoğu yaşlı ve hasta- öldü. Cesetler Paris yakınlarındaki bir soğukhava deposunda saklandı. 2008 yılında yapılan bir çalışmaya göre ölü sayısı 70.000 civarındaydı.
Isı etkisi her zaman belirgin değildir. Havalandırması uygun olmayan iş yerlerinde çalışan insanların verimleri, normal koşullara göre her 1 derecelik sıcaklık artışında % 2 oranında azalır. Çok sıcak ortamlarda insanlar böbrek yetmezliği, yorgunluk ve ısı çarpması sonucu çalışamaz hale gelebilirler.
Son çalışmalar, iklim değişikliğinin insan sağlığı ve ekonomik çıktılar üzerindeki etkisinin dikkate alınmadığını gösteriyor. Avustralya, Sydney’deki University of New South Wales’den atmosferik değişiklikler uzmanı Steven Sherwood, “Isı stresi bence iklim değişikliğinin tek ve en korkutucu etkisidir” diyor.
Burada sorun yaratan hava sıcaklığı değil, cildimizin sıcaklığıdır. Terleme deriyi serinletir, ancak rutubetin yüksek olduğu koşullarda etkisi azalır. Bu noktada hissedilen sıcaklık devreye girer. Isı ve rutubetin ortak etkisi, ıslak-ampül termometre sıcaklığı ile ölçülür.
Halihazırda gezegenin herhangi bir yerinde maksimum ıslak-ampül sıcaklığı 31 °C’yi aşmamıştır. Ancak bunun bu düzeyde kalacağı garantisi söz konusu değildir. Zürih’teki Atmosferik ve İklim Bilimi Enstitüsü’nden Erich Fischer, “Modellerimizin tümü ıslak-ampül sıcaklığında artışı öngörüyor. Bu da yüksek ısı çarpması ve sağlık sorunlarında artış anlamına geliyor” diyor.
Bu etkinin ölçümü pratikte mümkün değildir. Çünkü sağlıklı bir insan, hava ısındığı zaman bir yerde oturup, terden sırılsıklam hale gelmeyi beklemez. Serinleyeceği kuytu bir yer arar veya klimayı çalıştırır. Dünyanın bir noktasında ölümlere yol açan “katil-ısı”, altyapısı ve insan doğası sıcağa uyumlu bir başka bölgede sorun yaratmayabilir.
Yine de sıcağa dayanmanın mutlak bir sınırı vardır. İnsanlar ıslak-ampül sıcaklığının 35 °C’yi aştığı ortamlarda vantilatörün karşısında çıplak bile duruyor olsalar yaşayamaz. Sherwood ve meslektaşı Matthew Huber’in 2010 yılında yürüttükleri bir çalışma, dünyanın ortalama olarak 7 °C ısınması durumunda, bazı yerlerde bu limitin aşılacağını ortaya çıkartıyor. Zaman içinde Afrika, Avustralya, Çin, Brezilya, Hindistan ve ABD’nin bir bölümü yaşanamaz hale gelebilir; en azından yılın belli dönemlerinde.
Buna benzer senaryoların geçmişte yaşanmış olduğu düşünülüyor. 250 milyon yıl önce yükselen sıcaklıklar yüzünden hayvanların pek çoğunun ölmüş olması büyük olasılık. Sherwood gelecek ile ilgili korkutucu bir tablo çiziyor: “Dünyadaki kömür, ziftli kum, kaya gazı ve diğer fosil yakıtların tümünden yararlanır hale gelsek, birkaç nesil sonra dünyamız büyük bir olasılıkla yaşanılmaz hale gelir.”