Montaigne, ‘’İnsanların ölen yakınlarına üzülmeleri, akşamüstü ölecek olan kelebeklerin, öğle vakti ölen arkadaşlarına acımaları gibidir.’’ der. Doğan ölür; evrenin en değişmez kuralı bu. Ne var ki biz kendi ömür dilimimizle sınırlıyız. Bu yüzden ‘’evvel giden her ahbap’’ sarsar bizi.
Talat Halman’ın vefat haberi de böyle derin bir sarsıntı yarattı içimde.
Bu müthiş dostu, zarif beyefendiyi, edebiyat ve çeviri ustasını bir daha göremeyecek, onun tadına doyulmaz sohbetlerinden yararlanamayacak olmak çok büyük bir kayıp.
Talat bey; giderek barbarlaşan bu kültür çölünde, susuzluğunuzu kana kana gidereceğiniz bir vaha gibiydi.
Bilgisi, birikimi, eserleri ve olağanüstü İngilizce hakimiyetiyle, dünyanın pek çok entelektüel kurumunda derin saygı uyandırmıştı. UNESCO gibi kuruluşlarda birçok kişinin yolunu açan oydu.
Üstadı en son olarak, birkaç ay önce Erzurum’da, ortak dostumuz Profesör Orhan Güvenen’e Atatürk Üniversitesi’nin verdiği onursal doktora töreninde görmüştüm. O iki günü birlikte geçirme mutluluğuna erişmiştim.
Gazetelere baktım; hep ‘’Eski bakan öldü’’diye vermişler haberi. Oysa sevgili Talat beyin, büyük değeri ve özelliği, bakanlık yapmış olmasından gelmiyordu. İyi kötü yüzlerce bakan geldi geçti ama bir Talat bey yetişmedi. Fransızlar; kültür bakanlığı da yapmış olan Andre Malraux’yu bu göreviyle değil, büyük yazarlığı ve Fransız kültürüne yapmış olduğu katkılarla anar. Ama bizim para ve iktidar gücüne tapınmaktan başka bir değer tanımayan Yeni Türkiye’mizde bu kadar büyük bir kültür adamını bir tek göreviyle hatırlamak ve sadece ‘’eski bakan’’ derecesine indirmek normal sayılıyor artık.
Talat bey üstadım; kültür dünyamızdan bir kuyruklu yıldız gibi geçip gittiniz. Sizi çok özleyeceğim, çok arayacağım. Ne yapalım ki artık kitaplarınız, çevirleriniz ve güzel şiirlerinizle avunmaktan başka çaremiz yok.