03 Mayıs 2021

Sizce yalanın büyüğü küçüğü olur mu?

İleri demokrasilerde yapılan bu tip hatalar, sistemin ve kanunların verdiği yetkiyle rahatça sorgulanabildiği gibi gerekli düzeltme ve iyileştirmeleri de beraberinde getiriyor

Yanıtını düşünürken lütfen bir iki dakika da olsa kendinize dürüst olun…

İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın Downing Street'teki evinin dekorasyonu şu günlerde İngiltere gündeminde önemli bir konu.

Haberi takip etme fırsatınız olmadıysa hemen özetleyeyim; Boris Johnson'ın 33 yaşındaki nişanlısı Carrie Symonds, oturdukları Downing Street Numara 10'daki lojmanın dekorasyonunu beğenmeyince, içerde değişiklik yapmak istiyor ve Soane Britain adlı tasarım markasının kurucusu Lulu Lytle'la çalışmayı talep ediyor. Lulu Lytle, Tatler dergisi dahil pek çok derginin kapağına taşıdığı ünlü bir İngiliz tasarımcı. Prens Charles'tan tutun da Mick Jagger'a varan geniş bir müşteri grubuna hizmet veriyor.

Web sitelerinde harika Osmanlı stili tasarımlar var; meraklıysanız göz atmanızı öneririm. 

Downing Street'teki başbakanlık rezidansı en son Theresa May döneminde alınan koltuk takımları ile yenilenmiş. Boris Johnson'ın nişanlısının zevkine hiç hitap etmeyince de Covid-19, karantina, vs. dinlemeyip bu dönemde yeniden dekore ediliyor.

Ne var bunda diyebilirsiniz?

İnsanın yaşadığı ve çalıştığı yerde değişiklik yapmak istemesi çok insani ve doğal bir ihtiyaç.

Aslında hiçbir şey yok gibi görünse de çok şey var çok.

Gelin anlatayım:

Lojman dekorasyonu için devletin ayırdığı yıllık bütçe yaklaşık 30 bin pound (340 bin TL).

Fakat mesele şu ki; Başbakanlık lojmanı için yapılan bu yeni harcamanın yaklaşık 200 bin pound (2.290.000 TL) olduğu anlaşılıyor. Yani ortada ciddi bir bütçe aşımı var. Olabilir tabii, hepimiz yola çıkarken yaptığımız bütçeden sapmalar yapabiliyoruz. Onların sapması da bir hayli büyük olmuş ama buranın dünyasında, üstelik bir başbakan için çok da yüksek rakamlar değil doğrusu. Muhtemelen Carrie Symonds da her kadın gibi kendine engel olamamıştır.

Ben Boris Johnson'ın nasıl bir koltukta oturduğuna, nasıl bir yatakta yattığına ya da karşısındaki duvar kağıdının elle çizilip altın suyuyla boyanıp boyanmamış olduğuna dikkat ettiğini hiç sanmıyorum. Hatta bütün bunlara o paraları vermek isteyen biri olacağına da hiç ihtimal vermiyorum.

Nerden bu kanıya vardın diye soracak olursanız üç çıkış noktam var: bir; genelde erkekler bu konuları pek önemsemez, iki; pandemi dönemini saymazsak zaten evde oturmaya ve bütün bu yenilikleri görmeye vakti yok, son olarak üç; genel kılık kıyafeti ve dış görünüşü de bu fikrimi biraz destekliyor sanırım. 

Bu bütçe aşımı başlı başına bir konu olarak tartışılırken, öte taraftan Boris Johnson'ın nişanlısının Tatler dergisine verdiği röportaj çok konuşuldu. Theresa May döneminde John Lewis'ten alınan koltukları beğenmediğini ve John Lewis'in sıkıcı ve zevksiz mobilyaları olduğunu açıklaması ayrı bir tartışma gündemi yarattı.

Koltuklarını bilmiyorum ama ben de John Lewis'ten, çok büyük bir sürpriz olmadıkça, müthiş tasarım mobilyalar çıkacağını düşünmeyenlerdenim. Orası eli ayağı düzgün, standart ama kaliteli mobilyalar satan çok güvenilir bir alışveriş merkezi. İngilizler için de çok önemli bir marka. 

Ama Başbakan'ın nişanlısı Symonds'ın bunu açık açık dile getirmesi çok büyük bir gaf olmuş elbette.

Symonds, Downing Street'te basın iletişiminde görevliydi. Muhafazakâr Parti'nin seçim kampanyasını da eski başdanışman Dominic Cummings'le birlikte yönettiler ve o zamanlarda birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları sıklıkla basın gündemine konu olmuştu. Hatta Cummings'in gidişinde Symonds'ın önemli bir rolü olduğu da dedikodular arasında. 

Symonds'ın babası Independent Gazetesi'nin kurucularından. Dedesi Baron Arwick ise sol tandanslı bir gazeteci ve Avrupa Parlamentosu'nda görev yapmış. Babaannesi ise BBC'nin dünya servisinde çalışmış. Yani ailesi gazeteci dolu. Kendisi de, bir iletişimci olmasına rağmen, böyle bir gaf yapınca hemen medyaya fırsat doğdu tabii. Bir İngiliz markası hakkında böyle bir açıklama yapmış olması gündemi epey meşgul etti.

Symonds gibi daha önce Başbakanlık ofisinde, üstelik basın iletişim görevinde Boris Johnson'a destek veren birinin böyle bir hatayı nasıl yaptığını doğrusu anlayamadım.

John Lewis ise hiç alttan almadı; Sayın Başbakanımızın nişanlısıdır aman bir şey demeyelim diye düşünmeden hemen konunun üstüne giderek markalarını korudular, hatta bunu müthiş bir PR fırsatına çevirdiler. Twitter hesaplarından Downing Street'in fotoğrafını paylaşıp "Sevilmeyen mobilyalarımız için geri dönüşüm servisimiz var" yazarak Carrie Symonds ile dalga geçtiler.

Bir diğer tweet'te ise "(Neredeyse) herkesi memnun edecek ev tasarımlarımızla gurur duyuyoruz" yazıp takipçileriyle paylaştılar.

Muhalefet partisi başkanı Sir Keir Starmer soluğu John Lewis'in ev eşyaları bölümünde alarak hem mağazaya ve çalışanlarına hem de ortalama gelire sahip İngiliz halkına destek mesajı verdi.

Muhafazakâr parti üyeleri ise bu konunun politik bir gündem haline getirilmesini kınadılar.

Bazı şeyler hiç değişmiyor. Niye değişsin ki değil mi? İnsan her yerde aynı. Aynı tuzağa dünyanın her yerinde düşüyoruz hırslarımızla, ihtirasımızla... Elbette tek fark daha eğitimli toplumlarda konunun tartışma seviyesi ve üslubu. Eğitim, yasalar ve sistem tartışılan konunun kalitesini biraz daha yüksek standartlara çekiyor. Sonucunu da ödetiyor. Çünkü sistem sorgulayabildiği gibi yargılayabiliyor da.

10 Downing Street için yapılan bu harcama kimin cebinden yapıldı?

Tartışmalar hararetli bir şekilde devam ederken bütçe aşımı ile yapılan masrafların kimin tarafından karşılandığı ise hala merak konusu.

Boris Johnson hemen bir açıklama yaparak bu harcamanın kendi bütçesinden karşılandığı söylese de eski başdanışmanı Dominic Cummings yazdığı blog'da bu harcamanın Muhafazakar Parti'yi destekleyen iş adamlarının yarattığı fondan karşılandığını iddia etti. Bu arada partili iş adamı Lord Brownlow ise 58 bin poundluk bir bağış yaptı. Belki de konuyu örtbas etmek istedi. 

Bu paranın nasıl ödendiği ile ilgili tartışmalar devam ederken 'The Electoral Commision' (Seçim Komisyonu) fazlasıyla tartışma yaratan bu konu hakkında araştırma yapma kararı aldı.

Tabii bu sırada bütün gazete, televizyon ve sosyal medyanın gündeminde Boris Johnson'ın yıllık gelirinin ne kadar olduğu, kitap satışlarından elde ettiği gelirler, iki eşine boşanırken verdiği nafaka, eskiden konuşmacı olarak katıldığı yerlerden aldığı ücretler, vs. şeffaf bir şekilde gündeme gelmiş oldu. Zaten bunlar her yerde kamu görevlilerinin açıkça bildirmesi gereken belgeler. Dolayısıyla bu harcamaları Boris Johnson'ın kendi kişisel servetinden çok da rahat yapamayacağı belli.

İşte ileri demokrasilerde yapılan bu tip hatalar, sistemin ve kanunların verdiği yetkiyle rahatça sorgulanabildiği gibi gerekli düzeltme ve iyileştirmeleri de beraberinde getiriyor.

Şimdi, eğer lojman dekorasyonu için yıllık 30 bin pound yeterli bir bütçe değilse bunu düzeltmeyi ve sistemin başka bir arayışa gitmesini bir tedbir olarak konuşuyorlar. Başbakan'ın yaşayacağı yeri kişisel zevklerine göre tasarlayabilmesi de onun hakkı olabilmeli.

Kısıtlı bir bütçenin yarattığı alana sıkışıp kalan Başbakan, sorunu yanlış kararlarla çözmeye çalıştıkça büyük bir itibar kaybına uğrayabiliyor.

Böylece gelecek nesillere de kötü örnek oluyor. İnsanoğlunun zafiyetleri, bir ülkeyi yönetecek örnek insanlara bile böyle hatalar yaptırıp itibarlarını yerle bir ettirebiliyor.

İşte bunun için ileri demokrasilerdeki sistem, kişileri başbakan da olsa bakan da olsa sorgulamayı ve yargılamayı becerebiliyor; çünkü kişilerden bağımsız olarak sistemin gelişimini esas alıyor.

Kanunların önünde herkesin eşit olması da işte bu nedenle çok önemli.

Gelecek hafta görüşebilmek dileğiyle...

Yazarın Diğer Yazıları

Frieze Sculpture’un başındaki Türk’ün sanat dünyasına attığı imza!

Frieze Sculpture’ın küratörü bir Türk. Boğaziçi Üniversitesi’nde matematik okuduktan sonra Londra’ya gelip Goldsmiths'te sanat eğitimi almış. Şimdi dünyanın dört bir yanından sanatçıları davet edip eserlerini Regent’s Park’a yerleştiren önemli bir isim

Bunca yıl neden gitmemişim diye düşündüm

Karizması olan bir şehirmiş Atina...

Bir daha asla demeyeceğim: "Hindistan mı asla! Ne işim var orada!" dedim ve yine gitmek istiyorum

Giderken beni hijyenle ilgili o kadar korkutmuşlardı ki yanıma aldığım kraker ve kuru yemişlerle iki hafta geçirmeyi planlıyordum. Oysa hiç öyle olmadı. Gezi boyunca inanılmaz güzel Hint yemekleri yedim. Her şey nasıl baharatlı ve lezzetliydi anlatamam

"
"