05 Ocak 2017

Yalnız traktörle dev yumağın masalı

Senenin kaçırılmaması gereken, disiplinerarası en özgün işlerinden biri...

Çerçevesi turuncu, cam bir piramid var sahnede. Louvre’un dışındaki gibi ama  onun minyatürü. Bir kişinin sığabileceği ve içinde birazcık hareket edebileceği büyüklükte… Piramidin içinde bir kadın, bir bavul, bağlantı kabloları, bir ekran, eski teypler, dev, kucaklanası bir yumak…Işıkla, sarı zeminiyle, soğuk buzlu bir ülkede doğaya kurulmuş turistik bir igloo, bir yurt hissini de veriyor nedense. Kendi çok sıcak olmasa da (ne de olsa camdan ve piramid şeklinde) dışarının soğuğundan ve tehlikesinden kaçılacak, sığınılacak, şömineli tahta kulübelerin ya da sobalı eski bir İstanbul evinin sıcaklığıyla karşılaştırılamayacak, daha kuzeysel ve buzsal ya da şehirsel modern metropole ait, ama yine de bir sığınak, bir yuva…

Yusuf Demirkol’un konseptiyle Ferdi Çetin’in yazıp Demirkol’un yönettiği “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar” Garajistanbul’da sahneleniyor.  Tanımlaması, anlaması, anlamlandırması oldukça güç bir iş diyebilirim. Performans, “iş”, hareket tiyatrosu, avantgard, dada, belgesel tiyatro ve metin tiyatrosu arasında geziniyor. Temelde 3 kuşak aile arasında gidip gelen mektuplar var, ailenin Fransa’yla Türkiye arasındaki bireyleri, ağabey kardeş, karı-koca arasında. Bu mektuplar eski kasetlerden seslendiriliyor. Ailenin eşyaları var bavulda, eskiden kalma güzel eşyalar, kristal bir kadeh, porselen bir tabak, dantel bir örtü…Arada oyuncunun bir köşeden diğerine yuvarladığı dev ve dokunulası sıcaklıkta bir yumak ve bu parçalı hikayeyi aktaran, bazen tamamen dışarıdan bakarmış gibi, bazen de tam içindeymiş ve yüreğinde derin bir acıyla hissedermiş gibi aktaran bir kadın var (Nilay Erdönmez). Tam olarak ne olup bittiğini anlamlandıramadan izlerken, soyutla somut, gösterenle gösterilen, imgeyle hayal, gerçekle rüya arasında sürekli gidip gelirken, oyundan seyirciye geçen, sürekli ve yoğun duygular ise kayıp ve hüzün…

“Traktör” avantgard, çok yaratıcı ve sıradışı, konsepti üzerinde detayla çalışılmış, birçok teoriyi, fikri, sembolü kendi içinde mantıklı bir biçimde harmanlamış, izlerken hipnotize eden ve kafayı çalıştırmaya yönlendiren bir çalışma. İzlediğimi kendi anlamlandırma sürecim içerisinde tıkandığım noktada yaratıcılarına başvurdum ve Ferdi Çetin’l Yusuf Demirkol bana yardımcı oldular: “Oyunun çıkış noktası olarak “mülkiyet” kavramını gösterebiliriz. Metin, konsept ve tasarımından önce “kimliğimizi oluşturan ve sahip olduğumuz”; kimlik, cinsiyet, geçmiş gibi kavramlar da buna dahil, nesneler üzerine düşünmeye başladık. Bu süreçte ortaya çıkardığımız izleklerden en önemlisi bireyin “özne” olma yolundaki ilk çatlağına işaret eden ve anneden kopuşun; dolayısıyla annenin yerine konulan “obje”nin ortaya çıkışını gösteren Frued’un “fort-da” oyunuydu. Basit anlamda bir ipin ucundaki topacın, ipi tutan özneye bir yaklaşıp bir ulaşması, sahip olduğumuz/olamadığımız ilk objeyi ve ilk hareketi getiriyor anımsatıyor. Buradan hareketle “gönderen” ve “alan” arasında gezinen mektuplar çıktı ortaya. Bir ailenin üç kuşak hikayesinden anlara şahit olduğumuz mektupların en büyük özelliği mektupların yerine ulaşıp ulaşmadığını ya da ulaştıysa da nasıl bir cavap geldiğini bilmememizdir. Bir anlamda mektuplar gönderen ve alan arasında “yüzen gösterge” olarak kalmıştır. Yeniden yeniden anlamlar üretmeye devam etmektedirler. Mektupların içerik olarak temel izleği ise kaybedilen, ulaşılamayan objelere ve kişilere işaret etmesidir.”

“Traktör”de en çok tek oyuncu kadının bütünün içindeki yeri merak/sorgulama konusu oldu benim için. Nilay Erdönmez’in beden kullanımı ve sahnede varolmanın yakışması anlamında başarıyla vücuda getirdiği bu kadın sadece mektupları ileten bir aracı mıydı, yoksa oyunculuk dilinden yansıttığı gibi, yoğun bir travma geçirmiş ve bunun artçı sarsıntılarını yaşayan, kayıpları içselleştirmiş, bunun hüznü ve esrikliğiyle dolu, hikayenin bir öznesi mi? Onun bu parçalanmış, acıklı, yalnız hikayenin aynı anda hem içinde hem de dışında olduğuna hükmettim ve yine yazara başvurdum, Ferdi Çetin “kadın”ı da açıkladı bana: (Benim bir izleyici olarak değerlendirmemle) Çok derinden etkilenip kendini bu dizgenin dışına çıkarmış/ bu dizgeyle bağını kesmiş olarak değerlendirilmesi figürün, yapmaya çalıştığımızın altını çiziyor. Parçalı olarak yazılan metinle, konsept ve reji arasında kediyle yumak arasında olana benzer bir ilişki olduğunu söyleyebilirim, yani zaman zaman birbirine yaklaşan zaman zaman uzaklaşan, bir diğer manada metin ve reji flört halinde de denilebilir, meta düzlemdeki bu ilişkide sahnedeki kız bir dolayımlayıcı olarak görülebilir. Metni zaman zaman kucaklayan, taşıyan zaman zaman da rejinin dilini yaslanan. Bir anlamda mektuplar arasındaki gönderen ve alan arasındaki bağlantının kopması gibi kızın da metin ve reji arasında çoğul anlamlar üretmeye açık bir yüzen gösterge (floating signifier) olduğunu söyleyebiliriz.”

Yüzen gösterge, metinle rejinin flörtü, göstergebilim, gösteren ve gösterilen… Bu kavramları sahne ve tiyatro bağlamında duymayalı/kullanmayalı çok uzun bir süre olmuştu. “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar” bana ülkede hala teoriyi temel alarak, düşünerek, bağımsız ve özgürce yaratarak, farklı, anlaşılmaz, tuhaf olarak adlandırılmaktan korkmadan, kendi ilgi ve takıntıları peşinde tiyatro yapan yetenekli insanlar olduğunu hatırlatarak biraz içimi açtı. Oyunun Sanattak’ın 2016 en iyi oyun ödülünü aldığını da hatırlatarak, senenin kaçırılmaması gereken, disiplinerarası en özgün işlerinden biri diyebilirim “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektupla” için. Metin için izleyin, anlamlandırmak için izleyin, görselliği için izleyin, kafayı çalıştırmak için, hipnotize olmak için, oyunculukta sahne hakimiyeti için, ışığı için, yaratıcılığı ve özgünlüğü için izleyin. Mutlaka izleyin.

“Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar” 7 Şubat’ta garajistanbul’da. www.garajistanbul.org

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sessiz sedasız II. Mehmet: Opera sahneye nasıl düzgün bir şekilde konur?

Ege’de bir ada, Venedikli şövalyeler, Fatih Sultan Mehmet ve ordusu, güzel, soylu bir kadın ve imkânsız aşk(lar)ı, işgal, fetih, harem, rahibeler ve dua koroları, fedakarlık, bağışlama ve ölüm…

Muzlu karanlıktan ejderhalı aydınlığa…

Sanatla ilişki kurarken 35 cent’ten sırf bir sanatçı duvara yapıştırdı diye 6.2 milyon dolara satılan ve onu satan 74 yaşındaki Bangladeşli göçmeni ağlatan bir muz yüzünden üzülmeye değil, iki başlı gökkuşağı ejderinin uçuşuyla güzel hayaller kurmaya ihtiyacım var; bence tüm dünyanın ve insanlığın da…

III. Richard: Bir kral olsam, zulmedip dursam

Ostermeier’in III. Richard’ı, dünyanın birbirinden çılgın adamlar tarafından yönetildiği/yönetileceği günümüz politik karanlığına çok güzel bir ayna tutuyor

"
"