Saman sarısı, siyah, gümüş parlağı, turkuaz, metalin hem gri ve yeni hem de eski ve paslı hali, gümüş tül etekler, sepet dokusu, çalı, ahşap… Çağlar öncesinden gelen bir şaman ayini, belki Orta Asya’da, belki de Anadolu bozkırının ortasında… Biraz aşk, bir bebek, çığlıklar, hüzün, kavgalar ve birleşmeler, sanki bir toprak kavgası, bir çatışma, sanki o çorak toprakları hem paylaşamama hem de sahiplenememe; tüm bunlar ve olağanüstü güzellikte maskeler…
Emre Koyuncuoğlu’nun “Punta Atmak” isimli performansı bir düşünce ve imge oyunu, bir kavramsallaştırma ve soyutlama pratiğinin izdüşümü adeta. Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyunu ve Kuzgun Acar’la Mehmet Ulusoy’un bir zamanlar beraber sahneledikleri versiyonda kullanılan maskeler, Metin Deniz’in tasarımları, Kuzgun Acar’ın “Kuşlar/Soyut Kompozisyon” isimli heykeli ve diğer duvar heykellerinden esin almış, içine T.S Eliot’un “Çorak Ülke” şiirinin hissini ve Acar’ın kendi “Türkiye” heykeli için söylediği “Anadolu’nun bozkırlaşması ve çoraklaşması üzerine” yorumunu katmış, soyut bir anlatımla, mask tiyatrosuyla, fiziksel tiyatro ve dansla bütün ilhamları harmanlayıp sahneye bir ensemble tiyatrosu olarak taşımış, bugüne dek izlediğim en özgün işlerden biri.
Özgünlüğü, bu kadar çeşitli ilham noktasını bir arada tutacak çok sağlam, çimento gibi bir sahne dili yaratıp bütün bu referanslara sahip olmadan da baştan sona keyif, heyecan ve merakla izlenebilecek bir iş olmasından kaynaklanıyor. Göç, göçebelik, yokluk, yokluktan yaratılan varlık, varlığı anlamlandıran nesnelerin anlam yüklendikçe değerlenmesi, ama en çok da sahnede oluşturulan, tiyatroyu heykele, heykeli tiyatroya dönüştüren, sadeliğiyle göz alan çarpıcı estetik…( Mask, kostüm ve yerleştirme: Sibel Horada ve Yasemin Nur). Şamanın davulu ve çok eski bir türkü olarak yankılanan özgün ve canlı müzik… Sahnede o bir saat içinde var olan, olan ve biten her şey… İşin “Kafkas Tebeşir Dairesi”iyle bir ilgisi olduğunu düşünmeden de izleyebilir ve imgelerde bir tanıdıklık bulabilir ama tamamen bağımsız değerlendirebilirsiniz. Çünkü serbest adaptasyon çok özgün ve sağlam.
Her işinde düşünceyi, kavramsallaştırmayı ve soyutlamayı dramaturjisiyle birleştiren ve birçok referans kaynağından bir bütün yaratmada bir büyücü gibi çalıştığını düşündüğüm Emre Koyuncuoğlu’nun bu işi de yanıltmadı.
“Çok güzel ve özgün bir şey izliyorum ama bu ne?” diye soru sorarak takip ettiğim, çıktıktan sonra uzun süre benimle kalan, sahne sahne günlerce üzerinde düşünüp analiz etmeye, yorumlamaya çalıştığım, kısacası beni zorlayan ve kafamı soyut ve analitik çalıştırmaya yönelten, bilgimi artırmamı benden talep eden, interdisipliner işleri seviyorum.
“Punta Atmak” tam da böyle bir iş. İsmi teknik bir heykelcilik terimi; kaynaştırmak, çakmak, bağlamak, bütünlemek gibi bir anlamı var. Ayrı bir makineyle yapılıyor. Koyuncuoğlu ve ekibi de bu işe verilen ismi eyleme dökmüş, ilham aldıkları sanatçı ve yapıtları, bir Brecht oyununu, oyunun temalarıyla ilintili göç, gelecek, geçmiş, “toprak” “yurt” kavramlarını bambaşka bir makineyle, sahne makinesiyle diyelim, kaynaştırıp bütünleştirmiş, sapasağlam lehimlemiş.
Soyutlanan ancak üzerinde düşünüp okuyunca somutlaşıyor ama somutlaştırmadan da sizde kalan monokrom bir bozkır şiiri, çağlar öncesinde kaybolmuş bir Orta Asya efsanesi, çok eski Türk kavimlerinin yaşantılarından parçalanmış bir düş, saman sarısı, bozkır tozu, bedenin dilsiz ama güçlü anlatımı, maskelerin güzelliği, yaratılan atmosferin çok başka diyarlara götüren, çıplak ve kadim bütüncül varlığı oluyor.
“Punta Atmak” 13-14 Aralık’ta Bomontiada’da. Ufukların açılması, interdisipliner fikirlerin coşması, görselliğin güzelliği, soyutlayıp ensemble’laştırmadaki ustalık, maske kullanımının başarısı, ekibin uyumu ve neredeyse sessiz oyunculukların başarısı, tüm bunlar ve her kişide uyandıracağı birçok farklı duygu/düşünce/ilham adına mutlaka görülmeli…
“Punta Atmak” 13-14 Aralık 20.30’da Bomontialt’ta.