13 Şubat 2017

Pera’nın prensesleri

Tarlabaşı, Galata, Beyoğlu, Pera… Geçmişin hayaletleri, yoğun yaşanmışlıkların izleri bu bölgeyi asla bırakmıyor...

Öykü anlatmanın, tarihe kayıt düşmenin, tarihi yeniden düşlemenin bir çok yolu var. Yazarak, anlatarak, not alarak, şarkıyla, şiirle, masalla… Ama hikaye anlatmanın, hikayenin karşı tarafta bir etki yaratmasını sağlamanın en tesirli, büyülü yollarından biri performans galiba. Seyredenle canlı beden, eşyalar ve sözcükler yoluyla buluşan şeyler, belki de neredeyse beş duyumuza da hitap ettiği için, daha kalıcı izler bırakıyor…

Bu haftasonu izlediğim/deneyimlediğim iki iş görünürde birbirlerinden bağlantısızlar, biri bir performans ve yerleştirme, diğeri tek kişilik bir oyun. Fakat ikisi de farklı zamanlarda, farklı biçimlerde de olsa Pera’nın hayaletlerinin izini sürdüğü, şehrin bu tüm tarihi rengarenk, dünya güzeli ama makus talihli kontesinin yaşanmışlıklarının kaydını tuttuğu için kafamda bir araya gelip aynı yazıya düştüler.

“Zehirlenmiş Prenses” Leman Sevda Darıcıoğlu’nun Alanistanbul’da gerçekleştirdiği uzun süreli bir performans ve yerleştirme. Tarlabaşı bir prenses ise bu prenses nerelerden geçti, nerelerde yaşadı, neden zehirlendi diye soruyor Darıcıoğlu, ve sorusunun cevabına dair ipuçları bulmak üzere tekerlekli pazar çantası ve kapüşonlu keşiş peleriniyle haftaiçi her gün dört saat Tarlabaşı’nda gezintiye çıkıyor. Bu gezintilerinde topladığı eşyaları, öyküleri, görüntüleri Alanistanbul’un sergi mekanında yerleştiriyor ve her güne dair bir günlük tutup onları da duvara yapıştırıyor. Bozuk şemsiyeler, uçları yırtılmış iskambil kartları, yarısı kırık bir lavabo, bir çocuk terliği teki, tozlu yapma çiçekler, tek kulplu alüminyum bir tencere, bir buldozerin fotoğrafları, Hortum Süleyman’ın yaptıklarının bilgisayar tarafından okunan bir ses kaydı ve daha bir çok şey arasında dolaşırken her bir eşyaya dair kendi öykünüzü kurguluyor, kentsel dönüşümün yokettiklerini/edeceklerini düşünüyor, Darıcıoğlu’nun galeriye getirmeye kıyamayıp Tarlabaşı’nda bir törenle gömdüğü kuş bacağına acıyorsunuz. Duvara yapıştırılmış günlükleri okumak bu gezintilerin rastlantısal kahramanlarıyla tanışıp günümüz Tarlabaşı’nın insanlarından küçük öykülere tanık olmanıza da imkan veriyor:

Eski araba tamir eden bir adamla konuşuyorduk bugün, yumruk yedim. 75 doğumlu adam. Bulvarın açılmasından önceki Tarlabaşı’nı görmüşsünüz dedim, fuhuş yatağıydı, o Yeşilçam’da gördükleriniz gerçekti burda, kızların gazozlarına haplar, şimdi o adam Dolapdere’de dileniyor, bi tane çarpasım geliyor. Sonra Hortum Süleyman geldi, buraları temizledi de aileler sokağa çıkabilir oldu dedi. Ha öncesinde eski Tarlabaşı’nda madamlar , bi de Romanlar olurdu, hep öldü onlar demişti de Hortum Süleyman onları da mı temizledi demek istedi , onlar ecelleriyle mi öldü kaç zamandır Tarlabaşı’ndalardı,  kaç gece - kaç gündüz kahroldular, bunu söylemedi. Hortum Süleyman’ı,’O emniyet amiri’ni duyunca nefessiz, bir daha konuşamadan, yarım yamalak bir iyi günler diyerek uzaklaştım ordan.”

Zehirlenmiş Prenses Tarlabaşı’nın çerine, çöpüne, insanına, geçmişine ve bugününe eleştirse de neticede naif bir sevgiyle yaklaşıyor, onu kucaklıyor, yaralarını sarıp sarmalıyor, kulağına zehirlenmiş olsa da değerli olduğunu ve daima sevileceğini fısıldıyor. İflah olmaz Beyoğlu tutkunlarının belki gözlerini yaşartacak ama nihayette çok mutlu edecek bir iş.

Tiyatro Sergüzeşt’in tek perdelik oyunu “Çika” işgal dönemi Galata’sına götürüyor bizi. Bu kez düşmüş prenses rolünde Pontuslu, Giresunlu Rum kızı Eftalya var. Hazar Sayar’ın yönettiği, Eftalya/Çika’yı Zuhal Güreli’nin canlandırdığı tek kişilik  oyun gerçek bir hikayeden uyarlanmış. Mütareke döneminde parçalanan bir ailenin henüz çocukken yolu İstanbul’a ve Galata’nın randevuevlerine düşen kızı Eftalya’nın hayat hikayesi ve talihsiz aşkları üzerinden işgal İstanbul’una, azınlıkların kaderine, bu coğrafya insanlarının tarih boyunca süregelmiş tükenmişlik sendromuna dair bir öykü dinliyoruz.

Zuhal Güreli yumuşak yumuşak anlatıyor Eftalya’nın öyküsünü, sahnede bir sandalye, bir sehpa ve tavandan asılı birkaç mektup dışında bizi bu talihsiz öyküye konsantre olmaktan uzaklaştıracak hiçbir şey yok, bir saat süren bir monolog normalde sıkıcı olabilir ama Hazar Sayar’ın akıllı rejisi ve Zuhal Güreli’nin yumuşak, lezzetli oyunculuğuyla Eftalya’nın öyküsünün içine düşüyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.

Tarlabaşı, Galata, Beyoğlu, Pera… Geçmişin hayaletleri, yoğun yaşanmışlıkların izleri bu bölgeyi asla bırakmıyor, ne kadar “zehirlenseler” de tarihten gelen çeşitlilik, çok seslilik, çok renklilik sayesinde dönüşe değişe, varolmaya, nefes almaya, türlü çeşit öykü anlatmaya ve ilham kaynağı olmaya devam ediyorlar, edecekler de…

“Zehirlenmiş Prenses” 15 Şubat’a kadar alanistanbul’da görülebilir. www.performistanbul.org

“Çika” her Cumartesi saat 17.00’de 2. Kat’ta. www.ikincikat.org

Yazarın Diğer Yazıları

Sessiz sedasız II. Mehmet: Opera sahneye nasıl düzgün bir şekilde konur?

Ege’de bir ada, Venedikli şövalyeler, Fatih Sultan Mehmet ve ordusu, güzel, soylu bir kadın ve imkânsız aşk(lar)ı, işgal, fetih, harem, rahibeler ve dua koroları, fedakarlık, bağışlama ve ölüm…

Muzlu karanlıktan ejderhalı aydınlığa…

Sanatla ilişki kurarken 35 cent’ten sırf bir sanatçı duvara yapıştırdı diye 6.2 milyon dolara satılan ve onu satan 74 yaşındaki Bangladeşli göçmeni ağlatan bir muz yüzünden üzülmeye değil, iki başlı gökkuşağı ejderinin uçuşuyla güzel hayaller kurmaya ihtiyacım var; bence tüm dünyanın ve insanlığın da…

III. Richard: Bir kral olsam, zulmedip dursam

Ostermeier’in III. Richard’ı, dünyanın birbirinden çılgın adamlar tarafından yönetildiği/yönetileceği günümüz politik karanlığına çok güzel bir ayna tutuyor

"
"