Türkiye'de iktidar halkını nefret suçu ve ayrımcılığa karşı korumakla yükümlüdür. Nefret suçlarını teşvik edebilecek ve LGBTİ+'lar de dâhil olmak üzere bir azınlık grubunu hedef gösterebilecek hiçbir ifadenin bir parçası olmamalıdır, olamaz. İktidar, LGBTİ+ temsilcilerinin (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, interseks) ve HIV ile yaşayan insanları damgalayan ve onları taciz riski ve saldırı riski altına sokan ifadeler kullanmaktan kaçınmalıdır, bu türlü ifadelere yönelik de mücadele etmelidir.
Türkiye'yi yönetenler, Anayasa ve eşitlik maddesi (madde 10) tarafından öngörüldüğü ve insan hakları antlaşma organları tarafından onaylandığı şekilde ayrımcılık olmaksızın LGBTİ+ toplumunun temel haklarına saygı duymak, temel haklarını garanti etmek ve korumak durumundadır. Maalesef üst düzey dini ve siyasi kurumların temsilcileri tarafından LGBTİ+ toplumuna karşı nefret dolu söylemler artmakta ve endişe verici boyutlara ulaşmaktadır.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "sapkın" ifadesini kullanarak "nefret dili" kullanması, Cumhurbaşkanı'nın da "LGBT, yok öyle bir şey. Bu ülke millidir, manevidir ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir" diyerek var olan bir bir durumu tamamen "gayrı milli, gayrı manevi ve mevcut değerlerin dışında" olarak ifade etmesi, bu kesimi hedef haline getirdi. Devletin en üst seviyesi "nefret dili" ile ülke bireylerinin bir bölümünü dışladı, tanımadı ve hatta savunmasız bıraktı.
Nefreti kışkırtmak, mevcut eşitsizlikleri daha da kötüleştirir, sağlık hizmetleri, istihdam ve diğer hizmetlerin sağlanmasında daha fazla ayrımcılığa yol açar. Üstelik bu tür eylemlerin, iktidar tarafından tasvip edilir hale gelmesi, hatta teşvik edildiği hissinin yaratılması durumu zorlaştırır. Bu da kolluk kuvvetleri tarafından keyfi tutuklamalara, kötü muameleye, zulme yol açabilir.
Birleşmiş Milletler'in kurucu üyesi olan Türkiye, insanlık ailesinin tüm üyelerinin doğal haysiyetini ve haklarını koruma sözü verdi ve yükümlülük altına girdi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, her ne kadar Cumhurbaşkanı ve çevresi aksini söylese de Türkiye için bağlayıcıdır.
İçişleri bakanı Soylu'nun "sapkın" ifadesi, Twitter tarafından kısıtlandı. Kullandığı "nefret dili" ABD eski Başkanı Donald Trump'a yapıldığı gibi adeta tutanak olarak dünya örneklerine geçti. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın "Koronavirüs" salgınına lezbiyen ve geylerin neden olduğunu ima eden konuşma yapması, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Başdanışman İbrahim Kalın'ın bu sözleri, "ilahi gerçeği kelimelere döktüğü" ifadesiyle desteklemesi hafızalarda...
İnsan Hakları Derneği (İHD) Ali Erbaş hakkında "nefret suçlarının, ayrımcılığın ve cinsiyet eşitsizliğinin önlenmesi" için suç duyurusunda bulundu. Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir Baroları, hutbeyi kınayan çağrıya katıldılar ve azınlığa yönelik nefreti ve ayrımcılığı açıkça kışkırtmak için inanç temelli değerler merasiminin gasp edilmesiyle ilgili endişeleri dile getirdiler. Ama aynı gün Ankara Cumhuriyet Savcılığı, "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlere hakaret" gerekçesiyle Ankara Barosu'na karşı soruşturma başlattı. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Diyanet İşleri Başkanlığına yapılan saldırı devlete yapılmış sayılır" yorumunda bulundu. LGBTİ+'ların temel haklarına yönelik bu tür saldırılar, Türkiye'de temel haklara saygı duyulması konusunda ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Ve Türkiye'nin bu alanda dünyadaki konumu... Avrupa ve Orta Asya'da 54 ülkeden 600'den fazla LGBTİ+ kuruluşunu çatısı altında buluşturan ILGA Avrupa teşkilatının hazırladığı Gökkuşağı Endeksi'nde Türkiye sondan ikinci durumda...
Eşitliğin sağlanması ve ayrımcılığın önlenmesine yönelik yasal düzenlemeler, LGBTİ+'lar için aile kurma ve evlilik gibi hakların tanınmış olması ve eğitim, barınma, iş imkanlarına erişim gibi bir dizi kritere göre belirlenen endekste Türkiye 48'inci sırada. 49 ülkenin yer aldığı endekste Türkiye'nin altında bir tek Azerbaycan bulunuyor.
Türkiye'de LGBTİ+'lara yönelik saldırıların "nefret suçu" kapsamında değerlendirilmesine yönelik herhangi bir yasal düzenleme bulunmuyor. Dileyen dilediği gibi konuşuyor. Nefret dili ve cinsiyetçi söylemde bulunanlar bunun bir bedelini ödemiyor.
Ayrımcılığı önleyecek yasal güvence bulunmuyor.
Ve Türkiye "sondan ikinci" konumunu değiştirmeye yönelik hiçbir adım atmıyor.