29 Temmuz 2015

Keşke biz ölseydik

Keşke duymasaydım o annenin feryadını, keşke o gençlerin gülüşleri yaralı olmasaydı o gün, keşke bu yazıyı yazmasaydım

Keşke hiç yazmasaydım bu yazıyı.

Keşke, bu yazıyı yazmama sebep olan koşullar hiç oluşmasaydı.

Keşke solmasaydı, Suruç’ta, kalbimin aynasına ışık tutan, her biri en çocuk gülüşlerinden yaralı o yüzler.

 

*  *  *

 

Biliriz, pişmanlıklardır bazen bizi hayata küskün kılan.
Ya da, geç fark edilen yanılgılar.

Bazense, istençlerimizdir bizi, o çok sevdiğimiz hırçın denizlerin kıyılarına sürükleyen.

Ve işte böyle zamanlarda, hep keşkeli sözler dökülür dudaklarımızdan.

Ve keşkeli sözlerle dile gelir pişmanlıklar.

Keşkeyle anlatırız yanılgılarımızı, keşkeyle bitiririz son sözlerimizi.

Ve nihayet, keşkeyle süsleriz en güzel hayallerimizi…

 

*  *  *

 

Ve işte o gün duygularımı, keşkeli sözlere sürükleyen o şey!

Elimdeki gazetenin sayfaları arasından duyduğum o ses!

Bir Kürt annesinin yürekleri dağlayan çığlığı…

Ülkenin dört yanından gelip adeta bir mahşer yerinde yanan o gençlerin arkasından söylediği o manalı sözler.

Sessiz bir çığlığın kelimelerde can bulmuş hali.

Bütün gülüşleri adına çocukların, bütün gülüşlerini toplayarak gelen kentlerin…

Suruç’a kadar gelip Kobani’ye geçemeyen; çocuk nefeslerini toplayarak Kobani’nin ıssız sokaklarına üfleyemeyen; “Kobani benim evimdir, onu yeniden inşa edeceğiz” diyen gençlere söylenen o söz:

"Keşke o bomba bizim burada patlasaydı. Biz Kürtler alışığız, ama Batı'dan gelen o çocuklar misafirimizdi. Keşke biz ölseydik. Ne diyeceğiz şimdi annelerine."

Keşke okumasaydım bu sözleri, ya da hiç görmeseydim.

Keşke almasaydım o gün o gazeteyi.

Alsam bile okumasaydım; okusam da çevirmeseydim o sayfayı.

En azından, o köşeyi atlasaydım.

Ve hiç rastlamasaydım o habere.

Ve orada, o Kürt annesinin, derin acılarla yüklü yüzüne hiç bakmasaydım.

Ve değmeseydi gözleri, gözlerime.

Dokunmasaydı sözleri inceden inceye ruhuma.

Ve ilişivermeseydi bakışlarım, o fotoğrafın altındaki bilgece yazılara…

 

*  *  *

 

Keşke, acımızı hafifletecek tek şeyin, bir Kürt annesinin feryadında saklı olduğunu bilmeseydim.

Keşke susmasaydı devrim şarkıları çalan o laterna.

Keşke kıymasaydılar gökkuşağının karasına.

Ve bunca genç, bunca çocuk; bu kadar sevgi dolu, böylesine coşkulu, böylesine iyimser olmasaydılar.

Ve dünya böylesine yalan, böylesine ikiyüzlü, böylesine riyakâr olmasaydı keşke.

Ve uygarlık tabii…

Adına demokrasi, çağdaşlık denilen o büyük yalan!

Körpecik bedenlerin sevgi dolu ruhlarına hileyle zerk edilmiş olmasaydı keşke.

 

*  *  *

 

Adı Uğur'du, Kasım'dı Ezgi'ydi çocukların; Cemil'diler, Çağdaş'tılar, Nazlı'ydılar.

Kütüphane kurmak için hazırlanıyorken elleri, birden bire solmuştu yüzleri.

Ferdane ve Mücahit'ti isimleri; Murat'tı, İsmet'ti, Okan'dı ve Emrullah'tı.

Sevmede yoktu üstlerine, karşılıksız vermede, çekincesiz gülmede.

Yarışta hilesiz, paylaşmada kavgasız, barışta en öndeydiler. 

Çoğunun gerçek olmasa da, gerçeğe yakın hayalleri vardı her birinin.

Gitmeseydiler, resimler çizecektiler yollara, okullara, kreşlere.

Nartanlar, Ferdaneler, Serhatlar; Erdallar, Süleymanlar, Koraylar...

Dersler verecektiler, hikâyeler anlatacaklardı çocuklara.

Keşke ulaşabilseydi oyuncaklar, Kobani’nin enkazlarına.

Ve Dilek ve Büşra, kendi elleriyle sunabilseydi onları çocuklara.

Pamuk elleriyle Ayda ile Duygu, okşayabilseydiler keşke çocukların o kül rengi yanaklarını. 

Usuldan dokunabilseydi Nazegül ve Alper, Ürkek ve kırılgan bakışlarına çocukların.

Keşke bir zalimin ilkel, vahşi dürtüleri, buna engel olmasaydı.

Keşke sevinçleri yarım kalmasaydı Cebrail ve Alican'ın.

Keşke adları Mert ve Veysel; Yunus ve Mehmet olmasaydı, Suruç’a kadar gidip de bir daha geri dönemeyecek o gençlerin.

Keşke çocuk kalmasaydı gülüşleri Alper ile Osman'ın.

Bu yazıyı yazarken azalmıştı sayıları ve kayıptı suretleri.

En son bir pankartın arkasında gülümserken görülmüştüler.

 

*  *  *

 

Yaralı yüreğimizde duyduk Kürt annenin feryadını, keşke Kobani’nin, Suruç’un çocukları duymasaydı.

Nice hayalleri olmuştu onların, keşke böyle güzel hayaller kurmasaydılar.

Suruç’un öte yanı harabe, şimdi bir kez daha yıkılmış, bir kez daha yaralı.

Keşke çocukların umutları, böylesine kırılmış, böylesine yalnız kalmasaydı. 

Bir okulunun yıkılmış duvarları arasında gördüm yaralı yüzlerini. Defterlerini, kalemlerini bekliyorlardı.

Ve yıkılmış bir kente benziyor şimdi yüreğim, keşke görmeseydim.

Çantaları, dövizleri, kalemler kaldı geride. Bir de oyuncaklar kaldı, anı olarak Kobanili çocuklara.

Keşke anıları kalmasaydı o gül yüzlü çocukların.

İnsanlık ve adalet ekmekti Kobani’ye giderken düşleri.

Kobani’nin gri sokaklarını rengarenk düşlerine boyamaktı amaçları; cesareti kaldı bize çocukların.

Keşke bu cesaret kalmasaydı bize.

 

*  *  *

 

Keşkeler, acı dolu feryatlarıdır bazen yenilmiş, çaresiz yüreklerin.

Ve kendini yenilmiş gibi gören, çaresizliğin kıyısında yapayalnız hisseden o yürekler, keşkeli cümleler kurarlar kimi zaman, hiç farkında bile olmadan:

"Keşke o bomba bizim burada patlasaydı. Biz Kürtler alışığız, ama Batı'dan gelen o çocuklar misafirimizdi. Keşke biz ölseydik. Ne diyeceğiz şimdi annelerine."

Keşke bilinseydi; yalnızca bir Kürt annesinin, yüreğinden kopup gelen, acı dolu çığlığı değildi bu!

Nice ateşlerden geçmiş, badireler yaşamış bir halkın, kim olursa olsun, yeter ki el uzatsın ona; pazarlıksız, samimi, gönülden; kardeşten de öte bağlılığın, derinden derine duyulan çığlığıydı bu!

Bir Kürt’ün değil, bütün Kürtlerin acılarla derinleşmiş, sessiz, sitemsiz feryadıydı benim de duyduğum.

Keşke o annenin, yürekleri dağlayan çığlığını bütün dünya; dağlar-taşlar, börtü-böcek dinleseydi.

Keşke yüreğimde, birden bire büyüyen o alazlı duyguların ateşi, yalnız benim bedenimi sarmasaydı.

Keşke istisnasız bütün yüreklere işleseydi bu çığlık.

Keşke o gün gazeteye sürmeseydim elimi.

Keşke o gün görmeseydim o haberi.

Keşke duymasaydım o annenin feryadını.

Keşke o gençlerin gülüşleri yaralı olmasaydı o gün.

Keşke yüreğimden yaralı olmasaydım ben de.

Keşke bu yazıyı yazmasaydım.

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"