21 Eylül 2017

Elveda Güzel Anne

Eylül, hüzün ve ayrılık ayıdır...

Eylül sarıdır, hüzün ayıdır, eylül ayrılık ayıdır.
Şairler ayrılır aramızdan buruk bir hüzünle eylülde.
Çoğu zaman, haşmetli gövdeleriyle çınarlar hazırlanır, sabırsız bir gururla sonbahara eylülde.
Çünkü eylül, hüzün ve ayrılık ayıdır.

* * *

Bu topraklar, vakitsiz yaşanan acıların topraklarıdır.
Çünkü acılar çoğu zaman vakitsiz yaşanır bu topraklarda.
Vakitsiz yaşanan acıların yükünü ise kadınlar, en çok da analar çeker.

Onlar, derin acıların iz sürücüleri, adalet ve vicdan arayıcılarıdır.
Kimi Asiye Anne’dir, kimi Berfo Ana, kimi de Şahsenem Anne’dir.
Hepsi anadır onların, hepsi hastır, her birinin çığlığı mezarları bile olmayan ölüler için tarihedüşülen bir ağıttır.

Bazen Kiraz Anne olur adları, bazen Hanife, bazen
de Gülmez Anne… Kimi zaman yorulur nefesleri onların, bayrakları elden ele geçer, evlatları, torunları taşır. Kimi zaman, birbirlerinin tabutlarını omuzlarlar.
Hepsi birbirinden güzel annelerdir onlar.
 
* * *

Onlardan biri de Güzel Şahin’dir. 
Atalarının söylediği gibi, “Dersimliyim” der kendine. Çoğuna olduğu gibi, gün gelmiş Dersim, ona da yar olmamıştır. Köklerinden kopmuş, İstanbul’un varoşlarına savrulmuşlardır.
 
1990’larda İstanbul’un varoşları yaralıdır, kanlıdır. Varoşların çocukları hak arama mücadelesindedir; baskıyla, sömürüyle, zulümle kavgalıdır.    

Güzel Şahin, kavgaya tutuştuğu bu zulümden payını, 17 yaşındaki oğlunun gözaltında tırnaklarının sökülmesiyle alır. Kayıp evlatlarının peşine düştüğünde ise sayısız gözaltı, aşağılama, itilme, kakılma şeklinde bir ceberrut düzendir karşısına çıkan.

1996’da altmış üç yaşındadır, iki evladı cezaevindeyken başlayan ölüm oruçlarına, o da dışarıdan açlık grevine başlayarak destek olur. Çocuklarıcezaevinden çıktıktan sonra da, yaşına bakmaz, hiç bir hak arama mücadelesinden geri kalmaz.

Cumartesi Anneleri’nin değişmeyen isimlerindendir o. Nerede bir kayıp haberi varsa koşar, nerede zulum altında inleyen duyarsa yetişir, nerede bir zalimlik görürse bir ana gibi göğsünü siper eder. Kalbi incinen, mağdur olan, haksızlığa itiraz eden kim varsa, onu kendi çocuğu beller.

Hasan Gülenay,  20 Temmuz 1992’de gözaltında kaybedilir. Anne perişan haldedir, kayıp kocasının peşinde, yollara düşer. Dört çocuğu vardır geride kalan.

Güzel Şahin, dört çocuğu da alır, bağrına basar. Kendi torunlarından ayırt etmez onları. Gülsuyu'ndaki yoksul gecekondusu, yüreği gibi geniş ve zengindir. Çocukları sarıp sarmalayan, koruyup kollayandır o. İster üç yaşında olsun, ister elli yaşında, kendinden küçük herkesi bebeği gibi görür.

Onu, bir gün Diyarbakır’daki cenazede, bir kayıp annesinin tabutuna omuz verirken, bir başka gün Suruç’ta cenaze yıkarken, başka bir gün Kobane’de insan zinciri olurken görürsünüz…

 
Ona göre, yüreği atması için mağdurun Kürt olması gerekmez. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay tutuklandığında, cezaevi önünde yapılan nöbet eylemlerini hiç aksatmaz. Sivas Katliamı anmalarının hiç birini kaçırmaz. Kürt’tür, Alevidir, inançlı biridir. Ancak, mağdurluk söz konusu olduğunda, “ben ne Alevi, ne Sünniyim, her şeyden önce bir insanım. Bir insan olduğum için buradayım, her yerdeyim; Alevi dardaysa Alevi’nin yanındayım, Sünni dardaysa Sünni’nin yanındayım, Çerkez dardaysa Çerkez’in yanındayım, Laz dardaysa Laz’ın yanındayım” diyecek kadar bilgedir.

Munzur Festivallerinin hiç eksik olmayan katılımcısıdır o. Eğitimsizdir, lakin üniversiteden ihraçlar başladığında koşar, akademisyenlerin yanında safını alır. Tam bir İbrahim Kaypakkaya hayranıdır, hiç bir anmasını kaçırmaz. 

* * *
Bu toprakların kaderidir vakitsiz gelen ölümler.
Daima hak arayanın, yüreği atıp başkaldıranın, özgürlük isteyenin kapısını çalar ölüm. Hep arkadan gelir, hep sinsice yaklaşır, hep kalleşçe sallar kılıcını.

İşte böylesi zamanlarda, bir avuç insana düşer vakitsiz gelen ölümlerin yasını tutmak. Hep bir avuç insanın boynunun borcu olur, vakitsiz giden ölüleri uğurlamak.

Bunlardan biri de Maside Ocak'tır. Cumartesi Anneleri aktivistlerinden biridir o. Ölüm haberini alır almaz koşar. Cenaze hazırlıkları, yakınlara haber verme, acılara ortak olma; medya bildirimleri, teknik hazırlıklar... Çoğu zaman ona düşer
bu işler. Gözyaşlarına boğulur, ama koşar, çırpınır, taze acısıyla her yana yetişmeye çalışır. Tek tesellisi olur onun: “Dayan bebeğim, dayan!”
 
Böyle derdi sekseninde yaşlı kadın. Ak saçlı, mavi gözlü, kırış kırış olmuş derilerinin kıvrımlarında, acılı bir tarihten izler taşıyan bu kadın yine Güzel Anne’dir. “Dayan bebeğim dayan” der Maside ye. İşte bu sözlerden güç alır Maside, bağrına taş basar ve dayanır. Ne zaman bir ölüm olsa, ne zaman yürekler gözyaşlarına gark olsa, Güzel Anne mutlaka çıkagelir “dayan bebeğim, dayan” der Maside’ye. Maside ancak böyle dayanır acılara, ancak böyle baş edebilir gözyaşlarına.

* * *

Şimdi ise aylardan yine eylüldür.
Eylül sarıdır, hüzün ayıdır, eylül ayrılık ayıdır.
Eylül ün yirmisinde Maside nin telefonu bir kez daha çalar.
Maside’nin telefonu yine bir ölüm haberi için sızlar.
Eylül koparmıştır bir ağacı daha, yüreklerde, en incecik dalından. Sonbahar, devirmiştir bir çınarı daha köklerinden.

Önce gözyaşları boşalır Maside’nin.
Sonra, kurulmuş gibi adımları...
Hemen koşar Maside. Yakınlarına, dostlarına haber verir; cenaze hazırlıkları, ifade edilecek son görevler, gazeteciler, medya falan…

Bu sefer, kimse “dayan!” demez Maside’ye; “dayan bebeğim, dayan!” diyen biri çıkmaz.

Çıkmaz, çünkü Maside, bir ölünün üzerine yatmış ağlamaktadır.
Çünkü, Maside’nin üzerine yatarak ağladığı tahta bir tabutta, beyaz kefene sarılı Güzel Anne’nin soğumuş bedeni yatmaktadır.

* * *

Güzel Anne.

O da, diğer tüm Cumartesi Anneleri gibi çığlıklarını, yıllar yılı acılarla dolu yüreklerine gömdü.

Her cumartesi günü, Galatasaray’ın taş kaldırımlarını mekân tuttu o. Bütün analarla birlikte ceberrut bir dönemin karanlığında kaybolmuş çocuklarını aradılar.

Kalabalıkların sessiz silüetinde, kımıldayan rüzgârın nefesinde, açılan her kapının gıcırtısında onların yüzü vardı.Çoğunun, geceleri gözlerine örtü inmedi, kapıları örtülmedi. Yıllardır, her an çıkıp gelecek gibi beklediler.

Lakin bir türlü gelmediler.

* * *

Güzel Şahin.

İsminin güzelliği, yüreğine aksetmiş gibiydi.
Bu yüzden olsa gerek Güzel Anne kalmıştı adı.
Gözleri Anadolu, gövdesi Mezopotamya gibiydi.
Ölümden, kederden, acıdan elbiselerini giyinerek gitti.

Bütün öksüzlerin, garibanların, bütün yetim kalmış çocukların güzel annesiydi o.

Berkinlerin, Ali İsmaillerin, Suruçlu çocukların; Ankara Garı’nda ölüme halay çekenlerin.
Hepimizin güzel annesiydi o.
Elveda Güzel Anne.
Elveda!

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"