17 Aralık 2015

Diyarbakır: Yüreği yaralı bir kent

Söyleyin, Gezi Parkı’nın güvercinleri nerede? Haber salın, bir selam da onlar getirsin Hevsel Bahçeleri’ne

Ben Diyarbakır’ım.

Dokuz bin yıllık geçmişim, beş bin yıllık surlarım var.

Sırlarım tarihimde saklı, birbirinden güzel birçok adım var!

Ben ki Diyarbekir'im, yollarımda benden önce yürüyen 27 kavimin ayak izi var. Onlar ki benim kapılarımdan geçmişler, hürmet etmişim onlara, yüzüme el sürmüşler; ben ki Rumlara, Ermenilere, Keldanilere yurt olmuşum; Kürtlere, Türklere, Yezidilere yar olmuşum.

Eski taş ustaları, duvar ustalarının gözünde bir güzel diyar olmuşum.
Bu yüzden darda olanlar hep bana koşmuşlar, onlara kol kanat germişim, seslerini surlarıma fısıldamış, sırdaş olmuşum.

Son kuşların son yuvası Hevsel’im ben

Son kuşların son yuvası Hevsel’im ben. Duvarlarımda bin yıldır bana reva görülen acıların izi var. Yine de başım dik bakıyorum Dicle’den Karadağ’a; yaşanmamış bir ömrün geride kalanı, yitik bir düşün kaybolmuş parçasıyım ben.

Dertlerim çok, yangınlarım büyük, lakin yüreğimde sınırsız bir kardeşliğe duyulan hasretim var.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben ki, tarihi yeniden yazmak için bir umudum. Ben ki hayalleri tükenmiş, sur dibinde yatan; ot çekip esrar koklayan, taş atıp mahpus yatan; dışarda hakarete, içerde tacize uğrayan, yüreği yanıp dağa çıkan, teni esmer, mavi gözlü bir çocuğum ben!

Sokaklarımda yalanla, dolanla, hileyle büyümüş bir nefretin izi var; adımı anmamışlar, kimliğimi koymamışlar, sesimi bile yok saymışlar benim. Öyle çok şeyler söylenmiş ki benim için, öyle çok dert birikmiş ki yüreğimde… Hâlbuki sorsalar, bir dinleseler, benim de anlatacak çok sözüm var. 

Nedense hep demirden zırhlarına binerek gelmiş tanrılar, hep keskin kılıçlarıyla yürümüş üzerime. Korku bulaşmış toprağıma, karış karış faili meçhullerle anılmış adım. Kaldırımlarımda, beyni paramparça dağıtılmış, yüz üstü kanlar içinde yatan gençlerim var.

Slikozis’ten ciğerleri pare pare olan gençler

Ben Diyarbakır’ım. Yangınlar yangını bir mahşerden kaçmış, kalelerime sığınmış ürkek bakışlı kadınlarım var! İstanbul’un viranelerinde tiner çeken çocuklar benim çocuklarım. Slikozis’ten ciğerleri pare pare olan gençler; üç günde bir, tersanelere sağ girip ölü çıkan evlatlar benim evlatlarım; beş yıldızlı otellerin, AVM’lerin, rezidansların inşaatlarında cayır cayır yanan, fındık toplarken kovulan, ırak kentlerin sokaklarında kara gözlü, esmer tenli oldukları için omuz vurulan, işte o çocuklar benim hep çocuklarım…

Suriçi’nde ayaklarımdan yaralanmış Dört Ayaklı Minare’yim ben.

Biraz ötede, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, daha ötede Ulu Camii, Paşa Hamamı, Kurşunlu Camii…
Şimdilerde, Yenikapı’da ensesinden vurulmuş, ayaklarımın dibine sere serpe uzanmış Tahir Elçi’yim ben.

Kaynartepe’de, sokak ortasında alkanlara boyanmış, yağız iki delikanlı gencim!
Ben Lice’yim, Silvan’ım, Dicle’yim!

Meryem Ana’da çan sesi, Safa Camii’nde ilahi, Ulu Camii’nde ezan sesiyim.
Surdibi’nden çığlıklarım yükseliyor uluorta. Çayönü’nün köylüleri, Meryemana, Surp Grogyan, Selahaddin Eyyübi duy beni!

Ben ki hep kardeşlik ağrısını büyüttüm bir yanımda. Ben ki çocuklarım öldü, hep barış dedim; ben ki gençlerim öldü, yine barış dedim. Beni öldürdüler, bana bir mezarı bile çok gördüler, ben yine de barış dedim.

Kimi kışlada asker, kimi dağda gerilla

Bunca acıya, bunca zalimliğe, bunca hüzne rağmen ben yine de Diyarbakır’ım.

Henüz zapt edilmemiş kalelerim, keşfedilmemiş sırlarım var.

Dicle’nin sularına akseden, yeşil sürmeli gözlü bahçelerim var benim.

Kırklar Dağı’mı yaralamışlar, adım tarihimde saklı, On Gözlü Köprü’yüm ben.

Yıllardır bir yanımda birikmiş ağrılarım var benim.

Köyleri yakılmış, gençleri telef edilmiş, toprağından sürgün yemiş, harap yüzlerini surlarıma gömmüş gecekondularım var benim.

Köyde ırgat, şehirde gündelikçi, uzak diyarlarda mevsimlik işçi; elleri toprak ana, saçları süpürge, yüreği çile dolu kadınlarım var.

Hepsi de aş derdinde, ekmek derdinde, özgürlük derdinde; hepsi ana, hepsi kadın, hepsi yar, sevgili; bu toprağın vaz geçilmezleri hepsi.

Ve hepsinin çocukları var; sevince senin gibi seven, benim gibi okşayan. Melik Ahmet’te, Suriçi’nde, Hançepek’de üçer üçer, beşer beşer büyüyen. Kimi kundakta bebe, daha çocuk, kimi bıçkın delikanlı, kimi kışlada asker, kimi dağda gerilla.

Yorgun suretlerini yüzlerinde ağır bir dünya yükü gibi taşıyan, manşetlere, ancak ölüm haberleriyle yakışan, bakışları hayal satan esmer tenli çocuklarım var.

Afyon Kocatepe’de, Kayserili Mehmet’le koyun koyuna yatan, Çanakkale’de düşmana birlikte kurşun sıkan Diyarbakırlı Hasan oğlu Maho’yum ben.

Şimdi ben, yüreğinden yaralı bir kentin adıyım

Şimdi bana reva görülen bu cehennem niyedir? Kim saldı üzerime bu ceberrut zehiri? Hangi dağdan koptu üzerime gelen bu ateş? Hangi Tanrı’nın emriyledir bu zulüm?

"Sırlarını surlarına fısıldayan şehirim"* ben.

Dağkapı’yım, Yenikapı’yım,Urfakapı’yım, Mardinkapı’yım ben. Binlerce yıldır duvarlarıma el süren, kapılarımdan gelip geçen cümle kavimlerin hepsiyim ben.

Şimdi görüyorum, dört yanım kuşatılmış bu zamanda; her yanım tuzak, her yanım kan revan, niye böyle yalnızım, niye hep yanılmışım?

Kardeşlerim nerede, nerede çığlığıma kulak verecek o ses, nerede bana el edecek insanlık?

Söyleyin, Gezi Parkı’nın güvercinleri nerede? Haber salın, bir selam da onlar getirsin Hevsel Bahçeleri’ne. Uçsunlar, Keçi Burcu’nun en yükseğine konsunlar, Yedi Kardeşler’e barış selamlarını sunsunlar.

Ben ki Dikranagerd’im. Ben ki güllerin kentiydim bir zamanlar, ben ki gülistan diyarıydım. Gül mevsimi gelince envai çeşit güllerimle açardım. Neden açmıyor güllerim şimdi? Neden gülmüyor yüzüm?

Sesimi işitmez oldu artık surlarım, çan sesleri duyulmuyor, minareler yaralı.

Yine korkuyu soluyor daracık yollarım, yine ölüm kokuyor duvarlarım, yine kan ağlıyor sokaklarım.

Duvarlar içinde bir bekir’im ben, Diyarbekir’im ben; acılarla yüklenmişim, ben ki Amed’im, Amida’yım.

Dengbejlerim susmuş, erbanelerim sönük, şimdi bir kez daha bağrım yanık, bir kez daha ağrım büyük.

Şimdilerde ferim yok, sesim kısık, yaralıyım.

Şimdi ben, yüreğinden yaralı bir kentin adıyım.


* Sırlarını surlarına fısıldayan şehir: Diyarbakır, Şeyhmus Diken

@yusufnazim
[email protected]

Yazarın Diğer Yazıları

Free Palastine!

Avrupa ve Amerika’nın beyaz adamı, bir kez daha sömürgeciliğin küllerinden canlanarak kanlı dişlerini Orta Doğu’nun yumuşak karnına geçiriyor

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

"
"